Devletleri yaşlandıran sorunlar

Prof. Dr. EROL KATIRCIOĞLU / Yazar
12.01.2013

Kürt sorununu çözmek için atılan adımlar, adımları atanları değiştireceği gibi bu adımların atılmasından rahatsızlık duyanları da değiştirecektir. Yolun bir yerinde dönüp baktığında hiçbir aktör, adımın atılmasından önceki durumda olmadığını, değiştiğini fark edecektir.


Devletleri yaşlandıran sorunlar

Hükümetin başlattığı “İmralı süreci” cesur bir süreç. Bir kere herkesin bu adımdan dolayı hükümeti kutlaması gerektiğine inananlardanım. Victor Hugo’nun “Zamanı gelmiş bir fikrin önünde bir ordu bile duramaz” cümlesi sanki bugünler için de düşünülerek söylenmiş gibi. Gerçekten de Kürt sorunu dediğimiz sorunun çözülmesinin zamanı çoktan gelmişti. Toplumda bunun birçok işareti var ama ben en çok yılbaşı gecesi ekranlarda Nişantaşı’ndan canlı yayın yapan bir kanalda, son derece şık ve zengin insanların neredeyse sözleşmişler gibi 2013’ün savaşın sona erdiği barışın geleceği bir yıl olmasını dilemelerinden etkilendim. Kendi kendime eğer barış isteği buralara kadar gelmişse bu iş artık bitecek diye düşünmüştüm. Bitecek mi bilmiyorum ama yılın ilk günlerinde bitmesi için atılan adımları duyunca ben de diğer birçok insan gibi umutlandım.

Aslında hayatın renkliliği ve ezberlenmiş doğrularla anlaşılamayacağı gerçeği, onun aynı zamanda vazgeçilmezliğini de anlatıyor bence. Bir işi yaparken, bir sözü söylerken hatta yalnızca ziyaret için bir şehri dolaşırken, önceden bilmediğimiz, bilmemizin olanaklı olmadığı inanılmaz sayıda olasılıktan etkilenerek değişiyoruz. Yola çıktığımız biz, yolun sonunda, yolun başındaki biz olmaktan çıkıyoruz, yolun başındaki “biz”den farklılaşıyoruz. Ve hayat böyle devam edip gidiyor...

Bu cümleleri şunları söylemek için yazdım: Kürt sorununu çözmek için atılan adımlar, adımları atanları değiştireceği gibi bu adımların atılmasından rahatsızlık duyanları da değiştirecektir. Yolun bir yerinde dönüp baktığında hiçbir aktör, adımın atılmasından önceki durumda olmadığını, değiştiğini farkedecektir. Bu tıpkı, İslamcı olduğu iddiasıyla iktidara gelmemesi için bin bir türlü engel çıkaran bir devlet aygıtına karşı, seçim kazanarak iktidara gelen AKP deneyimine benziyor. AKP iktidara gelirken ve iktidara geldiğinde, her gün, iktidar öncesi AKP’den farklılaştı. Karşısına çıkarılan her türlü engelle uğraşırken kendisi değiştiği gibi karşısına çıkarılan bu engelleri çıkaranları da değiştirdi.

Değiştiren deneyimler

Geldiğimiz noktadan baktığımızda, bugün “vesayet rejiminin” değiştiğini söylerken aslında aynı zamanda AKP’nin de değiştiğini söylediğimizin farkında olmamız lazım. Hatta CHP’nin de, MHP’nin de, BDP’nin de değiştiğinden söz etmemiz lazım. Hayatın çalışma mekanizması böyle.

İmralı sürecinin adımlarının atılmaya başlandığı şu günlerde, bu işe şu veya bu biçimde katılmış ve katılacak olanların daha şimdiden değişeceklerinin farkında olmaları ve bunu önceden kabul etmeleri gerekli bence. Çünkü tıpkı İslami kimliğin AKP ile güneşin altında yerini istemesi gibi Kürt kimliği de güneşin altında kendi yerini istiyor. Bu talepler aslında devlet tarafından verilmiş bir kimlikle yaşamak zorunda kalmış bir toplumun toplum olmak istemesinden başka bir şey değil. Her toplum gibi “normal” yaşamak istemenin neresi kötü olabilir ki?

Devletin bu güne dek Kürtleri bir kimlik olarak yok sayıcı, ötekileştirici davranmasının bence tek bir mazereti olabilirdi, o da İbni Haldun’dan beri, bütün kadim Osmanlı’yı da etkilemiş bulunan devletin yaşlandıkça çökmesi olasılığı. İbni Haldun’un fikriyatıyla eğitilmiş hemen bütün Osmanlı ulemasında ve yöneticilerinde olan, tıpkı insanoğlu misaline uygun bir biçimde devletlerin de belirli bir yaştan sonra ölmek zorunda oldukları düşüncesi. Osmanlı’dan bu etkiyi devralmış bulunan Cumhuriyet’in ilk yöneticilerinin bu kader gibi olsa da razı olunması zor olan devletin çökmesi ve parçalanması olasılığına karşı bir direnç göstermeye çalışmasını anlaşılabilir bir tavır olarak görebiliriz.

Ama kabul etmek gerekir ki bu düşüncenin, Cumhuriyetin başında bir ölçüde gerçekçi olsa da hemen sonrasında anlamı kalmadı. Ulus devletler dünyasında bir imparatorluk bakiyesi olsa da kurulmuş bir ulus devletin yıkılması ya da parçalanması kolay kolay söz konusu olamazdı. Ama ne var ki damarlarına kadar bu düşünceden etkilenmiş yeni yönetici elitler toplumdaki farklılıkları bir ölçüde “donduran” bir formülle herkesi sanki bir ulus devletin “ulusu” imiş gibi kabul ederek toplumu öyle olmaya zorladılar. Bugün bizim “vesayet rejimi” dediğimiz rejim de aslında budur.

Ama bütün engellere rağmen nasıl ki İslami kimliğin taleplerinin bugün karşılanma aşamasına gelmesiyle bir tür “normalleşme” yaşıyorsak tıpkı onun gibi Kürt kimliğinin taleplerinin de karşılanması, “normalleşme” sürecimizi daha da hızlandıracaktır. Dolayısıyla Kürt sorununu bir “parçalanmanın” işareti olarak okumak alışkanlığından vazgeçip, “daha ileri bir demokrasinin” yapı taşlarından biri olarak görmeye başlarsak çok daha anlamlı bir tutum almış oluruz.

Nasıl ‘normal toplum’ oluruz?

Ama bu tartışma bağlamında yeniden altını çizmek isterim ki kimliklerin kendi taleplerini barışçı yollarla savunması meşru bir yoldur. Çünkü farklılıkların kendi farklılıklarını ifade etmeleri ve birlikte yaşamanın içine yedirebilmeleri ancak böyle mümkün. Ama bir toplumun gerçek anlamda demokratik yönetimi her bir kimliği aşan, ya da her bir kimliğin taleplerini kuşatan, yani içeren yeni bir bakış açısıyla mümkün. Asıl yapılması gerekenin bu olduğunu akıldan çıkarmadan, Kürt kimliğinin taleplerini konuşmaya başlamanın önemli bir adım olduğunu düşünüyorum. Bunları konuşmadan, nasıl birlikte yaşayabiliriz sorusunu cevaplamamız pek mümkün değil. Nasıl “normal” bir toplum olabiliriz sorusunu cevaplamamız da....

[email protected]