Diasporada gelişen FETÖ ve 15 Temmuz

Doç. Dr. Şaban Kardaş / ORSAM Başkanı
6.08.2016

İçselleştirilen nefretin en somut tezahürü belki de Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik geliştirilen ‘Yezid’ söylemiydi. Bu söylem, siyasal pragmatizm açısından Batı dünyasındaki otoriterleşme eleştirisini desteklemeye dönük araçsal bir değere sahip olduğu kadar, Erdoğan’ın şeytanlaştırılmasına yüklenen teolojik fonksiyonu da ortaya çıkarmaktadır.


Diasporada gelişen FETÖ ve 15 Temmuz

15 Temmuz darbe girişiminin Türkiye’yi eşi benzeri görülmemiş biçimde terörize etmesi ve bu eylemin arkasındaki ana unsur olarak FETÖ yapılanmasının öne çıkması farklı yönleriyle tartışılmayı gerektiriyor. FETÖ’nün bu eyleme dahlinin boyutları ve bunun arkasında yatan motivasyonları zaman içinde daha net biçimde ortaya çıkacak. Örgütün diasporik bir yapıya evriminin bu terör eylemine giden olaylar silsilesindeki rolü, gelecekteki evrimini anlamakta da yardımcı olabilecektir.

Öncelikle bu terör eyleminin FETÖ açısından bilinçli bir siyasal tercihle, özelde AK Parti iktidarına genelde Türk siyasal sistemine karşı yürütülen bir mücadelenin ürünü olduğu teslim edilmeli ve analizler bunun üzerinden yapılmalıdır. Eş zamanlı olarak faaliyet gösteren kapalı bir dini oluşum, sivil toplumdaki teşkilatlanma, ekonomik ağ ve başta güvenlik kurumları olmak üzere devlet kurumlarına sızmayı hedefleyen paralel yapı, zaman içerisinde önemli kazanımlar elde etti. Hala net olarak ortaya konulamayan sivil yüz ile siyasi yüz -paralel devlet yapılanması- arasındaki ilişkide, din ve sivil toplum alanındaki yapılanma uzun süre ağırlık merkezi olarak görüldü. Bu hem içeride ve dışarıda diğer kesimlerle iletişimde etkin bir araç olmuş, hem de ‘cemaat’ yapısının gücünü devşirdiği en önemli kazanım alanı fonksiyonu icra etmiştir.

Şubat 2012’den beri net biçimde açığa vurulduğu şekliyle siyasi mücadelenin öne çıkması, dershanelerin kapatılması örneğinde tartışıldığı üzere, sivil alandaki kazanımların kaybedilmesi riskini ‘cemaatin’ neden aldığı sorusunu beraberinde getirmiştir. Bugün daha net biçimde anlaşıldığı üzere, paralel devlet yapılanmasının derinliği ve gücünden kaynaklı özgüven önemli bir sebeptir. Öte yandan, sivil alandaki kazanımlarını tamamen yok edecek riskli bir siyasi eyleme girişmesinin ardında daha farklı nedenler de aranmalıdır; ki bu noktada bazı dış gözlemciler darbe girişimiyle ilgili soru işaretleri ortaya atmaktadırlar. FETÖ yapılanmasının bu ‘irrasyonel eylemi’ arkasında giderek içselleştirilen diasporik bir karaktere bürünmesi ve uluslararası alanda devşirdiği güç ve girdiği ilişkiler önemli rol oynamıştır.

‘Gülen hareketi’ Türkiye’de ve uluslararası alandaki yayılma stratejisinde bir yandan farklı unsurlar arasındaki bağı muğlaklaştırarak ilerlerken, cari siyasi gündemi sahip olduğu medya araçlarının da yardımıyla etkin biçimde kullanmıştır. Sıklıkla hakim konjonktürde öne çıkan -demokratikleşme, terörle mücadele vb.- siyasi gündem maddeleri üzerinden söylem geliştirerek hem kendisine alan açacak ittifaklar oluşturmuş, hem de geri planda kalarak, eklemlendiği farklı aktörlerin kendi gündemine uygun adımları atmasından faydalanmıştır.

‘Sultan’ metaforu

Gülencilerin ‘diaspora’da örgütlenmesi ile birlikte uluslararası gündeme uygun bir söylem üretilmesi de beraberinde gelmiştir. Bunun da sayesinde erişilen küresel ağ, FETÖ yapılanmasını hem finansman hem de insan devşirme açısından giderek Türkiye’deki asıl unsurundan bağımsız kılmıştır. Mesela, Mart 2014 mahalli seçimleri sonrası Türkiye’den yurtdışındaki faaliyetlere finansman aktarılmasının önünün kesilmesiyle PDY’nin yurtdışındaki faaliyetlerinin azalacağına dair gazete manşetlerine rağmen yurtdışındaki etkisinde ciddi bir gerileme olmaması bu olguya işaret etmektedir.

FETÖ’nün yurtdışında etkin bir ağ geliştirmesinde edindiği yoğun lobicilik, kamu diplomasisi vb. araçları ve tecrübesi belirleyici olmuştur. Türkiye’de hakim siyasi aktörlerle ve 2012 sonrasındaki ayrışmaya kadar AK Parti hükümetleri ile geliştirdiği ilişkiler sayesinde yurtdışında alan genişletmesi kolaylaşmıştır. Mevcut gündemdeki hakim konular hakkında geçerli söyleme eklemlenme veya buna dair bir söylemi üretme ve yayma konusunda beceri kazanan bu ağın, Washington örneğindeki hikayesi manidardır. Türkiye’deki demokrasinin niteliğine dair yapılan tartışmalarda dönemsel olarak farklı pozisyonlar takınılmıştır. 2012 MİT krizini müteakip ayrışmaya kadar adeta Türkiye’nin Washington’daki savunuculuğu rolüne soyunmuş ve Türkiye’de demokrasi ve özgürlüklerin seyrinin yolunda olduğu tezini işlemiştir. Sonraki dönemde AK Parti hükümetleri ile girdiği mücadelede ABD entelijensiyasının özellikle 2013 Gezi olayları sonrasında hararetle desteklediği otoriterleşme tezine sarılmıştır. Bu iki pozisyon arasındaki bariz tezatı örtmenin pratik yolu ise “Erdoğan’ın şeytanlaştırılması”ndan geçmiştir. Batı’da Türk siyasal süreçlerinin tamamını kişiselleştirilerek yapılan ve ‘sultan’ metaforları üzerinden oryantalizmle bezeli bu okuma, Gülen yapısının da sarıldığı önemli bir söylemsel araca dönüşmüştür. Bunun yanı sıra, Türkiye’nin Suriye’de DAEŞ’i desteklediğine dair üretilen algı operasyonlarına katılma bu pragmatik yaklaşımın diğer bir meşrulaştırıcısı olmuştur.

Uluslararası aktörlerle girilen bu pragmatik ilişki neticesinde, giderek, ‘cemaatin’ siyasal gündemini kamufle etmesi zorlamış, paralel devlet yapısını daha agresif bir siyasal mücadele için kullandığı bir döneme girilmiştir. Bu noktada, uluslararası aktörlerle girilen ilişkinin mahiyeti de giderek flulaşmıştır. Batılı aktörlerin stratejik tercih ve çıkarlarıyla büyük oranda kesişen duruşların artmasıyla birlikte, bu kesişmenin arka planda -müttefiklik, vekalet, tesadüf, vb.- nasıl bir ilişki biçimine dayandığı sorusu da giderek anlamını yitirmiştir. Bu sebeple de haklı olarak, ABD’nin darbedeki rolü veya Gülen hareketini araçsallaştırılması konusundaki yaygın kanaat kolayca giderilebilecek gibi değildir.

Bu açıdan da, başta sorulan soruya dönecek olursak, FETÖ’nün Türkiye’deki sivil alandaki tüm kazanımlarını riske atacak siyasal hamlelere girişmesi giderek anlaşılabilir bir adım haline gelmektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından Fetullah Gülen’e yapılan “yurda dön” davetlerindeki normalleşme, yani paralel yapılanmadan uzaklaşarak sivil alana çekilme çağrılarına rağmen Şubat 2012 sonrasında gerilimi giderek yükseltmeyi tercih etmiştir. Dış dünyadaki bağlantılar üzerinden kendine daha üst düzeyde bir güç atfetme, dış dünyadaki kazanımlarına oynama veya oradan kaynaklı gündemlerle uyumlu hareket etme mecburiyeti gibi saiklerin 15 Temmuz gecesine varan süreçte FETÖ’yü yönlendirdiği görülmektedir. Yine, söylem düzeyinde, bu anti-demokratik darbe girişimini de meşrulaştırabilecekleri bir zeminin olduğunu hesapladıkları anlaşılmaktadır. Ortadoğu’nun içinden geçtiği zorlu süreçte Batı’nın benimsediği yeni pozisyonun iki ana unsuru olan siyasal İslami hareketlerin önünün kesilmesi ve otoriteryen istikrar tezinden hareketle Batı yanlısı anti-demokratik yönetimlerin desteklenmesi düsturlarını dikkate alarak darbe ile ortaya çıkarılacak yeni yönetimin Batı’dan destek alabileceği hesaplanmıştır. Akim kalan darbe girişimi sonrasında kendini aklamak için yapılan açıklamalardaki, ülkenin karşı karşıya olduğu felaketi karartarak uluslararası gündemlerle eklemlenme arayışı, Türkiye gerçeklerinden kopuşu ve yabanlaşmayı vurgulaması açısından manidardır.

İçselleştirilen nefret 

Öte yandan, FETÖ açısından bakıldığında, pragmatik kaygılarla belirlenen bu yeni agresif söylemin içselleştirilmesi ve kimliği dönüştürmesi süreciyle de karşı karşıyayız. İster müttefik kazanma, ister belli bir yönlendirme neticesinde olsun, Batılı siyasi gündem ve aktörlerle girilen ilişki giderek FETÖ oluşumunun elinde kalan tek sermaye haline geldi. Batılı siyasal gündeme uygun konumlanma ihtiyacı neticesinde gelişen yeni siyasal söylem, Türkiye’nin sosyolojik, siyasi ve ekonomik dönüşümünden ve gerçeklerinden giderek uzaklaştı. Erdoğan-karşıtlığı veya Türk dış politikasına yönelik eleştiriler giderek pragmatik pozisyon alışların ötesinde bu yapının inanmışlık ve adanmışlık bağıyla etrafında tuttuğu takipçilerinin kimliklerini tanımlayıcı unsurlar haline geldi. FETÖ’nün gerçekleştirdiği 15 Temmuz darbe girişiminde milleti ve devlet kurumlarını terörize ederken sınır tanımaz bir şiddetin ortaya çıkması, ancak bu kopuş, yabancılık ve içselleştirilmiş nefretle açıklanabilecek bir durumdur.

İçselleştirilen nefretin en somut tezahürü belki de Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik geliştirilen ‘Yezid’ söylemiydi. Siyasal pragmatizm açısından Batı dünyasında otoriterleşme eleştirisini desteklemeye dönük araçsal bir değere sahip olduğu kadar, Erdoğan’ın şeytanlaştırılmasının teolojik bir fonksiyonu olduğu da daha net ortaya çıkmaktadır. Siyasal gündemi bu derece yabancılaşan bir hareketin dini ve sivil toplum halkasındaki takipçilerinin bağlılığını sürdürebilmek maksadıyla Yezid söylemi üzerinden bir iç meşruiyet üretme arayışına gidilmiştir. İçe kapalı Mesiyanik bu yapının Şubat 2012’den 15 Temmuza 2016’ya kadarki süreçte sivil alandaki ve paralel devlet yapısı içindeki takipçi kitlesini diri tutabilmesi, pragmatik sebepler yanı sıra bu şekilde üretilen ‘haklı mücadele’ söylemiyle de mümkün kılınmıştır.

15 Temmuz darbe girişimi sonrası da bu hareketin geri adım atmayarak aynı mücadeleyi sürdüreceği yönündeki işaretler kuvvetlidir. Türkiye’den demografik ve sosyolojik olarak giderek kopan bu yapının diasporik mecrada ilerleyişi muhtemelen yine bu iki eksenden, uluslararası aktörlerle geliştirilen pragmatik ilişkiyi kolaylaştırıcı siyasi söylemler ve müntesiplerin bunu içselleştirmesini kolaylaştırıcı ezoterik dini anlatıdan, ilerleyecektir.

[email protected]