Devrimden darbeye Mısır

Cahit Tuz / SDE Ortadoğu Uzmanı
25.01.2014

Selame Musa’nın ifadesiyle, askeri cunta ülke halkının kendi “Karanlık Çağlarını” yenme çabasına engel olmuş ve ülke asker eliyle büyük kırılmalara açık hale getirilmiştir. Lewis Awad’ın “yaşamlarımızın sekizde biri yirminci yüzyılın ışığında yaşanırken, sekizde yedisi Ortaçağ’ın karanlığında geçiriyor” sözü, mevcut durumu en iyi şekilde fotoğraflamaktadır.


Devrimden darbeye Mısır

Mısır’da yaşananları değerlendirmeye geçmeden evvel, Mısır’ı tanımak ve ülke içerisindeki dinamikleri tahlil etmek, değerlendirmenin salahiyeti açısından önemli olacaktır. Zira, bir toplumda meydana gelen hadiselerin, o toplumun geleneksel siyasi, kültür ve sosyal yapısından ilintisiz vuku bulması mümkün değildir. Mısırlı düşünür, Lewis Awad’ın “Mısır bir aysberge benziyor; yalnızca sekizde biri deniz seviyesinin üzerinde, sekizde yedisi ise denizin derinliklerinde” tanımlaması nasıl bir Mısır’dan söz ettiğimizi göstermesi açısından son derece önemlidir. 

Mısır; medeniyet derinliği, kültürel birikimi, toplumsal zenginliği ve devlet geleneğiyle tarih boyunca Arap ve İslam dünyasına ilham kaynağı olmuş ve bu dünyanın ortak kültürünün en temel dinamiklerinden birini oluşturmuş bir ülkedir. Mısır, sahip olduğu bu özellikleriyle Arap ve İslam dünyasında merkezi bir konuma sahiptir. Araplarda yaygın olan “Mısır hapşırırsa tüm Arap dünyası nezle olur” kabullenmesi Mısır’ın coğrafyadaki etkinliğini ortaya koymaktadır. Ancak Mısır, bir türlü kendisine yüklenen bu misyona göre hareket eden bir kabiliyet ortaya koyamamıştır. Ülkenin hayat damarlarını elinde bulunduran askeri statüko, Mısır’ı adeta açık bir hapishaneye çevirmiştir. 

Nihayet özgürlük, adalet ve demokrasi arayışı olarak Tunus’ta başlayan ve akabinde Mısır’a sıçrayan Arap Baharı süreci 25 Ocak’ta Mübarek’in görevi terk etmesiyle neticelenmiştir. Mısır, tarihinde ilk defa sivil yönetime geçme fırsatını yakalamıştır. Ne yazık ki; devrimden hemen sonra harekete geçen “aysbergin” sekizde yedilik kısmı bir yıl dört gün süren Mursi dönemine askeri bir darbeyle son vermiştir.

Tahrir aktörleri

Tunuslu bir gencin kendini yakması sonucu fitilini ateşlediği devrim ateşi zaman açısından sürpriz olsa da, bölgenin içinde bulunduğu koşullar değerlendirildiğinde böylesi bir hareketlenmenin er ya da geç yaşanacağı uzmanlarca ön görülmekteydi. Nitekim, Tunus’ta başlayan süreç kısa sürede Arap dünyasının genelinde yankı buldu. Belirli ideolojilerin etrafında değil, kendiliğinden ve kargaşa içinde ortaya çıkan bu değişim talebi kısa sürede Mısır’da da karşılık buldu. Küreselleşmenin sunduğu imkanları iyi değerlendiren halk, ilk kez meşru taleplerinin öznesi görevini üstlenerek canı pahasına ve cüz-i imkanlarıyla yekvücut halinde meydanlara çıktı. Arap Baharı'nın sembolü haline gelen “Tahrir gençliği” bir kolektif çalışmanın neticesinde siyasi bir aktör olarak sembolleşti.

Esasında 25 Ocak’ta gerçek anlamda bir devrim olmadı. Mısır ordusu 25 Ocak devriminden memnun değildi. Ancak dönemin şartları orduyu nötr davranmaya zorladı. Mısır tarihinde yaşanan benzer olayları kısa sürede bastıran orduyu nötr davranmaya iten dört temel etmenden söz etmemiz mümkündür. Birincisi ilk kez bir toplumsal hareketlenmede başka aktörlere inisiyatif verilmedi. İkincisi, gerek burjuvazi, gerekse nispetten var olan orta sınıf ilk kez ortak bir bileşende bir araya geldi. Üçüncüsü,  halkın başlattığı devrim hareketlerinin taşıdığı mahiyet ordu tarafından algılandı. Dördüncüsü, ordu Tahrir’i zamanla kontrol altına alabileceği geçici bir isyan dalgası olarak görüyordu. Dolayısıyla, Tahrir’de toplananlar halkın belirli bir kesiminden oluşmuyordu. Ayrıca meydanda bir lider de yoktu. Nitekim Mısırlı düşünür Muhammed İmara’nın Mısır, “olaylar esnasında İslamcıları, Liberalleri, Kıpti ve Müslüman gençleri bir araya toplayan bir Tahrir Meydanı’na şahit oldu” ifadesi devrimin, toplumun bütün bileşenlerin katılımıyla gerçekleştiği ve dolayısıyla 25 Ocak tarihi, halkın ortak iradesini yansıtan “halk devrimini” ifade etmektedir. 

Böyle bir durumda ordunun müdahale etmesi orduyu halkla karşı karşıya getirecek ve dolayısıyla halkın nezdindeki olumlu imajı zedelenecekti. Ordu bu riski almak yerine askeri müessesini ve rejimi korumak için Hüsnü Mübarek’i bir nevi kurban etti. Böylece halkın tepkisini alan Hüsnü Mübarek ve onun yardımcısı Ömer Süleyman tasfiye edildi. Yüksek Askeri Konsey’in kurulmasıyla birlikte eski sistem bütün kurum ve kuruluşlarıyla yavaş yavaş yeniden etkili olmaya başladı. Dolayısıyla ‘25 Ocak Devrim’i sistemin sil baştan, yeniden oluşturulması anlamına gelen bir devrim olmadı. 

Darbe koalisyonu

Ordu, devrim sürecinde arka planda kalma stratejisi izlese de, aslında her aşamasında varlığını en etkin biçimde kullanarak geçmişte olduğu gibi, darbe öncesi adım adım hayata geçirilen, iç ve dış dinamiklerce koordineli bir hazırlık süreci yaşandığı gelinen aşamada ortaya çıkmıştır. Mısır ordusu, diğer tüm darbe zihniyetleri gibi, darbeyi gerekçelendirmeye yönelik kampanyalara girişmiştir. Askerin yönettiği fakat darbe destekçisi medya organlarının başrol oynadığı bu operasyonlardan en önemlisi, İhvan’ı şiddet çemberine çekme ve asker ile baltacıların mermilerine karşılık vermeyen Müslüman Kardeşler’e ‘radikal’ imajı yükleme çabası şeklinde olmuştur. 

Ordunun sistemdeki ağırlığının etmesini her türlü değerin üstünde tutan Mısır ordusu, diğer tüm darbe zihniyetleri gibi, darbeyi gerekçelendirmeye yönelik kampanyalara girişti. Ordu,  Awad’ın “aysberg” tanımlamasındaki sekizde yedilik kısmını harekete geçirmiş ve adım adım darbe sürecini işlemeye koymuştur. Seçimlerin hemen ardından kurulan Temerrüd (İsyan) hareketi darbe çalışmalarının sivil ayağını oluştururken, ordu ayrıca Mursi’in devrilmesi için istihbarat, basın ve yargıyla işbirliğine gitti. Tahrir devrimiyle birlikte imtiyazlarını kaybetmek istemeyen eski rejimin kalıntıları olarak tanımlanan Fulul Grubu ve Mübarek döneminde karanlık işlerle uğraşan Baltacılar da darbeye götüren sürecin organizasyondaki yerini almıştır. 

Esasında Mursi’nin seçilmesinin hemen akabinde Temerrüd (isyan) hareketinin kurulması önemli mesajlar içermekteydi. Zira Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde oyların yaklaşık yüzde 52’sini alarak Mısır’ın modern tarihinde demokratik yolla seçilen ilk Cumhurbaşkanı seçilmesinin hemen ardından böyle bir hareketin kurulması bir hazırlık anlamını taşımaktaydı. Darbeden hemen önce 22 milyon imza topladığını iddia eden bu hareket, askeri cuntaya adeta davetiye çıkarmıştır. Nitekim bu durum, Mısır ordusunun darbe için gösterdiği en büyük dayanak olmuştur. 

Diğer yandan medyada yayımlanan fotoğraf, makale ve röportajlarla tam bir İhvan karşıtı kampanya yürütülerek İhvan adeta "şeytanlaştırılmaya" çalışıldı. Bu minvalde devlet kontrolündeki haftalık el-Mussawar Dergisi Haziran ayındaki sayılarından birinin kapağında Mursi, İhvan'ın Büyük Mürşidi Muhammed Bedii'nin alnından öperken gösterilerek, resmin altında kırmızı puntolarla "Biz bir mürşid tarafından idare edilmeyeceğiz" manşeti atıldı. 

Nobel Ödüllü Necip yazar Mahfuz’un manevi oğlu olarak bilinen Cemal el-Ğitani "İhvan'ın Mısır için bir tehdit olduğunu düşünüyorum" diyerek seçimlerin sonuçlarını "Hitler'in yükselişi" ile karşılaştırması ve ülkenin hatta Arap dünyasının yaşayan en büyük tarihçisi olarak değerlendirilen Hüseyin Heykel’in darbeden sonra katıldığı bir televizyon programında söylediği “Bence ülke büyük bir beladan döndü. Yoksa ülke korkunç bir geleceğe doğru gidecekti”. şeklindeki ifadesi ülke entelijensiyasının darbeye giden süreçteki rolü açısından önemli mesajlar içermektedir.  

Kuşkusuz devrime giden süreçte rol alan koalisyonun güçlü bir dış ayağı söz konusudur. 3 Temmuz askeri darbesinde aktif bir rol alan el-Baradei, New York Times'a verdiği röportajda “Batılı ülkeleri, Mısır'ın meşru başkanı Muhammed Mursi'yi devirmeye ikna etmek için çok gayret ettim” ifadesi Batının darbeye razı olması açısından son derece manidardır. Mursi’nin IMF ile başlattığı görüşmelerde tüm teminatları vermesine rağmen bir yıl boyunca hiçbir ilerlemenin kaydedilmemesi, Temerrüd (İsyan) Hareketi’nin farklı dış sermaye grupları tarafından finanse edildiğinin ortaya çıkması ve MK Genel Sekreteri Mahmoud Hussein’in ABD'nin Mısır'da diktatörlüğe ve özgürlüklerin kısıtlanmasına en büyük desteği veren Batı ülkesi olduğunu ifade etmesi sürecin dış aktörlerine işaret etmesi bakımından önemlidir. ABD’den onay alınmadan Mısır ordusu darbe yapamayacağı birçok gözlemcinin ittifak ettiği bir konudur. 

Tüm bu veriler nazar-ı dikkate alındığında, Mısır’da bir toplum mühendisliği yapıldığı sonucuna varılmaktadır. İstikrarsızlık, ekonomik sorun ve güvenlik eksikliği gibi temel sorunlarla büyük anlamlar yüklediği devrimden halkı soğutarak her şeyin çok daha kötüye gittiği kanaati oluşturmayı ve Mübarek dönemine özlem duyurması sağlanmıştır. İçeride halkın temel ihtiyaçlarını karşılayamayan, dışarıda ise ülke menfaatlerini koruyamayan bir yönetim tablosu oluşturulmaya çalışılmıştır. 

Mübarek dönemine dönüş

Açıklanan referandum sonuçları ülkenin mübarek döneminin pek ötesine geçemediğini göstermektedir. Katılım oranının %38 gibi son derece düşük olması, esasında halkın darbe yönetimine olan tepkisini göstermektedir. Özellikle gençlerin ilgi göstermediği referandumun bir masa başı operasyonu olduğu açıktır. 

Sisi’nin cumhurbaşkanı olma idealine doğru bir siyasetin izleneceği yeni süreç zor olmanın yanında, sürprizlere de açık bir zemine sahiptir.  Selame Musa’nın ifadesiyle, askeri cunta ülke halkının kendi "Karanlık Çağlarını” yenme çabasına engel olmuş ve ülke asker eliyle büyük kırılmalara açık hale getirilmiştir. Lewis Awad’ın “yaşamlarımızın sekizde biri yirminci yüzyılın ışığında yaşanırken, sekizde yedisi Ortaçağ’ın karanlığında geçiriyor” sözü, mevcut durumu en iyi şekilde fotoğraflamaktadır.

[email protected]