Devşirme siyasetle muhalefet

Yunus Şahbaz / Kırıkkale Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi
8.09.2018

Her fırsatta “Halkla diyaloga geçmeli, halkı anlamalı” diyen biri, bu konuda samimi olunduğunu, halkın kahir ekseriyetinin yekvücut olduğu olayları iyi analiz ederek ortaya koyar. Oysa Murat Belge bunu yapmamakta ve salt muhalefet etmek üzerinden bir saikle hareket etmekte.


Devşirme siyasetle muhalefet

Popülizm son dönem siyaset literatürünün gözde kavramlarından birisi. Farklı tonlarda emareleri görülmekle beraber özellikle 2016 yılında ABD’de Donald Trump’ın Başkan seçilmesi ve İngiltere’nin Avrupa Birliği’den ayrılması yönündeki bir irade beyanı anlamına gelen Brexit referandumundan ‘evet’ çıkması sonrası popülizm biraz da panik havası içinde daha da yoğunlukla gündeme geldi. Zira 2016 öncesinde de Yunanistan’da Syriza ya da Venezuela’da Chavez örneklerindeki sol versiyonları ya da Orban liderliğindeki Macaristan’da da sağ örnekleri görülüyordu fakat bu ülkeler temsili demokrasilerin ve demokratik kültürün görece zayıf olduğu yerlerdi. Trump ve Brexit’le birlikte temsili demokrasinin en güçlü olduğu kabul edilen ABD ve İngiltere gibi ülkelerde ortaya çıkan sonuçlar meselenin ciddi ve ötelenemez bir boyuta vardığını gösterdi. Yine Avrupa’nın diğer ülkelerindeki seçim sonuçları ve son olarak İtalya’da seçimlerden birinci çıkan 5 Yıldız Hareketi popülizm kılıcının Avrupa’da bir süre daha sallanacağını göstermektedir.

Popülist ve popüler

-İzm son ekiyle biten liberalizm, sosyalizm gibi tipik siyasal ideolojilerin aksine popülizmin bir ideoloji olduğunu söylemek zordur. Popülizm, Murat Belge’nin yazılarında da değindiği gibi daha çok bir siyaset tarzı, siyasal bir üslup olarak kabul edilebilir. Dahası popülist etiketi altında toplanan birçok söylem ve eylemin demokratik işleyişten hangi noktalarda ve nereden sonra bir kopuş gösterdiği de açık değildir. Zira demokrasilerde iktidar olmak için halkın çoğunluğunun teveccühünü kazanmak gerekir ve bu amaç uğruna gösterilen çabaların popülist olarak nitelendirilmesi aslında kavramın göreceli boyutunu ortaya koymaktadır. Söz gelimi Ernest Gellner ve Ghita Ionescu 1969 yılında derledikleri bir kitaba “Dünyada bir hayalet dolaşıyor: popülizm hayaleti” cümlesiyle başlayabiliyordu. Ancak 1969 yılında popülist olarak nitelenen söylem ve eylemlerle 2010’lardaki popülist hareketler arasında bir ilişki ve devamlılık kurmanın zorluğu da ortadadır. Bu yüzden de popülizm bir itham, hoşa gitmeyen siyasal üslup ve davranışları mahkûm etmede bir araç olarak da kullanılmaktadır.

‘Siz İsterseniz’… Popülizm Üzerine Yazılar Murat Belge’nin popülizm ağırlıklı yazılarından oluşuyor. ‘Ağırlıklı’ diyorum çünkü kitapta Sol, Kemalizm, İslamcılık, 15 Temmuz sonrası Demokrasi Nöbetleri gibi farklı konulardaki yazılara da yer verilmiş. Ancak kitaptaki yazıların genel ilgisi popülizm üzerine. Belge popülizmi dünyada hâkim olmaya başlayan bir eğilim olarak görme eğiliminde ve bu konuya girmesinin zamanlamasını da Trump’ın Başkan seçilmesi ve Brexit referandumu ile ilişkilendiriyor. Belge’ye göre dünyanın farklı yerlerindeki popülist eğilimlerin ortak noktası olarak liberal temsili demokrasilerin krizinden söz edilebilir. 68 Olayları’nın da aslında sisteme dönük bir tepki olduğunu söyleyen Belge bu anlamda 68’den sonra liberal temsili demokrasinin en sert krizlerinden birini yaşadığını iddia ediyor.

Popülizmin sol versiyonunun da olabileceğini ve bunun gerçek bir özne olarak halkı inşada bir imkân yaratabileceğini iddia eden Ernesto Laclau’nun popülizme yaklaşımından hayli etkilendiğini söylemek mümkün Belge’nin. Kendisi de sol popülizme doğrudan karşı çıkamayacağını söylüyor ancak popülist ile popüler arasında bir ayrım yapılması gerektiğini savunuyor.

Belge’nin popüler ve popülist ayrımı esasında kendine özgü bir ayrım değil. Tony Blair’in 3 Mart 2017’de New York Times’da yayınlanan bir yazısında geçiyor. Başka kullanımları da olabilir bu ayrımın. Birikim’in web sayfasında yayınlanan yazısında Belge Blair’in yazısından söz ediyordu ancak yazının kitaba alınmış şeklinde Blair atfının olmadığını görüyoruz. Dolayısıyla Belge’nin dünyada genel şematik tartışmaları ‘düzayak’ bir Türkçe ile özetlemek dışında kitapta ‘aykırı’ denebilecek değerlendirmeleri daha çok Türkiye özelinden şekilleniyor.

Belge popülizm ile faşizm arasında bir bağlantı kuruyor ve kitabın sonunda yer alan röportajında her ikisinin de kitlelere dayanması üzerinden bir paralellikten söz ediyor. Oysaki kitlelere dayanmayan bir demokrasiden söz edilemez; yani en nihayetinde halkın teveccühü kazanılmak zorundadır. Yani Belge bir taraftan, özellikle yeni teknolojik imkânlarla sol bir popülizmin imkânına yeşil ışık yakarken bir yandan da, konuyu AK Parti ve Recep Tayyip Erdoğan özelinde Türkiye tecrübesine getirdiği yerlerde faşizmle popülizm arasında bir bağlantı kurma gereği hissediyor. Ve fakat devamında da Türkiye’deki burjuvazi faktöründen ötürü vs. faşizmin çok da mümkün olmayacağını, hâkim burjuvazinin ideolojik farklılıklarından dolayı Hitler Almanyası’ndaki gibi faşizmi destekleyen konumda olmayacağını söylüyor. Dolayısıyla yaptığı sosyo-ekonomik ve tarihsel analiz reel siyaseti yorumlamasıyla çelişmeye başlıyor.

Popülizm ve Türkiye

Kitap boyunca yapılan tartışmalarda görüldüğü kadarıyla Belge, AK Parti ve Recep Tayyip Erdoğan’ı popülist siyasetin Türkiye’deki numunesi olarak değerlendiriyor. Ancak bunun farkına varması için AK Parti’nin iktidara gelmesinin üzerinden nerdeyse 15 yıl geçmesi ve Avrupa ve ABD’deki seçimlerin Belge’de bir şok etkisi yaratması gerektiğini anlıyoruz. Kitap boyunca Belge ABD ve Avrupa’da popülist olarak ve en nihayetinde kötülemek amaçlı olarak kullanılan popülist siyaset tarzı üzerinden AK Parti ve Erdoğan’a bir eleştiri penceresi açmakla meşgul görünmekte. Ancak burada iki hususa dikkat çekmek gerek; birincisi diğer ülke örneklerinde popülizmin temel taşı diyebileceğimiz unsurların Türkiye’de olmaması ve hatta bu politikaların AK Parti iktidarının en teveccüh gören politikalarından biri olması nasıl açıklanabilir? Söz gelimi, mülteci karşıtlığı Avrupa’da popülizmi besleyen, gerçek halk söyleminde kullanılan en önemli argümanlardan birisi ama Türkiye’de bu sürecin yaşanmadığını hatta son seçimler başta olmak üzere Suriyeli mülteciler üzerinden üretilen nefret söyleminin toplumda makes bulmadığını net olarak söylemek mümkün. İkincisi ise, 24 Haziran seçimleri öncesinde Avrupa’daki popülist söylemelere en yakın söylem Muharrem İnce’nin üslup ve tarzıydı. Özellikle İnce’nin Suriyelileri geri göndermek şeklindeki sert söylemleri toplumda epeyce bir rahatsızlık uyandırmıştı. Oysa Belge’nin kitabında İnce ve popülizm üzerine tek satır bile bir değerlendirme yok.

Halkı anlamalı...

Belge’nin dünyadaki genel eğilimi yorumladığı yerlerde hâkim söyleme uyarken, Türkiye’ye dair yorumlarında sık sık çelişkiye düştüğünü söylemek mümkün. Çünkü Belge kitap boyunca görüldüğü gibi devşirme siyasetle muhalefet etmenin kanallarını arıyor. Bir taraftan Erdoğan tarz ve üslubunca popüler siyaset yapıp halkın nabzını yakalamayı sosyalistler öğrenmeli derken ve “Bu ülkeye başka yerden sosyalist ithal edemeyiz” diyerek sosyalistleri kendince gerçekçiliğe davet ederken bir yandan da Erdoğan’ın halkla kurduğu pozitif ilişkiyi popülizmle itham edip onu faşizme giden yolda olmakla suçluyor. Bu açık bir paradoks olarak kitaptaki hemen her yazıda karşımıza çıkmaktadır. 15 Temmuz sonrası Demokrasi Nöbetleri’ne ilişkin değerlendirmelerinde de Belge’nin çelişkilerini görmek mümkün. Zira Belge 15 Temmuz’da sokağa çıkmayı düşündüğünü ama çıkmadığını çünkü 15 Temmuz’da sokağa çıkanların demokrasiye ya da Türkiye’ye ilişkin kaygılardan dolayı değil Erdoğan’ın kurduğu rejimi ve kendi iktidarlarını korumak adına çıktıklarını iddia etmekte. Ayrıca sokakta atılan ‘Allahuekber’, ‘Ya Allah, Bismillah’ sloganlarını atanlarla kendisinin ortak noktasının olamayacağını söylemekte Belge. 15 Temmuz’da sokağa çıkan kitleyle ortak uğraşının olamayacağını söylerken birkaç sayfa ilerde de sosyalistlerle Müslüman tabanın diyalog halinde olması gerektiğini özellikle belirtiyor. Böyle bir şeyin en çok da Erdoğan’ı rahatsız edeceğini de ekliyor. Şayet Erdoğan böyle bir şeyi tasvip etse sanırım bu diyaloga ilk karşı çıkan Belge olurdu. Çünkü kendi durduğu yerden bir siyaset belirlemeyip salt siyasi hedef hatta sadece Erdoğan üzerinden bir ideoloji-politik geliştirmeye çalışmak aynı kitap içerisindeki yazılarda bile birbiriyle telifi imkânsız savrulmalara sebebiyet verebilmekte.

Tekrar popülizm meselesine dönerek bitirelim. Her fırsatta “Halkla diyaloga geçmeli, halkı anlamalı” diyen biri, bu konuda samimi olunduğunu, halkın kahir ekseriyetinin yekvücut olduğu olayları iyi analiz ederek ortaya koyar. Oysa Belge bunu yapmamakta ve salt muhalefet etmek üzerinden bir saikle hareket etmekte. Avrupa’nın ve dünyanın farklı yerlerinde bambaşka şekillerde cereyan eden popülist hareketlerle AK Parti gibi yüzde 40’ın üzerinde kemik oyu olan bir merkez partisini özdeşleştirmeye ve bunun üzerinden bir muhalif söylem tutturmaya çalışmak yerine, Türkiye’nin mevcut sorunlarından, iktidarın zayıf ve eksik olduğu alanlardan bir sol/sosyalist muhalefet geliştirmek gibi bir metodoloji izlemek en azından sosyalistler adına daha rasyonel ve yerli bir tercih olabilir.

[email protected]