Din doygunluğundan din yorgunluğuna… Deizm ithamının boyutları

Ercan Yıldırım/ Yazar
2.01.2021

Bugün karşısına geçip vaaz vereceği cemaati toplama hevesindekilerin sıklıkla tekrar ettikleri deizme yöneliş yok; tam tersine sekülarizm ve laikleşme ağırlıkta. O da yeni bir hayat, yeni bir nizam fikrini gündeme getirmeden din dilini haraç – mezat kullanmaktan ileri geliyor.


Din doygunluğundan din yorgunluğuna… Deizm ithamının boyutları

Türkiye son yıllarda din doygunluğuna bağlı din yorgunluğu yaşıyor. Aslına bakılırsa dini simgelerin siyasal alandaki kesafeti, kamusal alanda dindarların görünürlüğündeki artışın ötesine geçen özgürlük, başörtülülerin subay “bile” olabilmesi din doygunluğuna bağlı din yorgunluğunu özetliyor. Bu beraberinde çok farklı tartışmaları da körüklüyor; en beylik izah tarzlarının başında “gençlerin deist olduğu” çıkarımı geliyor… Sözün hakikati ifade etmesinin ötesinde, “dindarların deizme yönelmesi” tespiti üzerinden kurulan iktidar çabası, kendi görünürlüğünü artırma ve post inşa etme gayretleri din yorgunluğunun esas sebebi.

Din doygunluğuna bağlı din yorgunluğunun çok çeşitli sebepleri var esasında; Türkiye’de dinin algılanış biçimi, devlet ve İslam’ın fonksiyonu, merkez-çevre esasına dayanan dini talepler, kanaat önderliğinin post arayışına evrilmesi, tarikat ve cemaatlerin fonksiyonları, dönüşümü, dijital çağ, neoliberal konformizmin dindar-muhafazakar kesime derin nüfuzu, İslam’ı algılayış biçimleri ve kamusal alanda görünürlük… Tabii buna uzun AK Parti iktidarını, dindar kimliğin, tarikat ve cemaatlerin görece özgürlüğünü, inşacı değil pragmatist tavırla İslami dönüşüm yerine yer tutma anlayışını eklemek gerekir.

Son yıllardaki “dindarlar deist oluyor” propagandası eko-politik yoksunu popülist dil arayışının bir neticesi; yokluk edebiyatının, karşıtlık kurarak dikkat çekmenin cazibesi, görünme fetişizmiyle birleşince sol liberallerin ilgisiyle karşılanıyor.

Batı’yı adapte çalışmaları

Deizm, sekülerizm, laiklik kavramlarının kökenindeki Aydınlanma düşüncesi bizde farklı arayışlara itti. Osmanlı’da 18. asırda başlayan İslamcılık yani Batı medeniyeti karşısında İslam düşüncesini güçlü tutma arayışı 19. yüzyılda yenilgi dilini doğurdu.

İslam düşüncesi Batı medeniyeti karşısında “yenilgi psikolojisi”ne girince, öncelikle “suçlu arama”ya başladı. Batı’nın cepheden İslam’ı itham etmesi, ilerlemeyi engelleyen itikadi duruşu, Müslümanları arayışa itti. Doğrudan reform kavramı kullanılmasa da tecdid, ihya gibi mefhumların içeriği yer yer Avrupa’nın geçirdiği Rönesans ve Reform ilkeleriyle doldurulmaya çalışıldı. Bu açıdan öze, başlangıca, köklere dönme fikri öne çıktı; tarihsel tüm aşamalar İslam aleminde de çarmıha gerildi, yeni okuma biçimlerine gidildi.

Batı’nın Hristiyanlıktan değil ama Kilise’den ayrılma süreci İslam aleminde farklı kurumlara, mekanizmalara en çok da tasavvufa tepkiyi getirdi. Batı’daki siyasal alanı, kültür sahasını tamamıyla belirleyen Kilise’nin benzeri İslam’da ve cari İslami yapılarda bulunmadığı için düşünürlerin “İslam’ı arındırma” çabaları hep tek boyutlu ve yanlı kaldı. Çünkü tasavvufun ve onun kurumsal boyutu olan tarikatların eko-politiği, siyasal alanı, devlet mekanizmasını hatta kültürü bütünüyle etkilemesi söz konusu bile olamaz. Zaman zaman şura-seçim-biat üzerinden siyasi yapı, ilmi saha, bilim anlayışı ekseninde hata aransa da bir türlü “Batı’daki gibi reform ve ona bağlı ilerleme”, arınma, yenilenme sağlanamadı. Üstelik yer yer hilafet kurumunun geçersizliği, laikliğin gerekliliği tartışılsa bile…

Batı’da Reformizm

Batı’da Protestan hareketi, Kilise’nin varlığının artık siyasal alanı taşıyamaması, Türk tehdidinin beka meselesine dönmesi, kapitalizmin uç vermesi cari Hristiyanlık anlayışının sorgulanmasına neden oldu.

Şahsî kurtuluşun Kilise tarafından sağlanacağı kanaati günden güne eleştirilmeye başlayan Avrupa’da, Papa’ya vahiy geldiği inancı da kökünden sarsılıp yok edildi. Kilise’nin tüm siyasi sistemi belirleyen müdahaleciliği, istismarı, entrikaları, skandalları yalnız “bıkkınlığın” değil aynı zamanda üretim ilişkilerindeki, dünyayı tanımadaki, yeni siyasi yönelimlerin bilimsel çalışmalar eşliğindeki değişiminin göstergesidir.

Dünya merkezli evren anlayışının, Kopernik devrimiyle yıkılması aynı zamanda Mesih İsa’nın mutlaklığını da sarstı. Kutsal, bilimle yıkılıp bentler parçalanınca yerine deizmden ateizme pek çok felsefi, fikri, itikadi kanaat yerleşmeye başladı. Aydınlanma Hristiyanlık, vahiy yerine tabii din fikrine vardı. Dogmalar, ezberler, gizem, sır, mistik haller, ayinler, farklı ritüeller gözden düştükçe bu, dinin dünyevi olanı belirleme veya tesir gücünü tartışmaya açmaya kadar vardı. Descartes’in Kartezyen düşüncesi, Kilise’nin teslisi dışındaki Tanrı inancına kapı araladı. Bu tabii Peygambersiz bir din demekti aynı zamanda.

Deizm-laiklik-sekülerizm farkı

Aydınlanma’nın açtığı yarık zamanla genişledi. Kilise’nin toplumu ve devleti şekillendiren gücü ortadan kalktı, “dünya dışından” gelen emir ve yasakların bulunamayacağı tezi laiklikle deizmi hatta ateizmi bir arada bulundurdu.

Laiklik dünyevi kararlarda dini umdelerin kullanılmayacağı ilkesinden hareket ederken aslında dinin dünyayı şekillendiren emir ve yasaklar getirdiğini kabul eder.

Deizm ise Tanrı’yı benimser, Tanrı sevgisini zorunlu görürken “dini” yani Tanrı’dan vahyin geldiğini, Tanrı’nın vahiy ile bilinebileceğini, vahiy getiren bir Peygamberi, Tanrı’nın ödül ve ceza vereceğini, ibadetleri, ritüelleri, emir ve yasakları, dini kültürü, dini yapıların iyi ve kötü belirlemesini reddeder; Tanrı’nın akıl ile bilinebileceğini, Tanrı’yı bilme ve sevmenin onun dünyaya müdahilliğini kabul etmeyi gerektirmediğini savunur.

Aydınlanma sonrasında ruhun kurtuluşu için Kilise’ye ve ötesinde dine ihtiyaç kalmadığı argümanı merkeze yerleşirken adalet, mülkiyet, çıkar, vicdan özgürlüğü, bireysel kurtuluş, tercihler, barış, hukuk gibi mefhumlar üzerinden bir felsefe, düzen, zihin inşası gerçekleşir.

Aydınlanma tüm dinleri eşitlerken günümüz deizm tartışmalarındaki gibi aynı zamanda İslam’ın biricikliğini de ortadan kaldırmaya yönelik bir zihniyet oluşturur.

Dijital tekno-kültür kuşağı

Türkiye’de Batılılaşma çabalarının yoğunlaştığı 19. yüzyılda bize özgü heterodoksinin ötesinde Batılı manada ateizm, deizm, laiklik, sekülerlik doğmaya, savunulmaya başladı. Cumhuriyet inkılapları ve uygulamaları laiklik ve sekülerliği artırsa bile yaşayan İslam her zaman deist ve seküler tutumların önüne geçti.

Neoliberal siyasallığın gölgesinde yürüyen kültürel tartışmalar 1980’lerden sonra İslamcılar-dindar kesim üstünde yoğunlaştı. Dini tutum aldıklarında, İslam kültürünü devam ettirdiklerinde irticacı, yobaz; çağın gereğini yerine getirdiklerinde değişen, modernleşen özne bakışıyla sürekli “farklı bir canlı türü” muamelesi çekilen dindar-İslamcılar son yıllarda klasik tarz-ı hayat tartışmasının ötesinde yeni bir “laboratuvar nesnesi” tutumuyla karşı karşıya.

Hassaten 2000 sonrası doğan bugünün gençliğinin siyasi, kültürel, dini hayatı, fikirleri, davranışları tüm kesimlerce “mercek altına” alınarak inceleniyor. Halbuki bu gençler de anneleri, babaları ve dünyanın tamamı gibi öncelikle iyi eğitim, iyi-rahat-bol maaşlı iş, konforlu bir hayat beklentisi içinde… Bunu gerektirecek eylemlerin yanında, çağın araçlarını kullanmanın ötesinde bunları baz alarak bir zihniyet evreni teşekkül ettiriyorlar. Haliyle dijital tekno-kültür kuşağın dini inançları, beklentileri milenyum öncesinin çevrede yer alan, merkezin nimetlerinden ve tercihlerinden yoksun bırakılan kuşaklarından farklı.

Eko-politik din anlayışına mündemiçtir. Sosyo-kültürel yapı, kır-kent farklılığı, sınıf ayrımı, entelektüel düzey dini düşünceyi belirler. Bu farklılıklar, küresel kültür, neoliberal iktisadi yapı, tüketim toplumu, kredilendirme, konfor, görünür dindarlık yeni kuşakların dinden uzaklaştığı, deizmi seçtiği yorumlarını koyultuyor, hatalı biçimde.

Türkiye’de hiçbir zaman bırakın ateizmi, deizmi, laikliği, Batı’daki ideolojilerden herhangi birini bile olduğu gibi bu topraklara taşıyamaz, aynı biçimde savunmazsınız. Farklı insan gerçeklikleri, iktisadi, sosyal, kültürel şartlar Türkiye’dekileri kendine özgü tercihlerde bulunmaya iter.

Günümüz kültürü

2002 yılı itibariyle dünya konjonktüründe finansal genişleme üzerinden bir eko-politik inşa eden neoliberalizmin “nimetleri” Türkiye’ye de ulaştıktan sonra ülkede kredilendirmeye, tüketime, para bolluğuna dayalı bir zemin oluştu. Alt gelir grubu sosyal politikalarla desteklenirken orta sınıf genişledi, üst-orta sınıfa ciddi taşınmalar gerçekleşti, dindar-muhafazakar kesim merkezde yerini almaya başladı.

Erken dönemlerde bu siyasallığı kalıcı hale getirmeye çalışan İslami kesim ciddi bir kenetlenme içine girerek hayattan, İslami düşünceden, siyasetten beklentilerini, kendi amaçlarını, dünyaya bakışını yavaş yavaş “korumacılığın” bünyesine aldı. Dolayısıyla siyaseti “araç” görmeyi bırakarak örneğin ancak 2012 yılında serbestleşen başörtüsü gibi kazanımları derinleştirmeye çaba harcadı. Dolayısıyla İslami dönüşümün ötesinde iktisadi, siyasi, kültürel bir muhafazakarlık siyasal alanı domine etti. Buna kültür kavgaları, dini-seküler-laik kesim arasındaki klasik tartışmalar, dış hadiseler eklenince ortaya küresel kültüre açık, neoliberal konformizme eklemlenmiş, siyasal alandaki tezlerini konjonktüre entegre etmiş geniş bir kesim çıktı.

Milenyum itibariyle dijital kültürün yaygınlaşması, sosyal medya, farklı beslenme kaynakları, neoliberal siyasallığın ve postmodernizmin beslediği hakikatin çoğulluğu gibi hususlar insanların ihtiyaçlarını, beklentilerini artırdı.

Özgürlük, otoritesizlik, bağlanmama, cari cemaat anlayışlarını aşan bireyselleşme, para ve kariyeri temel hedef kılma, dijital kanalların çokluğu nedeniyle her tür beslenme, aidiyet, iletişim ve ortaklıklar kurma ihtimallerinin çoğalması, farklılıklara saygı ve aile tanımlarının etkisiyle otorite reddi, üretim ekonomisinden ziyade hizmet sektörü ve kamuda yer alma nedeniyle sınırlı sektörlerde çalışmayı isteme, az iş çok para eksenli maaşlı burjuva talebi dönemin genel felsefesini belirledi.

Yokluk, yoksunluk, eksiltili yaşam içindeki, acıyı isyan değil terbiye aracı gören önceki kuşakların aksine 2000’lerden sonra hedonizm, pragmatizm öne çıkarken takva arayışı, züht, çilecilik, pasifizm, ölüme hazırlanmaktan çok ondan kaçma, dünyayı imar edebilme, insanların kendi kaderini belirleyebildiği fikrinin iktidar devamlılığıyla artışı, nimeti verenin Yaradıcı olduğunun unutulması, insanların çalışıp çabalayıp metodunu geliştirdikten sonra her şeyi gerçekleştirebileceği kanaati, liberal politikaların kültürel ve iktisadi kazançları karşılığında eksiklerini, hatalarını görmeme tercihi güçlendi.

Bilhassa dindar kesimlerde aktif bir sinizm yani hataları, kötülükleri gördüğü, bildiği halde onu yaşatmaya devam etme iştiyakı duyargaları zayıflattı, akabinde dini mensubiyete kadar indi.

Olma’nın yerini sahip olma’nın alması, şüphenin, güvensizliğin, korumacılığın zirveye çıkışı, ilişkileri kariyer ve para düzleminde okuma, dostlukları bitirdiği gibi, dostluk kavramını da iyiden iyiye zayıflattı. Küresel kültürün sürekli değişken imgeleri, teknoloji yoğun kültürelliği fikirlerin, kaygıların yer tutma imkanını ortadan kaldırdı. Son yıllarda doğada meydana gelen afetler, tabiat düzeninin bozulması, varoluşun sıradanlaşması, sele, çığa, orman yangınlarına, küresel ısınmaya, salgınlara rağmen Allah’a yaklaşmaktan ve maddi olana ontolojik anlam yüklemekten vazgeçmeyip insanların gidişatı kendilerinin değiştirebileceği fikrinin peşine düşmesi anlamlandırma krizini doğurdu. Merkezde yer alan dindarlar eylemlerin amacını, manasını sorgulamaya bu da deizme yöneliş şeklinde yersiz bir yoruma ulaştı.

Deizm ithamının boyutları

Günümüzdeki anlam krizinin deizme geçiş biçiminde yorumlanması çok ciddi bir hatadır. Türkiye’de hiçbir zaman Allah’ın dünyayı yarattıktan sonra insanlara teslim ettiği, olan bitene karışmadığı, Peygamber Efendimizin bulunmadığı bir din anlayışı taban tutmaz; tam tersi Allah’ın gidişat kötüye giderken “neden müdahale etmediği”, “Müslümanların hangi yanlışa düştüğü için” Allah’ın yardımının gelmediği tartışılır.

Bu açıdan deizm meselesinin Türkiye’deki boyutlara genel hatlarıyla şu şekildedir:

n Belki düşünülmesi ve kaygılanılması gereken, gündelik hayatımızı yönlendirirken Allah’ı ne kadar düşünerek hareket ettiğimiz, meselelerin çözümünde dini yani İslam’ın emir ve yasaklarını ne şekilde işlettiğimizdir. Bu anlamda deizme yaklaşmaktan çok Müslümanların sekülerleşmesi, özel ve kamusal alanda İslami olanı “hakem ve hakim” kılmaktan vazgeçmesini önemsemek gerekir.

n Deizm tartışmalarının temelinde milenyum kültürünün geleneksel mensubiyet bağlarını bütünüyle kesmesi bulunur. Klasik tarikat ve cemaat yapılanmaları iletişim ve ulaşım teknolojisinin evvelinde ciddi bir sosyalleşme, İslamlaşma yolu iken özellikle Cumhuriyet uygulamaları ve 27 Mayıs sonrasında para ve kariyer için basamak manasına geldi.

Şirketleşme ve sivil toplumculuk tarikat-cemaat yapılarını manevi beslenme kanalı, takvayı artırma, dünyanın cüruflarından arınma vesilesi kılma yerine daha çok dünyevileşme, faiz, kredi gibi iktisadi meseleleri meşrulaştırma, başka cemaat ve tarikattan olanı adeta tekfir-dışlama, kamusal alanda daha çok görünme gibi yönlere ilettiği, aşırı siyasallaştığı için değersizleşti.

Kanaat önderi, kült, postnişin, aydın, üstad gibi her tür kişi ve cemaat yapılanmaları dijital tekno-kültür döneminde gözden düştü, meşruiyetini yitirdi. Deizme sapıldığı yakınması içindekiler, şovmen hoca, aydın, efendi, üstad taifesi gençlerin kendilerine iltifat etmemesine, sözlerinin eleştirilmesine hatta hafifsenmesine içerler; çünkü dijital tekno-kültür bir kültün sözlerini kendi benliğinin ve iradesinin önüne geçirmeyecek beslenme kanallarına sahiptir.

Korumacı muhafazakarlık

n Bu dönem dindarların iktidarı, statüko karşısında farklı darbe, müdahele ve operasyonlar karşısında kazanımları koruma güdüsü, iktidarda kalmayı beslediği için yeni bir inşa, düzen fikrini yok etti. Bu varolma-yokolma dikotomisi, ideal bir devlet, sistem anlayışını bilhassa 2000 sonrasında doğanlar için geçersiz kıldı.

Bir toplum modeli, İslam’a uygun bir ekonomik program, hukuki yapının İslamileştirilmesi gibi hususlar, kerim devletin ihyası, Asr-ı Saadet düşüncesinin güncellenmesi gibi kaygılar dindar-İslamcıların gündeminden, zihninden çekildi; korumacılık kendini sekülerizm ve laiklik olarak yansıttı. Yasa yapma, düzeni kuracak ilkeleri belirlemede İslami olanı göz önüne almayan laik bakış İslamcı-dindarlarda da tartışılmayacak kadar normalleşti.

n Neoliberal dönemde en yüksek iyi olarak maddi refah, konfor, tüketim belirlendiği için gençler kendilerini bu kültürün içinde buldu. Kariyer, para, az iş çok para, otoriteden bağımsız bir çalışma hayatı, hiyerarşi gözetmeyen kamusal hatta özel alan arayışı esas amacı oluşturdu.

Eğitim yalnızca rahat bir iş bulmanın basamağı görüldüğünden iyi bir sınav puanı alacak çok yoğun çalışma programı hazırlamak, sınavı kazanmak, işe girmek neredeyse “hayatın anlamı” oldu. Fakat hem işe yerleşemeyenler hem hedeflediği kariyeri yapanlar “aynı anlamsızlık ve amaçsızlık” içine düştüler. Varolanları korumaya ve yalnız kariyer ve paraya odaklanmadan dolayı gittikçe büyüdü; hayatı değiştirme, kapitalist dünya sistemine alternatif getirme, İslami dönüşüm hedefleri silindiğinden anlam krizi amaç krizine bu da ontolojik emniyet sahasının tehdit edilmesine yol açtı.

n Kamusal ve özel alanda dini görünürlüğün serbestliği, simgelerin rahatça kullanımı, din dilinin hemen her durum ve olay için kullanılması din doygunluğuna bağlı din yorgunluğunu getirdi. Buna neoliberallizmin iktisadi krizinin ülkeye de sirayet etmesi, genç istihdamının zorlaşması eklenince din dilinin fütursuz kullanımına karşı gençlerin ihtiyaç ve beklentilerinin karşılanamaması doygunluğu, yorgunluğu akabinde tepkiselliği getirdi.

n Temel ihtiyaçların karşılanmamasına rağmen din dilinin, ahlakçılığın güçlü bir şekilde sergilenmesi, bilhassa dini kurumların, tarikat ve cemaatlerin, dini kimliğiyle ön plandakilerin “hayatın gerçekleri”ni görmeden konformist gündemleri bilhassa gençler nezdinde tepkiyi artırdı.

Bu deizme kaymayı değil, cari söylemlerin içeriksiz, temelsiz, gerçeklikten kopuşu gösterir. Sonuçta dindarlar da, gençler de dini olanla siyasalı, kültüreli ayırdılar; ortaya deizme kaymaktan çok hayatı sekülerleştirme, “düzeni kabul”, “hayatın gerçeklerine göre hareket” ve laikleşme gerçeği çıktı.

n Küresel insan portresinde her şeyin dünyada başlayıp bittiğine ilişkin genel bir eğilim hakim. Türkiye’de de insanların “hesap verme” ahlakı gittikçe aşındığı, “dünyada yapılanların ahrette karşılığının görüleceği” itikadı zayıfladığı için sorun da çözüm de yeryüzünde aranıyor. Bu açıdan Allah’tan isteme yerine adamını bulma, bir hâmi arayışı daha önde.

n Bir taraftan kültler gerilerken öte taraftan özcü ulusçu simgesellik, mitçi tarih, lümpen ulusçu duyarlılık sekülerliği, içi boşaltılmış dinselliği artırıyor.

Yeni bir din anlayışı uç verirken…

Son yıllarda din dilinin olur olmaz kullanımına bağlı din doygunluğu ve din yorgunluğunun karşısına seküler ahlak ile yalnız Tanrı varlığında birleşme yani Şeriatsız İslam, İslamsız din gibi eğilimler yerleştirilmeye çalışılıyor. Avrupa’da din değiştirmede en çok tercih edilen İslam olurken Müslüman ülkelerde içeriksiz bir Müslümanlık uç veriyor.

Eğitimli kişilerde artan sekülerizm, laikleşme, hayatı İslam’a göre dizayn etme fikrinden sapma kapitalist dünya sisteminin artık yenilmez olduğu fikrinin güçlenmesinden neş’et ediyor. Tüketime bağlı konformizm İslami bir toplum ve devlet hedefini bastırıyor.

Bugün karşısına geçip vaaz vereceği cemaati toplama hevesindekilerin sıklıkla tekrar ettikleri deizme yöneliş yok; tam tersine sekülarizm ve laikleşme ağırlıkta. O da yeni bir hayat, yeni bir nizam fikrini gündeme getirmeden din dilini haraç – mezat kullanmaktan ileri geliyor.

Dijital tekno-kültürün avantajı; kültlere, para, kariyer, sekülerlik dışında sözü olmayan tarikat ve cemaatlere, yapılara yüz vermeyen milenyum gençliğinin beslenme kaynaklarındaki çokluğun, kitabi İslam’ın, senkretik yönelimlerin, sorgulama, eleştiri geleneğinin güçlenmesidir.

Halisane niyetleri kötüye kullandıkları, yetersizlikleri yüzünden karşısında diz kırılıp boyun bükülüp hikmetinden nimetlenecek önderler ve karizmalar kalmadığı için dijital tekno-kültürün açtığı alan, kitabi ve senkretik kaynaklar milenyum kuşağına sahih ve sahici bir din anlayışı, İslami bir toplum ve devlet mekanizması teşekkül ettirme imkanı sağlıyor.

[email protected]