‘Devlet gibi’ görünmek

ALİ OSMAN SEZER /Hukukçu
13.10.2012

Devlet milli iradenin tezahürüdür ve nasıl ki kişi iradesini ancak kendinde görebilirse millet de devleti ancak kendisinde görebilir. Kişiden bağımsız bir irade olamayacağı gibi milletten bağımsız ve ayrışık, milletin karşısına alabileceği devleti, devletin de karşısına alabileceği milleti olamaz.


‘Devlet gibi’ görünmek

ALİ OSMAN SEZER /Hukukçu

Devletin görünmesi mümkün olmasa da ‘devlet gibi görünmek’ mümkün olabilir ve özellikle devletler tarihi de daha çok ‘devlet gibi’ görünenlerin tarihidir. ‘Devlet gibi’ ortaya çıkan bu görünümlerin temel dayanağı, devleti görmekten mahrum olan milletin bu mahrumiyetten kurtarılması için, devletin cisimleşmiş hali gibi davranmak ve böylece halka yol yordam göstermektir! Aslında gösterilen bu yol yordam, milletin varoluşunu, devlet görünümü ile olan ilişkiler biçimine göre kimin nerede ve nasıl olacağını belirleyen bir mekana savurarak görünmez kılar. Varlığının kaynağı millet olan devletin onunla ilişkisi organik ve aynı doğrultuda iken, ‘devlet gibi görünenin’ milletle ilişkisi mekanik ve ayrıştırıcıdır.

Devlet milli iradenin tezahürüdür ve nasıl ki kişi iradesini ancak kendinde görebilirse millet de devleti ancak kendisinde görebilir. Kişiden bağımsız bir irade olamayacağı gibi milletten bağımsız ve ayrışık, milletin karşısına alabileceği devleti, devletin de karşısına alabileceği milleti olamaz. Görüldüğü üzere buraya kadar söylediklerimiz teamüllerle şekillenmiş devlet ve millet algımızla bir paradoks oluşturuyor. Çünkü devlet algımızın gerekçesi olan deneyimler, onun koruyan, gözeten, nasıl yaşayıp neye nasıl inanacağımızı öğreten hatta giyim kuşamımızla bile ilgilenen bu yüzden de gerektiğinde varlığımızı ona armağan etmemiz gerektiğini öğretti. Bu algı devlet-millet ilişkisinin vesayet içinde gerçekleşmesi, devlet görünümünde olmayı, devlet olmakla bir saydı.

Kişilerin kendisini bir millete ait hissetmesi ve o milletin unsuru olabilmesi, inanca dair iradi bir kavram olan millette, kendi inancı ve iradesi ile serbestçe (akli bağlamları ile) ve özgürce (sorumluluğunu alacağı davranışlar ile) var olabilmesi ile mümkündür. Zaten millet bu süreçte oluşur. Bu süreçte yer almış, halihazırda yer alan ve gelecekte orada olacak şahıslar milletin unsurudur. Devlet ve milletin bu organik ilişkisi onların birbirinden ayrışık ilişkilerinin ve problemlerinin olamayacağını ortaya koyar. Bu nedenle millet adına devlet aygıtının idaresinde görev alanların zemini bu organik bağdır. İşte bu organik bağı yok saymak, tamamen kendinden menkul millet tasavvuru ile kendisini devlet görünümünde ortaya koymaya ve milletle karşı karşıya gelmeye yol açacaktır. 

Belirttiğimiz gibi doğası gereği devlet hiçbir surette milletle karşı karşıya gelemez. Ancak bir şekilde devlete eklemlenen kişi ve kurumlar devletin sıfatlarını kendilerine ait kılmaya çalışarak devlet görünümüne girebilirler. Bu durum öncelikle bu işin gerçekleştirilmesine katkı sağlayacak bir kadro ve organizasyonu gerekli kılar.  Bu kadronun teşekkülü, devlet idaresinde görevli olacak kişilerin bu husustaki liyakatlerine göre değil, devlet gibi görünecek kişi veya yapıların teşekkülündeki yeteneklerine göre belirecektir. Devlet idaresini millete hizmet doğrultusundan çıkaran bu oluşumun en belirgin özelliği milleti devlete hizmet hususunda idare etmesidir. Bu ortamda devlet gibi görünenler devletin yerine geçtiğinden milletin güvenliği bu görünüme hizmet oranında gerçekleşecektir. Böyle bir ortamda sürekli itaati sağlayabilmek için de sürekli bir düşman ve tehdit algısına gereksinim vardır. Bunun temini için de ‘devlet gibi görünen’ yapıya uyum sağlamayan her şey düşman senaryosunun konusu olur.

Sürekli karşısına düşman konan milletten beklenen makbul davranış ise bu düşman karşısında devlet gibi görünenin tarafında olduğunu ispatlamasıdır. Bu durum bazen öyle bir hal alır ki kontrol edilmesi güç olan ‘düşman’ ve ‘devlet gibi görünen’ arasında bırakılan ‘millet’ her iki tarafı da idare etmek zorunda paranoyak bir zemine mahkum olur. Çoğunlukla ‘devlet’ ve ‘devlet gibi görünen’ bu yapılar birbirine karıştırılır. İşte Thomas Hobbes’un Leviathan’ı ve Marks’ın tehdit olarak gördüğü devlet böyle bir devlettir. Dolayısı ile bu yapı aslında devlet değil onun gibi görünen bir yapılanmadır. Bu durumda Thomas Hobbes’un oluşturmak istediği Leviathan ve Marks’ın ortadan kaldırmak istediği ‘devlet’ ancak milli iradeden ayrışık ve ona rağmen teşkilatlanmış bir ‘devlet gibi görünen’dir.

Özellikle milli iradeye müdahale ile varlık bulan ‘devlet gibi görünen’ karşısında Türkiye’de önemli deneyimler yaşanmış ve son dönemde de Türkiye bu yapılanmalar ile mücadele sınavı veriyor. Devlet gibi görünene karşı verilen bu mücadelenin devlete karşı yapılan bir girişim olduğu propagandası ise hala sürmekte ve yaratılan gerilim ortamları ile bu mücadelede devletin güçsüz bırakıldığı ispatlanmaya çalışılmaktadır. Bu gerilim ortamları özellikle millet üzerinde onu zor duruma sokacak eylemlerle ortaya konmakta. Burada amaç devlet gibi görünmek isteyenin devlet olarak kurtarıcı olduğu inancını pekiştirip tekrar dirilebilmektir.

Bu noktada dikkat edilmesi gereken en önemli tehlike toplumsal her olgunun salt siyasi söylemin konusu haline getirilmesi ve o zeminde ele alınmasıdır.  Bu söylem aslında ‘devlet gibi görünen’in yöntemi olarak, toplumu devre dışı bırakan ve onu mücadele edilen ile devlet arasında sıkıştıran bir oluşuma dönüştürmektedir. Toplumsal problemlerin çözümünü ve toplumun kendi iradesi doğrultusunda dönüşümünü esas alan devletin toplumsal dinamiklerin yanında yer alması önemlidir. Yoksa olaya kendi kurguladığı siyasi söylemle yaklaşan devlet bu durumda toplumu o alanda görünmez kılacak ve böylece o bölgenin, mücadele ettiği yapının renginde görünmesine ve oradaki herkesin “olağan şüpheliler”e dönüşmesine yol açabilecektir. Oysa devletin dönüştürücülüğü kendinden menkul değil milli iradeye uygun olmak zorundadır. Bu nedenle devletin öncelikle milletle, onun karşısında olanı ayrıştırabilmesi ve milletin yanında aynı irade üzerinde durabilmesi gerekir. Sorunların çözümünün gerçek zemini burasıdır. Aksi halde ortaya, sorunları çözümsüzlüğe iten, ‘devlet gibi görünen’, kendinden menkul bir oto-devlet çıkacaktır. Özellikle ‘devlet gibi görünen’in geçmişteki uygulamalarının devletle karıştırılmasının sebep olduğu, toplumsal hafızaya kazınmış anılar böyle bir siyasi söylem karşısında çekimser kalmaya yol açacaktır. Bu yüzden salt siyasi söylem üzerinden çözüm üretmek adına her alanda kurumsallaşmak yerine devletin, toplumun yanında yer almayı ve bu zeminde toplumsal dinamiklerle birlikte, bireysel ve toplumsal oluşumların önüne geçmeden çözüme yürümeyi başarabilmesi gerekir.

Devlet ve milletin organik bağı

Toplumsal problemlerin en önemli çözümü yine toplumda var olan fonksiyonların ve organizasyonların sağladığı dinamikler ve bu dinamikleri işlevsel kılacak motivasyondur. Devletin, millet olmanın esas dinamiklerini gözetmeden, hizmet adına her alanda kurumsallaşmaya çalışması, bireysel ve toplumsal fonksiyonları işlevsiz bırakır, toplumu kendini ifade edemeyen monoton bir yapıya dönüştürür. Bu yapı da, devlet millet arasındaki organik yapıda çatlağa yol açarak, bu çatlağa sızan ve kendini toplumun ifadesi olarak gören oluşumlara fırsat vererek yeni problemlere yol açar. Problemlerin ve onların çözümsüz kalmasının en önemli sebebi bu ifade sorunudur. Kendini ifade edebilen, bu ifadenin açtığı yolda problemlerini çözerek kendisini gerçekleştirebilecektir.

Çözüme ulaşmada motivasyonu temin edecek temel algı noktası da bu ifadenin önünü açacak liyakate riayet hususu olacaktır. Nasıl ki ‘devlet gibi görünen’,  milleti görünmez kılmak pahasına, liyakatin önünü tıkayarak kendisini meşru imiş gibi gösterecek kişi ve araçlarla bu  noktaya ulaşmışsa, bu sefer, devletin varlığının temel unsuru olan milletin görünebilmesi için işe, liyakatin temini ile başlamak ve bu suretle her bir yapının kendi asli fonksiyonlarına dönüşünü mümkün kılabilecek algıyı gerçekleştirebilmek gerekir. 

Bu süreç, bedensel ve düşünsel emeğin gözetilmesi ve her tür emeğin karşılığı olan hakkın tasdik edilip korunması bilinci ile ulaşılacak adaletin tesisi yoluyla, bir emek karşılığı olarak üzerinde durduğumuz mülkün ve adaleti sağlayan bizim, meşruiyetimizi de gerçekleştirecektir.  

   [email protected]