Devlet kararlı millet sahipleniyor...

Adnan Boynukara - Yazar
16.11.2013

Hükümetin tutumu, oy devşirmek değil, kararlı bir iradeyle meseleyi çözmektir. Güvenlik politikalarına mahkum edilen Kürt meselesinin neden olduğu hak ihlallerini yaşayanların, meseleyi çözüm ve siyaset zeminine çeken iradeye destek olmaları gerekir.


Devlet kararlı millet sahipleniyor...

Çözüm sürecinin, türlü engelleme çabasına rağmen oluşan ortak iradeyle devam etmesinin bazı kesimleri rahatsız ettiği biliniyor. Bunu açıkça ifade eden ve yazanların, farklı dönemlerde üstlendikleri fonksiyonlar ve var olan ilişkileri nedeniyle, oluşturdukları rahatsızlığın süreci etkileme kapasitesi sınırlı. Ancak, yeni oluşan ve şimdilik gözardı edilen farklı bir sorundan bahsetmek mümkün. Bu sorun; devleti yöneten karar vericilerde oluşmuş olan çözüm iradesini sarsma, Kürt kitlesinin güven duygusunda erozyon oluşturma, bunun üzerinden kamuoyunun sürece ilişkin desteğini sınırlama ve son aşamada da sürecin tarafı olan Kürt karar vericilere nüfuz ederek süreci olumsuz etkileme şeklinde tanımlanabilir.

Çözüm iradesi...

Öncelikle, çözüm sürecinin sorunlu olduğu, yürümediği ve kesintiye uğradığı türden ifadelere açıklık getirmekte yarar var. Çözüm sürecinin olumlu sonuçlandırılması konusunda, hükümetin ve Başbakan Erdoğan’ın tutumunun oldukça net olduğu açık. Konuya ilişkin kararlılık sıklıkla ve net ifadelerle dile getiriliyor. “Baharı kışa çevirmelerine izin vermeyeceğiz”, “geri adım atmayacağız”, “bizim açımızdan çözüm süreci yürüyor, kararlıyız, çözüm sürecini ihlal eden bedelini öder, süreci ihlal eden biz olmayacağız” ifadeleri bahsettiğimiz kararlılığın ilanıdır. Genel seçmen kitlesinin algısını yönetmeye ilişkin kimi tutumları bir kenara bırakacak olursak, iktidarın kararlılığı konusunda sorun olduğu söylenemez.

Öte yandan, 2013 Nevruz açıklaması ile ortaya çıkan iradenin, 14 Ekim 2013 ve 9 Kasım 2013 mesajları ile teyit edildiğini de biliyoruz. Süreç hakkında konuşanların büyük bir kısmı; “Son bir yılda başlatmış olduğumuz sürecin anlamı büyüktür, yürüttüğümüz çalışmalar önemlidir, büyük bir çabayla yürüttüğümüz bu çalışmalar toplumu rahatlattı, büyük zelzele dindi” ve “çözüm süreci ciddi bir aşamaya gelmiştir, bütün olumsuzluklara rağmen tek canlı da olsa barış iradesini sürdürme kararlılığımız vardır” bu ifadelerden habersiz oldukları söylenemez. Ancak yaptıkları şey, kamuoyuna ve kitleye mesaj vermektir. Çözüm süreci ise mesajlar üzerinden yönetilecek bir süreç değildir.

Kamuoyuna mesaj verme eğilimleri baskın olanların tutumu bir kenara bırakılırsa, birbirini doğrulayan ve destekleyen iki kararlı tutumun ortada olduğu görülür. O zaman da, sürecin gidişatını bu iki mihenk noktası üzerinden anlamak ve izlemekte yarar var. Sürecin aktif tarafı olmayan kimi isimlerin; “süreç bitti”, “süreç öldü”, “ölen sürece can vermeye çalışıyoruz” türü ifadelerinin, kendi tabanına mesaj vermenin dışında bir anlamı yok! Bu konuda görüş belirtenlerin ifadelerinin dikkate alınmasının ve devam eden çözüm sürecinin tarafı olabilmelerinin yolu ise tarafların ortak iradesiyle oluşmuş olan kararlığa uygun bir dil geliştirmeleridir.

Güvensizlik atmosferi

Var olan kararlılıkla birlikte, ortak iradeyi ve dolayısıyla da süreci bozmak isteyenlerin, odaklandıkları alan, genel Kürt kamuoyu nezdinde süreç ve hükümetin niyetine ilişkin güven bunalımı oluşturmaktır. Bu sonuca ise bireysel ve/veya adli olayları bağlamından kopartıp yorumlayarak ulaşılmak isteniyor. Bahsettiğimiz tutumu, son bir kaç ayda meydana gelen kimi olaylar üzerinden irdelemek ve bunlar üzerinden yürütülen kampanyalara bakarak anlamak mümkün. Olayların arkasındaki nedenler ve ilgili tarafların tutumları dikkate alınmadan, olaylar çözüm süreciyle ilişkilendirilmeye çalışılıyor.

Rojova bölgesinde cereyan eden olaylar, sınıra duvar konusu, Şemdinli Altınsu Köyü İncesu Mezrası’ndaki patlama, Batman’da meydana gelen cinayet olayı vs. Bu tür olaylar dikkatlice incelenirse adli veya kimi bireysel olayların farklı mecralara çekilerek çözüm süreciyle ilişkilendirildiği görülür. Bu tarzın ve siyasi perspektifin, geleceği kurmaya yönelik çözüm süreci açısından sorunlu ve kabul edilemez olduğu açıktır. Bununla birlikte, bu tarz üzerinden siyasi bir kazanım elde edilmesi de mümkün değildir. Çünkü toplumun odaklandığı temel konu meselenin çözümüdür. Bunu görmek lazım!

Devletin ilgili birimlerinin, var olan güven sorununu derinleştirecek olaylar karşısında sergilediği tutumun doğru ve tutarlı olduğu söylenemez. Öyle derin bir duyarsızlık var ki; kamuoyunu bilgilendirmek, gerçeği ortaya koymak ve olumsuzlukları gidermek ihtiyacı dahi hissedilmiyor. Eski Türkiye reflekslerinden birisi olan bu yaklaşımın riskli ve sorunlu olduğu açık. Devletin ve dolayısıyla da diğer aygıtların yönetiminde görev alanların temel sorumluluklarından birisinin de, kamuoyunu doğru bilgilendirmek olduğu konusunda kuşku yok. Hükümete düşen, süreci etkilemeye yönelik çabalara ve söylemlere takılmadan, olayların üstüne gitmek ve olayları bağlamından koparmaya yönelik çabalara izin vermemektir. Çünkü çözüm süreci, dar ufuklu kimi isimlerin siyasi ihtiraslarına kurban edilemeyecek kadar değerlidir.

Kürt meselesinin çözümü konusunda değişik tarihlerde farklı girişimlerin olduğunu biliyoruz. Bu girişimlerin başarısızlıkla sonuçlanmasının en temel nedeni, devlet aygıtını yöneten ‘taraflar’da ortak bir iradenin ve kararlılığın olmamasıdır. Ortak kararlılık bir kenara, herkesin egemen olduğu alanı kendine göre biçimlendirdiği, yargısız infazların ve köy boşaltmalarının yaşandığı süreçlerden geçtik. Güvenlik politikalarının dışında hiç bir öneriyi dikkate almayan süreçleri yaşadık. Bu tür örnekleri çoğaltmak mümkün... Tüm bu olumsuzluklardan sonra, meselenin çözümü konusunda ilk kez ortak bir kararlılık var. Bu kararlılık, meselenin çözümü için oldukça önemli ve anlamlı. Devletteki kararlılığın ortaya çıkmasıyla birlikte, süreci olumlu anlamda etkileyecek asıl faktör, milletin çözüm sürecini sahiplenmesidir. İlgili araştırmalar, milletin oldukça geniş bir kesiminin çözümden yana olduğunu ortaya koymaktadır. Bu ise cumhuriyet tarihi boyunca ender oluşan bir atmosfer ve sahiplenmedir. Dolayısıyla; millet ve devlette oluşan bu kararlılığın ortaya çıkardığı iradeye güvenmek ve süreci kesintiye sokacak tutumlardan uzak durmak oldukça önemli...

Barzani ve Şivan Perwer

Kimileri küçümseyebilir veya değersiz göstermek için özel bir çaba gösterebilirler, ancak Başbakan Erdoğan’ın Diyarbakır ziyareti, Barzani ile Diyarbakır’da yapacağı görüşme ve yıllar önce vatandaşlıktan çıkartılmış olan Şivan Perwer’in bu ziyarete katılacak olması oldukça anlamlı. Sıklıkla dile getirilen, ‘Kürt meselesi konusunda devletin tutumu ve refleksleri değişti ve hükümet çözüm istiyor’ ifadesinin somut göstergelerinden birisidir. Bu iki ismin temel özellikleri; Şivan’ın, Kürt kültürünün organik değerlerinden birisi olması ve Barzani’nin ise bölgesel hükümetin başkanı olmasıdır. Bu bağlamda bakıldığında ise Türkiye’nin ‘organik ve doğal’ Kürt kitlesi ile eşitlik ilişkisi kurarak bütünleşmeye çalıştığını söylemek yanlış olmaz. Aslında Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun Irak ziyareti ve Şii liderlerle yapmış olduğu görüşmeyi de bu anlamda değerlendirmekte yarar var. Yani Türkiye, kendisine döndükçe, tarihsel ve kültürel değerleriyle barıştıkça, çevresiyle ve akrabalarıyla yeniden barışıyor, kaynaşıyor. Çünkü bu tutum, Yeni Türkiye’nin temel özelliğidir. İşte Irak ve Diyarbakır ziyaretleri, bu anlamlarının yanı sıra, bölgeye dayatılmak istenen, kışkırtılan etnik ve mezhebi husumetlere verilen şık bir cevaptır. Bu adımların Türkiye öncülüğünde atılmış olmasını da, geleceği izlemek açısından, not etmekte yarar var.  Diyarbakır’da yapılacak görüşmelerle ilgili olarak, üzerinde durulması gereken diğer bir konu ise BDP’li yöneticilerin “görüşmeyi önemsiyoruz” açıklamasıdır!

“Bir siyasetçi gelecek seçimi, bir devlet adamı ise gelecek kuşağı düşünür” sözü, çözüm süreci konusunda alınan tutumları analiz etmek için bize güzel bir imkan sunuyor. AK Parti hükümeti ve Başbakan Erdoğan, ortaya koyduğu irade ve değişik tarihlerde hayata geçirmeye çalıştığı girişimlerle, Cumhuriyet tarihiyle yaşıt bir meselenin çözümü konusunda kararlı olduğunu yineliyor. Geçen süre içinde, bu kararlılığını teyit eden tutumunu koruyor. Bu, ülkenin ve insanımızın geleceğini önceleyen bir siyasi kararlılıktır. Türkiye’deki seçmen tercihlerini ve siyasi eğilimleri dikkate alan herkesin, risk aldığına ilişkin değerlendirmelerine rağmen, bu iradenin korunması anlamlı!

Ortada olan çözüm iradesini görmezden gelip veya yok sayarak, ikide bir “hükümet ve seçim” denklemi üzerinden eleştiri getirenlerin kullandığı dilin oldukça gündelik ve kendisi açısından seçime endeksli olduğu açık. Bu dilin, önümüzdeki seçime kadar kendi tabanını diri tutmaya yönelik olduğunu anlamak için fazla bir söze gerek yok! 2002’den yana yapılan seçimleri ve son zamanlarda yayınlanan kamuoyu araştırmalarını analiz eden herkes, AK Partinin oy kaygısı taşımadığını görür ve bu değerlendirmenin doğru olmadığını teyit eder. Kısacısı; hükümetin tutumu, meseleden oy devşirmek değil, kararlı bir iradeyle meseleyi çözmektir. Bu nedenle de; güvenlik politikalarına mahkum edilen Kürt meselesinin neden olduğu sorunları ve hak ihlallerini yaşayanların, meseleyi bu denklemden kurtarıp çözüm ve siyaset zeminine çeken iradeye destek olmaları gerekir. Çünkü sürecinin tarafı olmak ve geleceğe ilişkin atılan adımları takip etmek bununla mümkündür.

[email protected]