Ukrayna Savaşı'nın dünyaya mesajı: Devlet gibi devlet olmak

Prof. Dr. Hamit Emrah Beriş / Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü
18.03.2022

Savaş nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın işgale karşı direnen Ukrayna, hem dünyaya hem kendisiyle aynı durumda olan diğer ülkelere farklı mesajlar verdi. Ukrayna direnişinden çıkan ilk mesaj, halkın iradesine dayanan güçlü bir demokrasinin pek çok zorluğun önüne geçebileceği. Toplum, kritik bir dönemde liderlik yeteneği gösteren seçilmiş cumhurbaşkanının arkasında durdu.


Ukrayna Savaşı'nın dünyaya mesajı: Devlet gibi devlet olmak

Soğuk Savaş'ın sona ermesinden sonra eski Sovyet coğrafyasında yer alan ülkelerin hızlıca liberal demokrasiye geçecekleri yönünde iyimser bir beklenti vardı. 1990'lı yılların başlarında Batılı devlet adamlarıyla aydınların ortak düşüncesi, bu ülkelerde halkın demokrasiye geçiş yönündeki taleplerinin kısa sürede karşılık bulacağı yönündeydi. Komünizm sonrası dönemde, hem doğrudan Sovyetler Birliği hem de eski Doğu Bloku ülkeleri kendilerine yeni bir yol aradılar. Doğu Avrupa ülkeleri, Batı'dan aldıkları desteklerin etkisiyle demokratik yönetimlere nispeten kolay şekilde geçtiler. Zaten tarihsel olarak bu devletlerin sınırlı ölçüde de olsa belirli demokratik tecrübeleri vardı. İzleyen dönemde Avrupa Birliği'ne üyelik süreci, kısa sürede söz konusu devletlerin hem bürokratik yapılarını kurumsallaştırmalarını hem de ekonomilerini stabilize etmelerini sağladı. Bunların nispeten küçük nüfusları ve yüzölçümleri kendilerine daha fazla destek verilmesi ve uyum süreçlerinin hızlanması açısından olumlu etkiler doğurdu. Ancak SSCB'ye doğrudan bağlı diğer devletlerin bu kadar şanslı olduğunu söylemek mümkün değil. Rejim değişikliğinden sonra kısa sürede toparlanan Rusya, selefinin hükmettiği coğrafyadaki tarihsel iddialarına sahip çıktı. Bu durum, bir bakıma devletlerin kendi kaderlerini yaşamalarını engelledi.

Eski biçim değiştirdi

Sovyet bakiyesi ülkelerin birçoğunun en önemli sorunu, devlet kapasitesinin güçlendirilememesi oldu. Bağımsızlık sonrası ilk dönemde, rejim değişikliği siyasal elitlere yansımadı. Devletlerin çoğunda Sovyetler döneminin yöneticileri pozisyonlarını korumaya devam ettiler. Bunlar kurumsal anlamda ciddi reformlar yapmadılar ve mevcut sistemde kısmî değişikler yapmakla yetindiler. Dolayısıyla devlet yapısında kapsamlı bir dönüşüm yaşanmadı. Daha açık bir ifadeyle eski yöneticiler ve kurumlar biçim değiştirerek varlıklarını korudular. Üstelik başlarında artık komünist rejimin katı denetim mekanizmaları da yoktu. Bundan dolayı, sistem yozlaşmaya ve yolsuzluğa eskisinden çok daha açık hâle geldi. Nitekim rejim değişikliklerinin hemen ardından kamu kaynaklarının oligarkların eline geçmesi ve toplumlar yoksullaşırken sınırsız servet sahibi çok sayıda yeni zenginin ortaya çıkması tesadüf değil. Üstelik yolsuzluk süreci yukarıdan aşağıya tüm devlet mekanizmasının kılcal damarlarına yayıldı. Bu durum, refahın ülke içinde oldukça eşitsiz şekilde dağıtılmasına ve geniş toplum kesimlerinin yoksulluklarının daimi bir görünüm kazanmasına neden oldu. Temel altyapı sorunları çözülemedi, genç nüfus için yeni istihkâm imkânları sağlanamadı. Bundan dolayı ekonomik sorunlar kronikleşti. Bir bakıma, bu devletlerin büyük kısmı devletlerin geleneksel vaatlerini hayata geçirmede başarısız oldu.

Ertelenen demokrasi

Aynı sürecin bir başka sonucu, söz konusu ülkelerde gerçek anlamda demokrasiye geçişin sürekli ertelenmesi oldu. En başta belirtildiği gibi, önceleri komünist rejimin tıpkı Doğu Avrupa'da olduğu gibi kısa sürede yerini demokratik yönetimlere bırakacağı düşünülüyordu. Ancak eski Sovyet cumhuriyetlerinin çoğunda yasal olarak siyasî partiler kurulsa ve seçimler yapılsa da iktidarın el değiştirmesine izin verilmedi. Seçimler göstermelik olmaktan öteye gidemedi. Kurulan tek adam yönetimleri, demokrasi yönündeki toplumsal talepleri karşılamak bir yana muhalefeti baskılayan bir tutum benimsedi. Muhalefet partilerinin ve seçimlerin başlıca işlevi uluslararası düzlemde rejimi meşrulaştırmak oldu. Zaman içinde antidemokratik yaklaşım adeta siyasal sistemin merkezine yerleşti. Öyle ki iktidarda bulunan kişi değişse de yönetim anlayışı aynı şekilde devam etti. Rusya başta olmak üzere bölgedeki devletlerin insan hakları karnesinin oldukça kötü olması, demokrasi ve özgürlük taleplerinin neden cevap bulamadığını gayet iyi izah ediyor.

Soğuk Savaş sonrasında devlet kapasitesini güçlendirememiş ve demokrasisini konsolide edememiş ülkeleri nitelemek için "başarısız devlet, zayıf devlet, kırılgan devlet" gibi çok sayıda ifade kullanıldı. Başlarındaki sıfatlar değişse ve aralarında belirli farklar olsa da bu kavramların hepsi, belirli siyasal yapıların devletlerin geleneksel iddialarının gereklerini yerine getiremediklerini anlatıyor. Devletlerin en temel varlık gerekçesi, kendi sınırları içinde düzeni ve güvenliği sağlamak. Bunun için de herkes için geçerli ortak hukuk kuralları üretmek ve bunları uygulayacak mekanizmalar geliştirmeleri gerekiyor. Bu yönetim anlayışının demokrasiyle birleşmesi ise halkın en önemli özne şeklinde belirmesi sonucunu doğuruyor. Yani demokratik yönetimler, halkın istek, beklenti ve taleplerini göz önünde bulundurarak politikalar üretmek ve uygulamak zorunda.

'Başarısız, zayıf, kırılgan'

Aynı sürecin ne önemli bileşenlerinden biri ise yöneticilerin halka hesap vermeleri için gerekli kanalların sürekli açık ve işler tutulması. Bu bakımdan, şeffaflık ve hesap verebilirlik siyasal sistemin en önemli özelliklerinden biri olarak beliriyor. Sovyet sonrası dönemde pek çok devlette demokratik reformlar hayata geçirilemedi. Komünist rejimde toplumsal taleplerin baskılanması, halkın bu yönde irade sergilemesini engelledi. Yöneticiler de kendi aralarında kurdukları ittifaklarla siyasal iktidarla ekonomik kaynakları paylaştılar. Rusya'nın da ilk başta kendiliğinden ortaya çıkan bu kurumsal hâle gelmesinde önemli bir payı oldu. Bu ülkeler güçlü birer güvenlik aygıtı durumuna geldiler. Dolayısıyla belki hiçbir zaman örneğin Afrika'da yaşandığı şekilde bir otorite boşluğuyla karşılaşılmadı, ancak modern demokratik devletin bir örneği de ortaya çıkmadı. Buradan hareketle, Sovyet bakiyesi devletlerin bir kısmının "başarısız, zayıf, kırılgan" kategorilerine oldukça yakın bir görünüm sergilediklerini söylemek pek de haksız değil.

Ukrayna Savaşı özelinde bakıldığında cevaplanması gereken ilk soru, Rusya'nın ve Batı'nın bu süreçteki rolleri. Rusya, özellikle Putin sonrası süreçte otoriter bir devlet modeli kurarak geleneksel imparatorluk iddialarına sahip çıktı. Batı'nın ise SSCB sonrasında bölgeye yönelen ilgisinin giderek azaldığı söylenebilir. Daha doğrusu, Rusya bu alanı boş bırakmak niyetinde olmadığında gösterdikçe başta ABD olmak üzere Batı ülkeleri kontrollü davranmaya başladılar. Rusya ise Batı'nın kararsız tutumunu gördükçe bölge üzerinde etkisini giderek artırdı. Bir taraftan kendisini destekleyen yöneticiler aracılığıyla ülke siyasetlerini kontrol ederken diğer taraftan da coğrafyada bulunan ülkelerin kendisinden habersiz ekonomik faaliyetler yürütmelerinin önünü kesti. Böylece tıpkı Sovyet döneminde olduğu gibi hem siyasal hem de ekonomik açıdan kendi güdümünde hareket eden bir devletler topluluğu meydana getirmeyi amaçladı. İzlediği incelikli strateji nedeniyle aslında bu amacına da büyük ölçüde ulaştı. Rusya, ABD ile Çin arasındaki gerilim gibi çatışma alanlarıyla Ortadoğu'da ortaya çıkan fay hatlarını da kendi lehine kullanmayı becerdi.

Öte yandan Ukrayna'nın devlet kapasitesinin gelişmişlik düzeyi açısından çok da iyi durumda olmadığı, ülkenin bağımsızlıktan sonra ekonomik göstergeler, demokratikleşme ve devlet kapasitesinin geliştirilmesi açısından karnelerinin çok iyi olmadığı rahatlıkla söylenebilir. Bağımsızlık sonrası siyasal istikrarın bir türlü sağlanamaması ekonominin de bundan olumsuz etkilenmesine yol açtı. Aslında Ukrayna, Batı'nın ilgisine ve desteğine diğer pek çok Sovyet bakiyesi devletten daha fazla mazhar durumdaydı. Rusya'nın ülkenin doğusundaki Luhansk ve Donetsk bölgelerine yönelik talepleri, en sonunda Kırım'ı fiilen işgal etmesi Ukrayna'nın Batı dünyası nezdinde bir koruma araması sonucunu doğurdu. Ancak Ukrayna, Batı'dan gerçek bir destek alamadı. 2019'da başlayan Zelensky iktidarı, başlarda toplumda geleceğe yönelik umutları artırsa da Rusya'nın 2022 yılında başlayan askerî müdahalesi Ukrayna halkı için yeni bir dram yarattı.

Kırım'ın işgalinin dünya genelinde nispeten tepkisiz karşılanmasının Rusya'yı Ukrayna'ya yönelik yeni bir hamle için teşvik etmesi uzun zamandır bekleniyordu. Zelensky'nin Batı'yla yakınlaşma çabaları, büyük ihtimalle Rusya'nın bu konuda elini çabuk tutmasına yol açtı. Rusya'nın Batı'dan gelecek sınırlı tepkileri tahmin ettiği ve bunlara önceden hazırlandığı anlaşılıyor. Asıl öngörülemeyen durum ise Ukrayna halkının güçlü direnişi oldu. Muhtemelen kısa sürede gerçekleşecek bir yönetim değişikliğiyle kendi adına sonuca kısa sürede ulaşacağını düşünen Rusya'nın oldukça zorlu bir savaşın içine girdiği görülüyor. Elbette bu aşamada sürecin Ukrayna ile Rusya'yı nereye götüreceğini söylemek oldukça zor. Ancak savaş nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın işgale karşı direnen Ukrayna, hem dünyaya hem kendisiyle aynı durumda olan diğer ülkelere farklı mesajlar verdi.

Ukrayna direnişinden çıkan ilk mesaj, halkın iradesine dayanan güçlü bir demokrasinin pek çok zorluğun önüne geçebileceği. Toplum, kritik bir dönemde liderlik yeteneği gösteren seçilmiş cumhurbaşkanının arkasında durdu. Zelensky'nin seçimlerde aldığı oy oranı ve seçimlerde şaibenin olmaması devlet başkanına güveni ve desteği en üst düzeye çıkardı. Nitekim Ukrayna yönetimi şu ana kadarki başarısını halkın kendisine verdiği desteğe borçlu. Başka bir mesaj ise kurumsallaşmış ve belirli bir geleneğe dayanan hukuk devletinin önemi. Vatandaşlar tarafından sürekli denetlenen bir sistem, doğal olarak siyaset kurumuna duyulan güveni de artıracaktır. Ukrayna krizi, benzer durumda ülkelerin devlet kapasitelerini geliştirmelerinin ve gerçek anlamda demokrasiye geçişlerinin hızlanması yönünde olumlu bir etki sağlayabilir. Sürecin bir diğer olumlu sonucu ise hâlâ emperyal hedefler peşinde koşan ülkelerin cesaretlerinin kırılması olacaktır. Dolayısıyla nasıl biterse bitsin Ukrayna Savaşının daha şimdiden doğrudan kendisini çok aşan bir öneme sahip olduğu anlaşılıyor. Savaştan çıkarılan dersler ise eğer doğru mesajlar alınırsa bundan sonra pek çok devletin kaderini belirleme potansiyeli taşıyor. @heberis

@heberis