Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin varlığı değil ‘nasıl’ı tartışılmalı

Prof. Dr. M. Şevki Aydın - Erciyes Ünv. İlahiyat Fak. Din Eğitimi Anabilim Dalı Öğr. Üyesi
4.10.2014

Bu dersin nihaî amacı, bir dinin dindarını yetiştirmek değil ülkemizde yaşayan herkesi dinler ve mezhepler konusunda bilgilendirmek suretiyle her birinin din konusunda nasıl bir tutum takınacağına, inanıp inanmayacağına bilinçli olarak karar vermesine katkıda bulunmaktır. İptalini değil içeriğini tartışalım.


Din Kültürü ve  Ahlak Bilgisi dersinin varlığı değil ‘nasıl’ı tartışılmalı

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ülkemizdeki Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi (DKAB) dersiyle ilgili davanın kararını 16 Eylül 2014 tarihinde açıklar açıklamaz bu dersle ilgili bildik polemikler başladı. Ne var ki, geçmişte olduğu gibi büyük bir gerilim kaynağı haline getirilmiyor. Bununla birlikte, konuya yaklaşımda pek fazla bir değişiklik yok; otuz küsur yıllık geçmişi olan DKAB dersinin varlığını tartışmaktan öteye geçil(e)miyor. Bunun arka planında yatan başlıca neden, çarpık laiklik anlayışımız, demokratik kültürümüzün güdüklüğüdür.  Zihinsel gettomuzdan çıkmayı pek başaramadığımızdan dolayı, toplum olarak normalleşmekte zorlanıyoruz. Şu var ki, DKAB dersinin varlığı üzerinden gerçekleştirilen politik ve ideolojik atışmalar, artık gına getirdi; toplum bundan rahatsız. Çünkü bu tutum, çözüm üretmek şöyle dursun sorunu daha da derinleştirmekte, toplumu kutuplaştırmaktadır.

AB ülkelerinde din dersi

Bu konuda Batılı ülkelere yapılan atıflar, gerçekleri yansıtıcı değil yanıltıcı olabiliyor. Her şeyden önce bu ülkelerden her biri, kendi toplumsal, tarihsel ve idarî şartlarına göre farklı bir yaklaşımla din eğitimine yer vermektedir. Avrupa Birliği, din ve din eğitimi politikaları konusunda hiçbir ülkeye sistem dayat(a)mamaktadır. Bu konuda en radikal laiklik uygulamasına örnek gösterilen Fransa’da, devlet okullarında bir branş olarak din dersine yer verilmese bile tarihten edebiyata hemen hemen bütün kültür derslerinde dine yer verilmektedir.  Öte yandan, Kilise gibi dinî ve sivil kuruluşlar, anaokulundan üniversiteye kadar eğitim kurumları açıp kendi dinlerini istedikleri biçimde öğretmektedir. Devletin bu yöndeki doğrudan ve dolaylı destekleri de cabası. Veya mesela komşumuz Yunanistan’ın din eğitimi konusunda nasıl bir doktriner tutum içinde olduğu, herkesçe bilinmektedir.

Gelişmiş ülkeler, din öğretiminin varlığını tartışmayı çoktan geride bıraktılar; din öğretiminin nasıl yapılması gerektiği konusunu tartışıyor, bu yönde yeni yaklaşımlar, modeller geliştiriyorlar. İnansın inanmasın genelde bütün sorumlu kişiler ve kurumlar,  giderek çoğulluk niteliği artan toplumların karşı karşıya kaldıkları yeni sorunlara çözüm üretme konusunda dinden ve din eğitiminden de azami ölçüde yararlanmanın derdindeler. Bu çalışmaları, politik ve ideolojik polemiklere kaçmadan tamamen bilimsel soğukkanlılıkla yapmaya gayret ediyorlar. Çünkü onların derdi, bağcı dövmek değil, üzüm yemek. Biz de artık toplumumuza illallah dedirten bu polemik yaklaşımını geçmişte bırakıp din öğretiminin nasıllığını, modelini tartışalım.

Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin kaldırılmasını (zorunlu olmaktan çıkarılmasını) önermek, her şeyden önce ‘din öğretimi konusunda daha ileriye gitmemizi sağlayacak adımlar atmak yerine, daha geriye gidelim’ demektir, tarihsel geçmişimizi görmezden gelmektir. Çünkü DKAB dersinin kaldırılmasını önerenler, ülke olarak geçmişte uygulayıp zararlarını gördüğümüz için vazgeçtiğimiz uygulamalardan birine yeniden dönüşü istiyorlar. Geçmişte dinî özgürlük alanını kısıtlayarak okullarda din öğretimine tamamen son veren (1933-1949)  iktidarın bizzat kendisi, olumsuz sonuçları görünce yeniden okullarda din öğretimine yer verme kararı almıştır. Ondan sonra devreye sokulan isteğe bağlı (ihtiyarî) din dersi uygulamasının da toplumda ayrışmaya, kutuplaşmaya ve çatışmaya yol açtığı görüldüğünden dolayı ondan da vazgeçilerek 1982’de mevcut uygulamaya geçilmiştir. (Söz konusu isteğe bağlı din derslerinin mahzurları hakkında bilimsel veriler ve değerlendirmeleri için bk. Beyza Bilgin, Türkiye’de Din Eğitimi ve Liselerde Din Dersleri, Ankara, 1976. Beyza Bilgin, Eğitim ilimi ve Din Eğitimi, Ankara, 1998, s.59 vd.). 

Dayatma sözkonusu değil

Beğenip beğenmemek bir tarafa, ama bilelim ki Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi, bizim tarihsel, dinsel ve toplumsal gerçeklerimiz göz önünde bulundurularak, özellikle de din eğitimine ilişkin geçmiş uygulamalardan ders alınarak ortaya konulmuştur. Bu dersin uygulamasına dönük sorunlar var, şikayetler var diye bunun kaldırılmasını, dolayısıyla yeniden geriye dönülmesini önermek yerine, daha ileri bir model ortaya koymak veya mevcut dersle ilgili sorunları çözüp şikayetleri ortadan kaldıracak çalışmalar yapmak gerekir. AİHM de, Türkiye’den bu dersin uygulamasında ortaya çıkan sorunların çözümünü talep ediyor; yoksa onun bize bir din eğitimi yaklaşımı/sistemi dayatma durumu söz konusu değil, olamaz da.

Çare, demokrasi kültürümüzü, demokrasimizi geliştirmek suretiyle sorunlarımıza olabildiğince bütün kesimleri rahatlatacak biçimde kalıcı çözümler üretmeye çalışmaktır. Bu da ancak, yapılacak çalışmaların, politik ve ideolojik karşıtlıklar üzerinden atışmalara kurban edilmesine fırsat vermeden tamamen bilimsel yaklaşımla yürütülmesiyle mümkün olabilir.

Bu konuyu enine boyuna burada ele almak mümkün olmadığından sadece birkaç hususa kısaca işaret etmekle yetinelim: 

Anayasa ne diyor?

1982 Anayasasının 24. Maddesinde zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersiyle birlikte isteğe bağlı din eğitimi hakkı da tanınmıştır: “Din ve ahlâk eğitim ve öğretimi Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Din kültürü ve ahlâk öğretimi ilk ve orta-öğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. Bunun dışındaki din eğitim ve öğretimi ancak, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanunî temsilcisinin talebine bağlıdır.” 

Anayasadaki bu açık ifadelere rağmen isteğe bağlı din eğitiminin yasal açılımları yapılarak uygulamanın gerçekleştirilmesi, 2012 yılına gelinceye kadar bir türlü sağlan(a)madı. Oysa toplumumuzun büyük çoğunluğunu teşkil eden mütedeyyin halkın, inandıkları din olan İslâm’ı çocuklarına gereği gibi öğretme ihtiyaçlarını bu dersin karşılaması mümkün değildi. Çünkü bu ders, İslâm’ın dindarını yetiştirmeye yönelik bir eğitimi öngörmüyordu. Bu dersin amacı, bu ülkede yaşayan herkese ortak bir din kültürü kazandırmaktı. Dolayısıyla bu derste İslam’la birlikte diğer dinler de öğretilecekti. Ama gelen itirazlar nedeniyle talepler belli bir oranda karşılandı ancak DKAB dersi, amacından şu veya bu ölçüde uzaklaştırılarak toplumsal huzursuzluklara kapı aralanmış oldu. Ne İsa’ya, ne de Musa’ya yar olundu.

Mahzurlu yanları var mı?

Bu çerçevede yapılan yanlışlardan biri, gayr-i müslim vatandaşlarımızın çocuklarına Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinden muaf sayılma hakkının verilmesidir. Dersin içeriğinden gayr-i müslim vatandaşlarımız rahatsızlık duyunca, çare olarak akla gelen şey onları bu dersten muaf tutmak oldu. Oysa bu, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin esprisiyle asla bağdaşmayan bir uygulamadır. Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi, bu ülkede yaşayan herkesin öğrenmesi zaruri olan dinî bilgileri kazandıracak bir “kültür” dersi olduğu için herkese zorunlu kılınmıştır. Bu dersin nihaî amacı, bir dinin dindarını yetiştirmek değil; ülkemizde yaşayan herkesi dinler ve mezhepler konusunda bilgilendirmek suretiyle her birinin din konusunda nasıl bir tutum takınacağına, inanıp inanmayacağına bilinçli olarak karar vermesine katkıda bulunmaktır. Bu çerçevede her birey, bu ders sayesinde birlikte yaşadığı insanları daha iyi tanıyarak onlarla sağlıklı ilişkiler kurma konusunda daha donanımlı hale gelecek; dolayısıyla farklılıklara rağmen bir arada barış içinde yaşama yeteneğini kazanacaktır. Gayr-i müslim çocuklarını muaf tutmak,  onların bundan mahrum bırakılması anlamına gelmektedir. Bu ise, dersin temel niteliğiyle ve amacıyla bağdaşmayan, hatta onunla çelişen bir uygulamadır. Bu uygulamanın bir ciddi mahzuru da muafiyet talebi olan öğrencileri ve velileri ‘dini inanç ve kanaatlerini açıklamaya’ zorlamış olma halidir ki, bu da temel insan haklarıyla bağdaşmamaktadır.

Nesnel ve eşitlikçi

Ne ilginçtir ki, AİHM bu yeni kararında daha önceki kararlarından farklı yaklaşım sergileyip, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinden muafiyet sınırlarının, öğrenci ve velilerin dinî inanç ve görüşlerini açıklamaya zorlamayacak biçimde daha da genişletilmesini talep etmektedir. Bu tutum, dikkat çekicidir. Savunma metinlerini göremediğimden, o konuda bir şey söyleyecek durumda değilim; ancak alınan kararı görünce, savunmanın niteliğini de merak etmeye başladım. Bilindiği gibi 2007 ve 2011 yıllarında vatandaşlarımız tarafından “DKAB dersinin içeriğinin sünnî İslâm’a göre oluşturulduğu” iddiasıyla açılan davalarda AİHM, benzer kararlar vermişti. Söz konusu kararların gerekçelerinde Mahkeme,  DKAB dersinin daha katılımcı, eleştirel ve programın daha nesnel, eşitlikçi olması gerektiğini vurgulamıştı. Yani AİHM, DKAB dersinin herkese zorunlu olmasının gereği olan şartların tam olarak yerine getirilmesini istiyordu. Milli Eğitim Bakanlığı 2005 yılında bu dersin programıyla ilgili değişiklik yapmış, ortaöğretim programında Alevilikle ilgili yeni bilgiler ilave etmişti; 2010 yılında da bu dersin program ve ders kitaplarında Aleviliğe ilişkin bilgilere daha fazla yer verdi. Bakanlığın, bu çalışmaları iç tutarlılığa sahip bilimsel bir teoriye göre yapıp yapmadığı tartışılabilir olsa da, sözü edilen değişikliklerden sonra açılan bu dava da, vatandaşımızın “Ben bu dersin içeriğinden memnun değilim” itirazına dayandırılmış olmasına rağmen karar, muafiyet sınırlarının genişletilmesi şeklinde verilmiş. Bu karar, DKAB dersinin temel amacıyla çelişmektedir. Yapılması gereken şey, bu dersten muafiyet sınırlarını genişletmek değil, insanımızın muafiyet taleplerine neden olan olumsuzlukları kaldıracak çalışmalar yapmaktır. Muhtemel bilgisizliğin değil aksine bilgili ve bilinçli olmanın önünü açmak tercih edilmelidir. Dinin toplumumuzdaki karşılığı iyi değerlendirildiğinde, DKAB dersinin zorunlu olmaktan çıkarılmasını savunmanın ne anlama geldiği daha iyi anlaşılacaktır.

Sünni endoktrinasyon mu?

Pratikte birtakım hatalar olsa da, bugün Türkiye’de gerçekten Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersleriyle baskıcı bir dini endoktrinasyon yapıldığı kolay kolay söylenemez. İslam’la birlikte diğer dinler de öğretilmekte ve üstelik onlar tamamen ön yargılardan uzak, kendi kaynakları esas alınarak nesnel bir yaklaşımla ele alınmaktadırlar. Bu derste ağırlıklı olarak nüfusun yüzde 99’unun dini olan İslam’ın öğretilmesi ise, son derece normaldir. Bu, gelişmiş ülkeler başta olmak üzere bütün dünyada böyledir; ayrıca pedagojik ve demokratik perspektifden de hiçbir sakınca taşımamaktadır.

İslam’ı öğretim modeline gelince, programına göre DKAB dersi İslam dininin temel kaynaklarını referans almakta, İslam dininin kök değerlerine mezhepler üstü bir pers≠pektifle yer vermektedir. Dolayısıyla programın tamamen Sünni olarak değerlendirilmesi tartışılır. Ancak, mesele sadece programdan ibaret olmadığından bu yaklaşımın ne kadar uygulamaya yansıdığını belirlemek için ders kitapları gibi başka unsurlara da bakmak gerekir. 

Bütün bunlara rağmen Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersini kendine özgü misyonuna uygun hale getirmek için yapılacak çalışmalardan biri, dersin içeriğini tamamen din kültürü dersine özgü niteliğe dönüştürmektir. 2012 yılında gerçekleştirilen 4+4+4 düzenlemesiyle eğitim sisteminin daha demokratikleştirilmesi suretiyle seçmeli din eğitimi derslerinin getirilmiş olması, din eğitimi mağdurlarından olan bu toplumun büyük çoğunluğunu (sünnî grubu) da rahatlatmıştır. Artık Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin içeriğinin, herkesin din kültürü kazanmasına yönelik hale gelmesine sözü edilen çoğunluk da itiraz etmeyecektir.

[email protected]