Devletin FETÖ’den arındırılması ve olası riskler

Doç. Dr. Serdar Gülener / Sakarya Üniversitesi Öğretim Üyesi
24.09.2016

Türkiye Cumhuriyeti Devleti 15 Temmuz gecesi anayasal düzene kasteden ve ağır insan hakları ihlalleri işleyen bir terör örgütünün gerçekleştirdiği darbe girişimine toplumun büyük feraseti ve dayanışması ile karşı koymuş ve bu kalkışmayı başarısızlığa uğratmıştır.


Devletin FETÖ’den arındırılması ve olası riskler

Türkiye Cumhuriyeti Devleti 15 Temmuz gecesi anayasal düzene kasteden ve ağır insan hakları ihlalleri işleyen bir terör örgütünün gerçekleştirdiği darbe girişimine toplumun büyük feraseti ve dayanışması ile karşı koymuş ve bu kalkışmayı başarısızlığa uğratmıştır. Ardından bu girişimin başlıca aktörü olan Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ile çok önemli bir hesaplaşma içine girmiştir. Bu hesaplaşmanın en önemli sacayağını ise örgütün devletin çeşitli kademelerine büyük bir gizlilik içinde sızmış olan mensuplarının kamu görevinden uzaklaştırılması meydana getirmektedir. Hükümet, girişimin hemen ertesinde FETÖ’cü unsurları devletten arındıracak adımları atmış ve bugüne kadar yaklaşık 90 bin kamu personeli görevlerinden uzaklaştırılmıştır. Uzaklaştırılanların bir kısmı hakkında hukuki süreçler başlatılmış, bu çerçevede gözaltı ve tutuklama kararları hayata geçirilmiştir.

Bu kadar kapsamlı bir arındırma Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir ilki ifade etmektedir. Özelikle kamu görevinden tasfiye edilenlerin sayısına bakıldığında bu durum net bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Böylesi geniş çaplı arındırmalar karşılaştırmalı örnekler incelendiğinde zaman zaman rastlanılan süreçler olarak karşımıza çıkmaktadır. Fakat gerek 15 Temmuz darbe girişiminin gerekse bu girişiminin ana aktörü olan FETÖ’nün karakteri dikkate alındığında Türkiye’deki sürecin özgünlüğü dikkat çekici bir hal almaktadır. Zira karşımızdaki örgüt, neredeyse Cumhuriyet tarihinin yarısından itibaren devlete sızmayı bir amaç olarak benimsemiş ve bunun için son derece gizli yöntemler geliştirmiş bir niteliğe sahiptir.

Arındırma bir devlet politikası olarak toplu/örgütlü biçimde suça bulaşmış kamu görevlilerinin bulundukları makamlardan uzaklaştırılmalarını, tasfiye edilmelerini ifade eden tedbirler kadar gözaltına alma ve tutuklama gibi yargısal süreçleri de kapsayan bir bağlama sahiptir. Dolayısıyla arındırma süreçleri günlük siyasal amaçlardan öte devletin varlığına yönelik tehditleri bertaraf etmeyi amaçladığı için bir “devlet politikası” biçiminde kurgulanmaktadır. Arındırma “temizlik” (purge) kavramından bu noktada ayrılır; yok ederek/ortadan kaldırarak değil; suça/ihlale bulaşanları, suçu/ihlali teşvik edenleri tespit ederek tasfiye etmeye odaklanır. Bu noktada arındırma, hukuk devletinin enstrümanlarını kullanması nedeniyle önemlidir.

Arındırma, kamu görevlilerini birey olarak değil bir grubun üyesi olarak değerlendirir ve bu yüzden bireyin içinde yer aldığı grubun sorumluluğunu taşıdığı kabul edilir. Bu grup rastgele bir araya gelen kişilerden oluşmamaktadır. Bunları bir araya getiren bir ideoloji, değerler sistemi veya dünya görüşü vb. mevcut olmalıdır. Aynı zamanda bu grubun ortaya koyduğu şiddete dayanan ya da şiddete dayanmasa bile yıkıcı/ihlal edici bir nitelik gösteren örgütlü bir hareketin oluşup oluşmadığının tespiti de önemlidir. Bir grubun örgütlü hareket ettiğini söylemek için üyelerin belirli bir amaç için hareket ettiklerine inanmaları, birbirlerinden aynı amaç uğruna çalışmalarını beklemeleri, bir eylem olmasa dahi aynı amaç içerisinde olmaları, üyelerin nihai amaçları arasında asli bir bağın olması ve üyelerin kullanacakları araçlar konusunda bir fikre sahip olmaları gerekmektedir.

Arındırmanın örgütlü bir grup faaliyetine karşı gerçekleştirilmesi beraberinde iki önemli riski de getirmektedir. Bu riskler önemlidir zira arındırma politikasının etkin/başarılı bir biçimde işletilmesine ve sonuçlandırılmasına doğrudan etki etme potansiyeli taşımanın yanı sıra bireylerin birbirine ve devlete olan güvenlerini adaletsizlik algısı ile ortadan kaldırmak gibi yıkıcı sonuçlar da doğurabilir. Bu nedenle Türkiye’de devletin FETÖ’den arındırılması için verilen mücadelenin önündeki iki önemli zorluğa dikkat çekmek gerekmektedir.

Arındırmanın aynı amaca hizmet eden örgütlü bir harekete yönelen karakterinin ortaya çıkardığı ilk risk arındırmanın toptancı bir yaklaşım içinde gerçekleştirilmesidir. Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı’nın “at izi it izine karıştı” şeklindeki ifadesi tam da bu riske işaret etmektedir. Söz konusu toptancılık suça/ihlale bulaşanları tasfiye ederken, örgütle ilgisi olmayan kişileri de o grupla ilişkilendirmek suretiyle tasfiye eden bir mantığın ürünü olarak ortaya çıkmaktadır. Tasfiyeyi gerçekleştirenlerin kişisel/ideolojik pozisyonları kadar bizzat kripto FETÖ’cülerin  tarafından yapılma olasılığı göz ardı edilmemelidir. Arındırmada sergilenecek toptancı bir anlayış, FETÖ’yü devletten arındırmanın ana amacı olan devlet kurumlarına olan güveni güçlendirmek bir tarafa toplum ile devlet arasındaki güven krizinin daha da derinleşmesine neden olabilir.

Patronaj ilişkileri ve FETÖ

FETÖ’nün devletten arındırılmasında karşımıza çıkan bir diğer riski patronaj ilişkilerinin sağladığı konforu kullanan FETÖ’cüler meydana getirmektedir. Bunlar arındırmayı yapmakla görevli birim, organ ya da kişilerle çeşitli kişisel ve ideolojik ilişkiler üzerine oluşturulmuş patronajın avantajlarına sahiptir. Bu kişiler yukarıda bahsedilen birinci riski önemli bir meşrulaştırma aracı olarak da kullanmakta, “Bu şekilde başta uygulayıcılar olmak üzere kamuoyu üzerinde yapılan bir arındırmanın başarısız olmaya mahkûm olduğunu” hatta “gerçekleştirilemeyen arındırmanın” suçlusunun “arındırmaya toptancı yaklaşanlar” olduğu söylemini kurmaya çalışmaktadır.

Birbirini besleyen bu iki risk FETÖ ile mücadelede aslında ortak bir amaca hizmet etmektedir: Arındırmanın yavaşlatılması ve mümkünse akamete uğratılması. Anlaşılan odur ki bundan sonraki süreçte kamuoyunu zihinlerde oluşturulan tereddütler üzerinden yönlendirme gayretleri artarak devam edecektir. Bu durum 17-25 Aralık sonrası süreçte tecrübe edilmiş ve 15 Temmuz darbecilerini cesaretlendiren iklim oluşturulmuştur.

Hangi adımlar atılmalı?

Yukarıda bahsi geçen iki riskin FETÖ ile mücadelede bugüne kadar elde edilen kazanımları akamete uğratma potansiyeli vardır. Kaldı ki FETÖ’nün yurt içinde ve yurt dışında gerçekleştirdiği propagandanın amaçladığı şey budur. Hem söz konusu risklerin bertaraf edilmesi hem de bireylerin birbirine ve devlete olan güveninin güçlenmesi için kullanılabilmesi bundan sonraki süreçte sistematik ve bütüncül şekilde işlemeye devam eden bir arındırma politikasını zorunlu kılmaktadır.

Arındırma sürecinde rol alan aktörler üzerinde sağlıklı bir denge-denetleme sisteminin kurulabilmesi hem tasfiyelerin toptancı bir anlayışla yürütülmesini hem de devletin çeşitli kademelerde gizlenen FETÖ’cülerle bunların işbirlikçilerinin ortaya çıkarılmasını kolaylaştırıcı bir işlev üstlenebilir. Oluşturulacak çeşitli idari mekanizmalar aracılığıyla ileri sürülen “haksızlık” iddialarının incelenmesi de bu çerçevede düşünülmelidir. Örgüt mensuplarının etkinliğini sağlayan en önemli özelliklerinden birinin güçlü bir ağ (network) içinde kendilerine biçilen görevleri yerine getirdikleri unutulmadan FETÖ şüphesi ile tespit edilen her bir kamu görevlisinin tek tek incelenmesi, örgüt ile olan bağının saptanması önemlidir. Toptancı bir anlayışı engelleyebilecek böylesi bir yaklaşım masumların zarar görmesini ortadan kaldırmanın yanı sıra, örgüt içindekilerin de suça bulaşma derecelerinin tespitine yardımcı olacaktır. Nitekim yapılan son açıklamalar bu konuda valilikler bünyesinde bazı birimlerin oluşturulacağı, FETÖ ile ilişkisi olmayan kamu görevlilerinin başvurularının kabul edileceği ve değerlendirileceğini göstermektedir. Bu mekanizmanın sağlıklı bir biçimde işletilmesi özellikle ilk riskin bertaraf edilmesinde önemli bir rol oynayabilir. Bununla birlikte gizlenen FETÖ’cülerin tespitine dair yapılan şikayetlerin de bu mekanizmanın görev alanı içine sokulması ikinci riskin ortadan kaldırılmasına hizmet edebilir.

Gerçekleştirilen arındırmanın tamamlayıcı unsurlarını tasfiyesi gerçekleştirilenlerin soruşturmaları ve yargılanmaları meydana getirecektir. Soruşturmalarda ve yargılamalarda elde edilen bulguların kamuoyu ile mümkün olduğunca paylaşılmasına özen gösterilmelidir. Sürecin şeffaflığına katkı sağlayacak bu durum aynı zamanda tasfiyelere dair ileri sürülen itirazların önüne geçilebilmesini kolaylaştıracaktır. Ayrıca tasfiye sürecinde resmi makamların elde ettikleri bilgi ve belgelerin kayıtlarının tutulması ve saklanması, devletin bu örgüte karşı bir hafıza oluşturmasının yanı sıra yine ortaya çıkması olası olan çeşitli itirazlara karşı da kullanılabilecek imkanlar sunabilir.

KHK’lar ile gerçekleştirilen tasfiyelerin yasal düzeydeki tamamlayıcı adımlarının atılması hızlandırılmalıdır. Bu çerçevede özellikle kamu personelini ilgilendiren mevzuatta OHAL sonrası dönemde FETÖ ile mücadeleyi hukuksal düzeyde daha kararlı hale getirecek olan düzenlemeler devreye sokulmalıdır. 15 Temmuz darbe girişimi FETÖ ile mücadelede radikal adımlar atılmasını bir zorunluluk haline getirmiştir. Bu mücadele, devletin bekasını güvence altına almayı gerektirdiği kadar toplumun devlet kurumları ile olan ilişkisinin adalet ve güven temelinde yeniden onarımına işaret etmektedir. Darbeciler, yalnızca Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasal düzenini yıkmayı amaçlamamışlar aynı zamanda başta yaşam hakkı olmak üzere insan hakları ihlallerine de bulaşmışlardır. Ortaya çıkacak en ufak bir ihmalin toplum ile devlet kurumları arasında geri dönüşü olmayan zararları ortaya çıkaracağı akıllardan çıkarılmamalıdır. Uygulayıcıların bu bilinçle hareket etmesi ve hukuk devletinin araçlarını terk etmeden devleti FETÖ’den arındıracak kararlılığı göstermesi 15 Temmuz’u kahramanca geri püskürten bu topluma karşı sahip oldukları başlıca sorumluluktur.

[email protected]