AB için tercih: Din özgürlüğü mü? Şirket özgürlüğü mü?

Tarkan Zengin / AYBÜ Öğretim Görevlisi
24.07.2021

Temel insan haklarına aykırı olan bir maddeyi iş sözleşmelerine koymak veya işyerlerinin iç tüzüğü olarak belirlemek hukuki değildir. 'Siyasi, dini ve felsefi semboller' ise her türlü yoruma açık ve çok geniş bir alanı kapsamaktadır. Pekala bir çalışanın sadece başörtüsü değil, her tavrı ve tutumu yasak kapsamında değerlendirilebilir.


AB için tercih: Din özgürlüğü mü? Şirket özgürlüğü mü?

Avrupa Birliği'nin temel değerleri olarak kabul ettiği temel hak ve özgürlüklerin kişilere, ülkelere ve kurumlara göre farklı uygulandığına şahit oluyoruz. Son yıllarda yapılan çeşitli düzenlemeler ve alınan bazı kararlar, Batı'nın savunduğu bu değerlere aykırı hareket ettiğini gösteriyor. Son olarak 15 Temmuz 2021 tarihinde Avrupa Birliği Adalet Divanı (ABAD), bir işyerinde başörtüsünü yasaklayan karar verdi. ABAD'ın bu kararının temel hak ve özgürlüklere, temel insan haklarına, kadın haklarına, din ve vicdan özgürlüğüne ve temel haklardan olan çalışma hakkına aykırı bir karar olduğunu belirtelim.

Ancak bu kararla birlikte AB ülkelerinde artık başörtülü kadınların çalışması yasaklanacak demek yanlış bir analiz olacaktır. Zira ABAD'ın kararında "işyerinde 'siyasi, dini ya da dünya görüşünü yansıtan' ve dışarıdan açıkça görülebilir şekildeki sembolleri işverenin belli şartlar altında yasaklayabileceği" ifade ediliyor. Üstelik burada "işverenin müşterilerine karşı tarafsız görünüm sergileme ya da sosyal huzursuzlukların önüne geçme ihtiyacı" nedeniyle yasak koyduğunu ispat etmesi gerekiyor. Temel hak ve özgürlüklere aykırı olan ABAD kararında bile başörtülü kadınlara yasak getirmek için (1) işyerlerinin iç tüzüklerinde dini sembolleri yasaklayan hüküm olması, (2) tüm dini sembollerin (haç, kipa) yasaklanması ve (3) yasağın nesnel gerekçelere dayandırılması gerekir.

ABAD'ın yeni kararı

Almanya Hamburg'da anaokulunda çalışan bir kadın başörtüsü takmaya başlayınca işten çıkarılıyor. Almanya Nürnberg'de yaşayan 35 yaşındaki Çiğdem K. ise kozmetik malzemeleri satan bir mağazada başörtülü olduğu gerekçesiyle işverenleri tarafından işten çıkarılıyor. İşveren, çalışanına başörtülü olarak müşterilere danışmanlık yapamayacağı veya kasada çalışmayacağını söylüyor. Bir kadın çalışana, ilkel bir yaklaşımla göz önünde bulunmaması gerektiğini ifade ediyor. Çalışabilmesi için başını açması gerektiği dayatmasında bulunuyor. Başörtülü kadın, Nünberg iş mahkemesinde açtığı dava ile eyalet iş mahkemesindeki davayı da kazanıyor. Konu federal iş mahkemesine geliyor. Kadın çalışanlar, işverenlere karşı açtığı davalarda 'din özgürlüklerinin ihlal edildiği' gerekçesini öne sürüyorlar. Federal iş mahkemesi de 'kadın çalışanlara uygulanan başörtüsü yasağının ayrımcılık olarak sayılıp sayılmayacağı' hususunda karar vermek için ABAD'dan görüş istiyor. ABAD, belli gerekçelerle başörtüsünün yasaklanabileceğini söyleyerek topu Alman iş mahkemelerine atıyor. ABAD kararında 'ulusal mahkemelerin ve üye ülkelerdeki yasal düzenlemelerin de kararlarda hareket alanı oluşturduğuna ve mahkemelerin verecekleri kararda 'dini özgürlüklerin korunması' konusunu da göz önünde bulundurmaları gerekeceğini belirtiyor.

Belçika ve Fransa'daki temyiz mahkemeleri, 2017 yılında başörtüleri gerekçesiyle işten çıkartılan iki kadının başvurusu üzerine de ABAD'dan görüş istemişti. Divan, iki ayrı dava için iki farklı karar vermişti. Belçika'da özel bir şirkette resepsiyon görevlisi olarak çalışan Samira A., işe girdikten üç yıl sonra başörtüsü takmaya başlamış, şirket ise iç tüzüklerinde "siyasi, dini ve felsefi sembollerin gözle görünür bir şekilde kullanımının yasak olduğunu" belirten madde olduğu gerekçesiyle kadın çalışanı işten çıkarmıştı. Kadın çalışanın açtığı dava sonucunda ABAD, şirketin iç tüzüğünde dini semboller yasaklandığı için, başörtüsünün yasaklanabileceğini belirten karar vermişti.

Yasağın kapsamı geniş

Öncelikle temel insan haklarına aykırı olan bir maddeyi iş sözleşmelerine koymak veya işyerlerinin iç tüzüğü olarak belirlemek hukuki değil. 'Siyasi, dini ve felsefi semboller' ise her türlü yoruma açık ve çok geniş bir alanı kapsamaktadır. Bu çerçevede bir çalışanın sadece başörtüsü değil, her tavrı ve tutumu yasak kapsamında değerlendirilebilir. Bir müzik grubunun, bir futbol takımının ya da bir meslek grubunun sembolünü taşımak bile "sembollerin görünür şekilde kullanımı" kapsamında değerlendirilebilir. Mesela kravat takmak ya da takmamak, kot pantolon giymek, spor ayakkabı giymek felsefi sembol müdür? Mesela haç kolye ya da yüzük takmak, Yahudi kipası takmak da dini bir sembol diyerek yasaklanabilir mi? Acaba haç ve kipa taktığı için bir çalışan işten atılmış olsaydı ABAD, bu çalışanların haklı nedenle işten atıldıklarına ilişkin karar verebilir miydi?

Kime göre tarafsız?

2017 yılında verilen ikinci kararın ayrıntıları şunlar: Fransa'da bir IT şirketinde yazılım mühendisi olarak çalışan Asma B'den, bir müşterinin şikâyeti üzerine, "tarafsızlık ilkesince" başörtüsünü çıkarması istenmişti. Çalışan başörtüsünü çıkarmayı reddettiği için işten çıkarılmıştı. Şirketin siyasi ve dini sembol taşımayı yasaklayan bir düzenlemesi yoktu. ABAD, şirket iç tüzüğünde meseleye ilişkin bir yasak olmadığı için bir şirkette işverenin müşterilerin isteği doğrultusunda çalışanını başörtüsü nedeniyle işten çıkarmasının ayrımcılık teşkil edebileceği yorumunu yapmıştı.

Karar her ne kadar başörtülü çalışmaya yasak getirmese de burada da şöyle bir sorun var: "Tarafsız bir şekilde giyinmek" kişiden kişiye, ülkeden ülkeye, sahip olunan değerlere göre değişmektedir. Avrupa gibi çok sayıda farklı milletlerin ve farklı dinlerin bir arada yaşadığı bir kıtada 'tarafsız şekilde giyinme' hangi somut ölçülerle belirlenecektir. Bunu yapmak zor olduğu için Batı'da yükselen İslam karşıtlığının ve Müslümanlara yönelik tahammülsüzlüğün bir göstergesi olarak başörtüsü yasaklanıyor.

Uluslararası sözleşmeler

ABAD, temel hak ve özgürlükleri, din ve vicdan özgürlüğünü, çalışma hakkını ve uluslararası sözleşmeleri göz ardı ederek hukuki değil siyasi bir karar vermiştir. Birleşmiş Milletler'in sekiz temel insan hakları sözleşmesinden biri olan, 189 ülkenin imzalayarak taraf olduğu kadın haklarına ilişkin önemli bir uluslararası sözleşme olan "Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi'' (CEDAW), kadın hakları açısından halen bağlayıcı en önemli uluslararası sözleşmedir. CEDAW'ın 11. maddesinde taraf ülkelerin istihdam alanında kadınlara karşı her türlü ayrımı önlemek için bütün uygun önlemleri alacakları ifade ediliyor.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) "Ayrımcılık yasağı" başlıklı 14. maddesi şöyledir: "Bu Sözleşme'de tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya diğer kanaatler, ulusal veya toplumsal köken, ulusal bir azınlığa aidiyet, servet, doğum başta olmak üzere herhangi başka bir duruma dayalı hiçbir ayrımcılık gözetilmeksizin sağlanmalıdır." Aynı Sözleşme'nin 9. Maddesi ise "Herkesin düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne sahip" olduğunu söylüyor. Avrupa Birliği Temel Haklar Bildirgesi'nin 15. maddesi "Herkes, çalışma ve serbestçe seçilmiş veya kabul edilmiş bir mesleği yapma hakkına sahiptir" demek suretiyle çalışma hakkının temel bir hak olduğunu belirtiyor. Keza Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 23. Maddesine göre ise "Herkesin çalışma, işini serbestçe seçme, adaletli ve elverişli şartlarda çalışma ve işsizliğe karşı korunma hakkı vardır."

ABAD ülkeler açısından bağlayıcılığı olan uluslararası sözleşmeleri bu kararı verirken gözardı etmiştir. Batı, kadın haklarıyla ilgili uluslararası sözleşmeleri dikkate almadığımız ve İstanbul Sözleşmesi'nden çekildiğimiz eleştirilerini ülkemize yapacağına öncelikle başörtüsü kararlarında uluslararası sözleşmeleri görmezden gelme çelişkisini gidermelidir.

Türkiye'deki durum

Türkiye de uzun yıllar maalesef başörtülülerin çalışma yasağı olan bir ülke durumundaydı. 2013 yılında başörtülü çalışma özgürlüğü getirildi. AYM, başörtülü bir çalışanla ilgili 2018'te verdiği bir kararda "çalışanın başörtüsü gibi toplumsal çeşitliliği yansıtan bir dini açığa vurma vasıtasını kullanmasını toplumsal birliği tehdit eden unsur olarak görmenin demokrasi ve çoğulcu laiklik anlayışı ile bağdaşmadığını" ifade etmişti. Kararda ayrıca "güvence altına alınan herhangi bir hakka yönelik sınırlandırmanın meşru kabul edilebilmesi için kaygılar ve varsayımlarla değil yalnızca tartışılmayacak olan gerçekler ve hukuki olarak şüphe götürmeyecek nedenlerin ortaya konulması ile mümkün olabileceğini" değerlendirmişti. ABAD, kararında yukarıda belirtilen hususları dikkate almadan sübjektif karar vermiştir.

Avrupa'da son yıllarda yükselen İslam düşmanlığı, bu kararlarla kurumsallaştırılmaya çalışılıyor. Avrupalı bazı devlet yöneticilerinin İslam diniyle ilgili sorumsuz açıklamaları da Müslümanlara karşı düşmanlık hislerini besliyor. Bunu son yıllarda Avrupa'da ırkçı ve İslam düşmanı partilerinin oy oranlarının sürekli artırmasından da görüyoruz. Çalışma hayatında getirilen yasaklar diğer alanlara da yayılma eğilimi gösteriyor. Batı bir akıl tutulmasıyla İslam düşmanlığını yaygınlaştıracak tutum sergiliyor.

Üç maymunu oynuyorlar

ABAD kararı ve bu karara karşı takınılan tavırlar bazı önemli sonuçlar ortaya çıkardı. Öncelikle Batı'nın temel hak ve özgürlükler konusunda ilkesel davranmadığı ve söz konusu İslam dininin gereği başörtüsü olunca yasakçı kararlar alabildikleri bir kere daha görüldü. Kadın hakları konusunda öncülük ettiğini iddia eden Batı, söz konusu başörtülü kadınlar olunca bambaşka bir yaklaşım sergiliyor. Avrupa 'kadın haklarını savunurum ama başörtülüler hariç' diyor. İstanbul sözleşmesi üzerinden Türkiye'nin kadın haklarında çok geriye gittiğini söyleyen Batı ve Batı kurumlarının başörtülü kadınların çalışma haklarının engellenmesine karşı tepki göstermemesi ise büyük çelişki. Ülkemizde de benzer şekilde kadın hakları konusunda çok duyarlı olduğunu iddia eden kesimlerden ABAD'ın kararına karşı herhangi bir tepki açıklaması gelmedi. Batılıların yaptığı gibi ülkemizde de kadın hakları savunucusu görünenler söz konusu başörtülü kadınlara konulan yasaklar olunca sessiz kalıyorlar. Kararın bir başka sonucu ise örgütlü yapıların kadın hakları konusunda çelişkili yaklaşımlarını açığa çıkarması. Batı'da ve ülkemizde bazı sendikalar, meslek örgütleri, barolar, siyasi partiler, STK'lar ve gazeteciler, kadın haklarında her konuda açıklama yaparken başörtüsüyle çalışan kadınlara yasak getiren ABAD kararına karşı üç maymunu oynuyorlar. Daha önce de başörtülü kadınların çalışma ve eğitim hakkına konulan yasaklarda da sessiz kaldıklarına şahit olmuştuk. Çalışan kadınlara getirilen yasaklara ilkesel değil, yasağın kime getirildiğine bakarak tutum belirliyorlar.

@TarkanZengin