Din ve hayat: Güncel bir durum değerlendirmesi

Dr. Necdet Subaşı / Yazar
17.04.2021

Dinin olmazsa olmaz bir şekilde temel koruyucu kalkanı olarak görülmesi gereken maneviyatının bugün sıklıkla es geçilebilir bir "yetersiz bakiye" olarak gözden çıkarılması mevcut durumun paradoksal düzeyde derinleşen hezimetini göstermektedir.


Din ve hayat: Güncel bir durum değerlendirmesi

Dr. Necdet Subaşı / Yazar

Türkiye'de dinin millet, devlet ve zihniyet katmanlarında nasıl bir yerde durduğu sorusu hâlâ güncelliğini koruyan bir hızda ilerlemektedir. Dinin yerini her daim yoklamaya yönelik bu ilgi sonuçta onu birbirinden farklı düzlemlerdeki varlık ve işleyişi içinde takip etmeyi gerek bireysel gerekse toplumsal bağlamlardaki yansımalarına dikkat kesilmeyi ve gündelik gerçeklik dünyasındaki temsil ve tezahürlerini orada içkin maneviyat örüntülerini asla ihmal etmeksizin görmeyi gerekli kılmaktadır.

Yeni bir maneviyat takdimi

Bu bağlamda belli başlı dinî kurumsallaşma tecrübelerinin gelenekte yaşanmış formları geride bırakmayı göze alarak nasıl olup da bugün yeni bir maneviyat takdimiyle görünürlük kazanmayı başardığı merak konusudur. Devleti katı bir şekilde laikleştirip, gündelik hayatı da olabildiğince sekülerleştirmeyi amaçlayan bir siyasi tahayyülün bir şekilde alan açmaya ihtiyaç duyduğu din de bu kuşatma ortamı içinde yeni bir dindarlık tasavvuruna teslim olmuştur. Baskıcı laiklikle sindirilen dinî hayat, sınırları henüz netleşmemiş bir kamusallık tanziminde dışarıda tutulmuş, böylece "kenarda" bırakılan din de kısıtlı bir dil ve eylem dünyası içinde yeni bir maneviyata razı olmuştur.

Esasen genellikle şaşkınlık uyandıracak bir şekilde ortaya çıkan bu gelişmeler her şeyden önce "dini dünya"yı baskı altında tutmayı itiyat hâline getirmiş bir zihinsel arka plandan ve "Batı dışı modernleşme" pratiklerinde içkin olan mutlaklık iddiasından kaynaklanmaktadır.

Aydınlanmadan mülhem bir tepkiselliğin yersiz ancak sınır tanımaz bir öfkeyle buluşan eleştirel dili, geleneksel ve kültürel kodlarla bugüne taşınan maneviyatı kayda değer bir sıklık içinde taciz etmekte, dinin hakikat iddiaları karşısında sürekli genişleyen bir kamusal tahkimata ihtiyaç duymaktadır. Buna bağlı olarak Türk modernleşme süreçlerinde din temelli maneviyat arayışları çoklukla hızla terk edilmesi gereken bir gerilik/gericilik alâmeti olarak görülmekte yanı sıra hemen her fırsatta zemm edilerek onun en başta kendi gerçekliği içindeki alenileşme çabasına müdahale edilmektedir.

Sosyal gerçeklik

Öte yandan bununla yetinmeyen bir tehlike algısı da onu aceleci bir şekilde eski rejime yönelik özlem ve beklentiler için sıkça başvurulabilecek tehlikeli bir referans kalıbı olarak teşhis etmekte, dinin sosyal gerçekliğin farklı bölümleri içindeki geliştirici ve pekiştirici rolüne karşı teyakkuzu elden bırakmamaktadır.

Türkiye'de dinin modernleşme politikalarının tazyik ve enerjisiyle eş zamanlı bir şekilde devreye giren yeni ve modern birtakım sorularla karşı karşıya getirildiği, insan yetiştirme düzeninin üzerine bina edileceği seküler bir eğitim müfredatıyla kendi bilişsel yapısını reddetmeye ya da revize etmeye zorlandığı açıktır. Osmanlı dinselliği içinde dinle devletin birbirinin varlığını gözeten ve tahkim eden ağırlıklarına Cumhuriyet'le birlikte radikal bir heveskârlıkla son verilmiş ve gündelik hayatta varlığını sürdürmeye devam eden gelenekli dinî yapı ve sosyal temsiller nihayetinde hızla bölünüp parçalanmıştır.

Devletle toplum arasında çoklukla yönetim gereklilikleri açısından hatırlanan sınırlı bir işlevsellikle din onu zayıflatmayı amaçlayan birçok dalganın hışmına maruz bırakılmıştır. Bu bağlamda "Din"in gerek her durumda "ölçülü" olmakla sınanan Diyanet'le gerekse diğer belli başlı dinî yapı ve gruplar arasında dolaşımda olan muğlak ve müphem söylemlerle eşleşmeye zorlanan gerçek temsili maneviyatını saf ve sade bir şekilde yaşamak isteyenler için modern bir imtihan hüviyetindedir.

Meşruiyet sorunu

Buna bağlı olarak Türk modernleşmesinde dinin yeni konumunun nasıl olacağına dair her seferinde yeni formülasyonlar eşliğinde gündeme getirilen pek çok öneri ve görüş de genellikle meşruiyet sorununu sıklıkla hatırlatıp yenileyen laik ve seküler talepkârlıklar karşısında geri adım atmak zorunda bırakılmıştır. Dinî hayatın kendi özgün tabiatına bağlı olarak işlemesinin sürekli olarak baskılandığı bir hassasiyet ikliminde, din de Diyanet de varlığını sürdürebilmek için yeni birtakım söylemlerle ilişkide olmayı bir korunma refleksi ve garantisi olarak tercih etmek zorunda kalmıştır.

İçinden geçtiğimiz sürecin, dönüştürücü gücü oldukça yüksek bir modernleşme dalgasına maruz kalınarak şekillendiği göz ardı edilemez. Öte yandan gelenekle modernlik arasında sık sık el değiştiren kurumsal/kuramsal bir "din dili"nin sonuçta Müslüman maneviyatının temel birtakım duyarlılıklarını korumaktan çok, onu hemen her adımda zayıflatıp güçsüz bırakacak bir popülizme teslim ettiği de söylenebilir. Böylece maneviyatın da başka diğer etkileşim alanlarını da akılda tutmak ve unutmamak kaydıyla yeni zamanların ürettiği sosyolojik gerçeklik karşısında giderek yok olmaya yüz tuttuğu, dinin tek tek her müminde karşılık bulması beklenen manevi tat ve huzurun bir meta üretiminin parçası olarak yeniden üretilmeye çalışıldığı söylenebilir.

Bu çerçevede toplumsalın bildik muhayyilesini derinlemesine etkileme ve orada birikmiş bilgi ve birikimin hiç de sathi olmayan bir çabayla gündelik gerçekliğe dahil edilme ihtiyacı aydın, entelektüel ve âlimlerin rollerini güçlü bir şekilde yeniden hatırlamamızı zorunlu kılmaktadır. Modern tasavvur dünyasında verili bilgiyi laik kodlarla temas içinde tutarak yeni bir temsil alanı oluşturan pek çok seküler aydın ve entelektüel de din alanında öne çıkan soru ve problemleri söz konusu kodlar içinde kalarak cevaplamaya yönelmektedir. Dinî bilgi ve eylem alanını içeriden bir sorumluluk içinde kavrama çabasıyla sorumluluk üstlenen ulema ise sonuçta dinle hayat arasındaki uyumsuzluğu gidermek hatta bu arada oluşan gerilimi makul düzeyde yumuşatma gibi bir cehtle kendilerine gelenekte olduğu gibi bugün de oldukça fonksiyonel sayılabilecek yeni birtakım alanlar açmaya çaba sarf etmektedir. Her daim erişilmesi, korunup geliştirilmesi arzu edilen maneviyat da aydın, entelektüel ve âlimlerin sıkça söz aldıkları bir toplumsal evrende her seferinde giderek daha fazla önem kazanan yeni bir gerilim alanı olarak gündeme gelmektedir. Laik ya da seküler bilgi evrenleriyle din alanının çözümlemesine yönelenlerle, aynı tartışmaya dinî ve kültürel müktesebattan beslenen bir bakiyeyle dahil olan ulemanın ortaya koyduğu muhayyile hemen her durumda tartışmayı derinleştiren kompleks bir kargaşaya yol açmaktadır.

Büyüyü ortadan kaldırma

Dini en başta bilimsel bir perspektifte ısrarcı olmak kaydıyla inceleme çabası içinde olan ve bu noktada başta antropoloji, psikoloji ve sosyoloji olmak üzere sosyal bilimlerin belli başlı alanları üzerinden sahaya yönelenlerin sonuçta ondaki "büyüyü ortadan kaldırma" niyetiyle konuya yaklaşma biçimleri bugün din alanında yaşanılan en önemli gerilim alanlarından birini oluşturmaktadır. Dini, taşıdığı maneviyattan bağımsız olarak, tarihsel, sosyal ve kültürel bir bilgi kaynağı hatta arketipi olarak görme çabası onun sahici anlamda "dini" olan esas boyutunu reddetme hevesiyle ortaya çıkmaktadır. Dine gerçek anlamda "dışarıdan" bakmayı ve onda içkin olan her ne varsa olabildiğince aceleci bir şekilde açığa çıkarıp açıklanabilir kılmayı önceleyen bilimsel yaklaşım sıklıkla ihmal ettiği anlama çabasına çok az ihtiyaç duymaktadır.

Dini derinlemesine bir muhakemenin parçası olarak ele alan felsefede ise onunla kendisi arasındaki mesafe bir yakınlıktan çok gerilim payı olarak anlaşılmaya uygun bir pozisyon üretmektedir. Aklın takip etmeye cesaret ettiği sorular ekseninde din ve onun zihinsel yansımalarına dikkat kesilen felsefe ise ondaki derûnilikten çok söylemsel kuruluşuna yönelmektedir. Felsefeyle din arasındaki gerilimi sonu gelmez polemiklerle, büyük bir keyifle sürdürmeyi amaçlayan filozof da eleştiri ve itirazlarını dile getirirken her zaman dahil olduğu aklın çakılı dünyasında kendine bir dil kurmaya çalışmaktadır. Din eleştirilerini sınır tanımaz bir genelleme mantığıyla İslam için de geçerli sayma çabası Müslüman kelamcıların bu sorulara verdikleri cevaplarında İslam düşüncesine yeni birtakım melekeler kazandırmıştır. Buna rağmen Müslüman filozofların kılı kırk yaran karşılıklarıyla sahiplenilen dinî-entelektüel müktesebat ne kelamcılar ne de fakihler tarafından coşkuyla alkışlanabilmiştir.

Dinin akılla kalp arasındaki uyumu gözeten ve iç tutarlılığı bu denge üzerinde tutmaya çalışan diliyle felsefe ya da bilimin "dışarıda" kalarak sürdürmeye çalıştığı zemin sonuçta belli başlı maneviyat disiplinlerinin göz ardı edemeyeceği yeni bir manevi lehçeye yol açmaktadır. Bilimin ya da felsefenin gündeme getirdiği sorularla karşılaşan ve çoğu aktivist sözcülerin elinde şekillenen bir savunma edebiyatı, bu kez gerçekliği kendi özünde bulmak yerine türlü mecralardan gelen sorular etrafında yeni bir hakikat düzeyi yaratmaya çalışmaktadır. Bugün aktivist pek çok Müslüman söz konusu duyarlılıklar içinde muhatap olduğu itiraz bombardımanını göğüsleyerek aşmaya yönelmekte ve buna bağlı olarak da kendi bağlamı dışında biçimlenmiş sorulara dahil olduğu geleneğin verimlerini ihmal ederek söz yetiştirmeye çalışmaktadır.

Ölçüsüz radikalizm

Yer yer bir zaaf hatta içe kapanma ya da ölçüsüz bir radikalizmde karar kılmakla sonuçlanabilecek bu tercihle dinin öteden beri var olan kıymet ölçüleri ve bağlı olduğu usul ve hakikat temsilleri gözden çıkarılarak böylece sözüm ona güçlü bir din savunusu yapıldığı iddia edilebilmektedir. Bugün kamusal alanda gerek devletin laik gereklilikleri gerekse popüler kültür endüstrisi tarafından dayatılan yeni değer ve düşünme formlarının sekülerleştirici tabiatı karşısında aktivist Müslüman aktörlerin her durumda İslam'ı "yeni form"larla takas edilebilir düzeyde pazarlığa açık hâle getirmeleri ancak dinî ve kültürel bir savurganlıkla açıklanabilir. Dinin olmazsa olmaz bir şekilde temel koruyucu kalkanı olarak görülmesi gereken maneviyatının da bugün sıklıkla es geçilebilir bir "yetersiz bakiye" olarak gözden çıkarılması mevcut durumun paradoksal düzeyde derinleşen hezimetini göstermektedir.

Tehditler, korkular, manipülasyonlar ve kışkırtıcı radikal söylemlerin din dilinin bildik akışkan sadeliğinin korunmasında kayda değer sorunlara yol açtığı açıktır. Geçmişte oryantalist söylemle eş zamanlı bir dikkat içinde ilerleyen sömürgeci tasavvurun ortaya koyduğu resim, günümüzde "kendi kendini ötekileştiren muğlak bir dil"le yer değiştirme istidadındadır. Sadece siyasi geleneklerin yeni bir dünya kurma çabasıyla ilgili olmaksızın gerek modernliğin gerekse onu aşma çabası içindeki post-modernliğin sonuçta dinin insanın varlık dünyasındaki mevkiini, rol ve statüsünü tartışmaya açan girişkenliği karşısında en çok da kalp bu müzakerede yalnız bırakılmaktadır.

@darulmedya