‘Diktatör’ün ülkesinde KOALiSYON!

M. Mücahit Küçükyılmaz / Yazar
20.06.2015

AK Parti’yi imha planı olarak muhalefetin koalisyon masasına sürdüğü ön şart, aslında “liderini ver, seninle ortaklık kuralım” düzeyinde sakil bir pazarlık hamlesinden başka bir şey değil ve bu haliyle işe yaraması imkânsız.


‘Diktatör’ün ülkesinde KOALiSYON!

“Bugünkü manzaramız aşağı yukarı bir diktatörlük manzarasıdır. Vakıa bir meclis vardır, fakat dâhil ve hariçte bize diktatör nazarıyla bakıyorlar.”

Mustafa Kemal, 1930

Mustafa Kemal 1930 yazında Fethi Bey’e hitaben bu sözleri söyledikten sonra Alman gazeteci Emil Ludwig’in geçen yıl kendisiyle bir mülakat yaptığını, devletin idare şekli hakkında tuhaf sorular sorduğunu ve “diktatörlüğümüze kanaat ederek” geri döndüğünü ifade eder. Gazi, bundan çok rahatsızdır ve çare olarak bir muhalefet partisi kurulmasını ister: “Ben cumhuriyeti tesis ettim; fakat bugün şekl-i idare cumhuriyet midir, diktatörlük müdür, şahsi hükümet midir, belli değildir. Ben fani bir insanım, ölmeden evvel isterim ki millet hürriyete alışsın. Bunun için muhalif fırka tesis ediyorum.”

Atatürk’ün handikapı

Aynı günlerde Fransız kamuoyunda Mustafa Kemal için “bon dictateur” (İyi diktatör) ifadesi kullanılmaktadır ve bu da onun canını sıkmaktadır. Sık sık “Ben öldükten sonra arkamda bir istibdat müessesesi bırakmak istemiyorum” diye söylenir. Ne var ki, Gazi’nin diktatör olmadığını göstermek için Fethi Bey’e muvazaalı olarak kurdurduğu muhalif Serbest Cumhuriyet Fırkası birkaç ay yaşar. Fırka kapatıldıktan sonra Menemen Vakası bahanesiyle darağaçları kurulur, ülkedeki muhalefet büsbütün etkisiz hale getirilir. Mustafa Kemal’in öldüğü 1938 yılı 10 Kasımında da ülkede henüz bir muhalefet partisi yoktur.

Bugün Türkiye’de 4’ü mecliste, 21’i seçime katılmış olan, 31’i de seçime katılma yeterliliğine sahip 100 civarında siyasal parti bulunuyor. Oy kullanan vatandaşların yüzde 95’inden fazlası mecliste temsil ediliyor. Ayrıca halk, doğrudan oy kullanarak cumhurbaşkanı seçebiliyor ve 10 Ağustos’ta yüzde 52 ile ilk turda Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı seçildi.

Masa altından tekmeler

Bütün bunları niye hatırlatmak zorunda kalıyoruz; Cumhurbaşkanına içeride ve dışarıda devletin başı olmak dışında “diktatör”, “yumuşak diktatör” sıfatların yakıştırıldığı 2015 Türkiye’sinin siyasal manzarasını seçimler, partiler ve ülkenin yüzde 95’inin temsil edildiği bir meclis oluşturuyor. Üstelik Cumhurbaşkanının içinden çıktığı parti son seçimlerde yüzde 41 ile birinci çıkmasına rağmen tek başına iktidarı kaybetmiş. Böylesine çeşitli, öngörülemez ve renkli bir siyasal ortamda ülkenin cumhurbaşkanına diktatör diyenler, “Azizim Fethi Beyefendi, bundan sonra bir muhalif fırka kurup başına geçeceksin” diyen Mustafa Kemal’in devrinde yaşasalardı, ne diyeceklerdi acaba? Emil Ludwig ve benzerleriyle iş tutup Türkiye’nin ne berbat bir despotluk olduğunu NeueFreie Presse gibi gazetelerde haykıracaklar mıydı? Hele ki, o fırkanın 3 ay sonra kapatılması ve Menemen olayı mazeretiyle muhalif avı başlatılması karşısında ne yapacaklardı?

İşte o diktatoryal ülke şimdilerde koalisyonlu günlere hazırlanıyor ya da en azından koalisyon girişimlerinin sonuçsuz kalması durumunda erken seçimli günlere... Ülkenin makro hedeflere kilitlenebildiği tek parti hükümetiyle geçen istikrarlı yılların ardından koalisyon dönemlerinde detayların, pazarlıkların, ikircikli tavırların öne çıkması kaçınılmaz. Kritik oy tablosu ve emanet oyların varlığı nedeniyle, şu an hiç kimse masayı deviren taraf olmak istemiyor.

Ama masanın altından atılan tekmeleri hissetmemek de mümkün değil. Algının olgudan daha fazla önem kazandığı, tarafların seçmeni oyunbozan olmadığına ikna etmek için çabaladığı ama aslında çoğu kez oyuna girmeyi hiç istemediği zor zamanlardan geçiyoruz. Bu illüzyon hükümet kurulsa da, kurulmasa da bir şekilde yıkılacak; masanın altından atılan tekmelerden biri günün birinde masayı devirecek ve sandığa geçilecek.

Ancak bütün bu hengâmede muhalefet partilerinin koalisyon ön şartı olarak ortaya sürdükleri şey Cumhurbaşkanının devre dışı kalması... Bırakın masanın devrilmesini, daha masanın kurulmasından önce Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın etkisizleştirilmek istenmesi ortak hükümet kurma girişimlerini baştan imkânsız kılacak bir faktöre dönüştürülüyor. Bir yandan doğal olarak kamuoyu temsilcileri, iş dünyası, STK’lar ile görüşen muhalefet, diğer yandan kendilerine davette bulunmaya hazırlanan Cumhurbaşkanını yok farz etmeye çalışıyor. İronik olan ise, yok saymak istedikleri Cumhurbaşkanının ana muhalefetin 2 katından fazla, diğer muhalefet partilerinin ise 3 katından fazla oy almış olması! Hatta bütün muhalefet partilerinin toplam oyu ancak Tayyip Erdoğan’ın aldığı oranı yakalayabiliyor.

Ömer Muhtar’ı satmak

Elbette, Cumhurbaşkanının devre dışı kalmasını bir koalisyon ön şartı haline getirmenin ve onun meşruiyetini tartışmaya açmanın AK Parti’nin kolunu bükme girişimi olduğunun hem Cumhurbaşkanı, hem AK Parti, hem de muhalefet farkında... Asıl önemlisi millet de muhalefet partilerinin üçünün toplamı kadar oy verdiği Cumhurbaşkanına yapılmak isteneni görüyor, not ediyor. AK Parti’yi imha planı olarak muhalefetin koalisyon masasına sürdüğü ön şart, aslında “liderini ver, seninle ortaklık kuralım” düzeyinde sakil bir pazarlık hamlesinden başka bir şey değil ve bu haliyle işe yaraması imkânsız. Bir bakıma, Çarlık Rusya’sının 19. yüzyılda İmam Şamil ya da İtalyanların 20. yüzyıl başında Ömer Muhtar için kullandıkları “Onu bize verin, sizinle masaya oturalım” teklifini çağrıştırıyor.

Darbe girişimlerindeki siciliyle henüz hesaplaşmamış olan TÜSİAD ile müzakere, halkoyuyla seçilen Cumhurbaşkanı ile münakaşa yolu koalisyona çıkmaz. Masa devrilir, altından erken seçim çıkar.

Diktatör paradoksu

Ha bu arada, memlekette diktatör olsaydı bunun iyisikötüsü olmaz;zaten seçim yapamadığın için iyi veya kötü olduğunu kıyaslayacağın bir alternatif de bulamazsın. Diktatör paradoksu şöyle bir şeydir: Diktatöre diktatör olduğunu söyleyemezsin, zira ona “Sen diktatörsün!” diyebilseydin, zaten o diktatör olamazdı.

[email protected]