Dindar Aleviler ve kültürel Aleviler

ŞENOL KALUÇ/LDT - Alevi Bektaşi Araştırmaları Merkezi Direktörü
8.12.2012

Kalpleri İslam hassasiyetleri ile dolu, doğruluk, adalet, dürüstlük vb. erdemleri kendisine rehber edinmiş Alevi ya da Sünni Müslümanların takvada yarıştıkları bir iklim için Ehl-i Beyt ve Kerbela ortak bir buluşma noktası olmalıdır.


Dindar Aleviler ve kültürel Aleviler

Bir Mah-ı Muharrem daha geldi geçti. Kimi yas diyerek kimisi de sünnet diyerek oruç tuttu. Uzun yıllardır unutulan Muharrem kültürünün yeniden hatırlanması beraberinde ilginç tartışmaları da getirdi. Kimi Muharrem’e kıskançlıkla sahip çıktı, kimi başka anlamlar yüklemeye çalıştı, kimi Muharremi farklı algıladı, kimi rahatsız oldu, kimi de fark etmedi bile. Tüm bunlara rağmen Muharrem’in görünür hale gelmesinden özellikle birbirine taban tabana zıt iki kesim rahatsız oldu. İlginçtir bu iki kesim Alevi açılımından da rahatsızlık duymuştu. Bir tarafta dinsel referansı zayıf (referanslarını Alevilikten çok Sol-Kemalist-Marksist felsefeden alan)Aleviler ve diğer tarafta ise kendisini Ehl-i Sünnet’in tek temsilcisi gibi gören aşırı uç çevreler.

İlk cemevlerini solcular açtı

Dinsel referansı zayıf Aleviler, Aleviliğin Cumhuriyet döneminde gizlenmesine bakarak Muharrem’in görünür hale gelmesinden, Alevi-Sünni birlikte tutulan oruçlardan, verilen iftarlardan rahatsız oldular ancak bu rahatsızlığın kaynağını Muharrem’e ve Hz. Hüseyin’e duyulan saygı ve muhabbetten olduğunu düşünmek saflık olur. Bu çevreler için Muharrem, Hz. Hüseyin ve Kerbela kültünün canlanması, yıllardır Aleviler için çizilen rolün bozulması anlamı taşıyor. Yıllardır her türlü yolla ve büyük emeklerle Aleviliğin İslam’la bağının koparılmaya çalışıldığı bir çağda, bu çevreler Kerbela kültünün Alevilerin İslam’la yeniden buluşmalarını ve kendilerini aramalarına yol açacağını biliyorlar. Bu çevreler yıllar önce politik sebeplerle sahip çıktıkları cemevlerinin nasıl ellerinin arasından kayıp gittiğini gördükleri için bu son gelişmelerden oldukça tedirginler. Bu nedenle her fırsatta Alevilerin Sünnilik korkularını kullanarak bu gidişe bir son vermek istiyorlar. “Bizde (kendileri tutmadıkları halde) iftar yoktur, oruç açımı yoktur” gibi yaklaşımlar biraz da bundan kaynaklanmaktadır.

Bu ülkede ilk cemevleri ideolojik alanlarını kaybeden eski tüfek solcularca açıldığında (bu açıdan tebrik etmek lazım) amaç Aleviliği yeniden canlandırmaktan çok Aleviliği dönüştürmekti. Ancak geride kalan yıllar beklentileri tersine çevirdi. Aleviler giderek daha çok dinsel ritüellerine sarılmaya ve kendilerini aramaya başladı. Bu arayış bugün hemen her cemevinde (özellikle şehirlerde) ikili bir yapı ortaya çıkardı. Bir tarafta dinden uzak, olayı sadece kültürel bir birliktelik gibi gören ve daha çok kendisini siyaseten tanımlayan Aleviler, diğer tarafta ise Aleviliği geleneksel yapısı ile anlayıp yaşamaya çalışan dindar Aleviler. Ve maalesef dün olduğu gibi bugünde bu dindar Alevilerin bir entelijansiyası ve sesi olacak önderleri ya yok, ya da varolanlar kamuoyunca görmezden geliniyor.

Diğer grubun tepkisi ise daha çok koyu bir Şia düşmanlığına yaslanıyor. Kerbela kültünün görünür hale gelmesi onlar için yıkıcı bir faaliyet, çünkü yüzlerce yıldır tekrarlanan ve kabul edilen bazı dayatmaların temelden sarsılacağını düşünüyorlar. Kerbela üzerinden açılacak bir tartışmanın uzun vadede diğer tartışmalı konulara da uzanacağı ve Ehl-i Sünnet mensubu pek çok Müslüman’ın imanının sarsılacağı hatta bazılarının Rafızîliğe kayabilecekleri korkusu yaşıyorlar. Geçmişte yaşamış büyük pek çok Ehl-i Sünnet âliminin bile savunmadığı isimler sırf bu gayret ile savunuluyor.

Muharremden kimler rahatsız?

Hemen her Muharrem bu çevrelerde Hz. Hüseyin bir yandan övülürken diğer taraftan Yezit’in meşru Halife (?) olması hasebiyle hareketi yargılanmakta ve son tahlilde “Yezit’in Hüseyin için gözyaşı döktüğü ve katliamdan habersiz olduğu” yazılarak kılıcı tutan el değil de kılıç suçlanmaktadır. Bu çevreler sırf İstanbul kuşatmasına katıldığı için Yezit’i “kahramandır” diye taltif etmekten de çekinmiyorlar. Fil suresini ezbere bilip, Ebrehe’den haberdarken her ne hikmetse bu kahramanın (?) Kâbe’ye Ebrehe’nin yapamadığını yapıp, Kâbe’yi mancınıklarla taşlatıp, hasar görmesine sebep olduğunu ve yine hemen öncesinde Harre katliamı ile Peygamber efendimizin göz bebeği Medine halkını kılıçtan geçirtip, bu mukaddes şehre savaş esiri muamelesi yaptığını ya bilmiyor ya da bilmezden geliyorlar. Bu çevreler, ilginç bir şekilde hayatlarının büyük bir kısmını İslam’a düşmanlıkla geçirmiş, nübüvveti Mekke’nin fethinden sonra korku ile tanımış, kalpleri Allah’ın emri ile rüşvet karşılığı Müslümanlara zarar vermesinler diye satın alınmış, müellefetül kulübün önde gelen temsilcilerini Ehl-i Beyt’e tercih etmekte ve siyaset uğruna, iktidar uğruna, asabiyet uğruna, Allah’ın ve Resulünün yasakladığı ne varsa çiğneyip geçen bazı zatları “içtihat hatası yaptılar” diyerek yüceltmekten ve meşrulaştırmaktan çekinmiyorlar. Ve tüm bunlar “Sahabelerin gökteki yıldızlar gibi oldukları” hadisinin arkasında gizlenerek yapılıyor.

Bu iki grubun tutumunun neye hizmet ettiği açık, bu nedenle bizlerin mutedil kesimlere kulak kabartmamızda fayda var. Birlik ve beraberlik istiyorsak, insanların inançlarını özgürce yaşadıkları bir Türkiye hayali kuruyorsak bu gerekli. Daha da önemlisi kalpleri İslam hassasiyetleri ile dolu; doğruluk, adalet, dürüstlük vb erdemleri kendisinde rehber edinmiş, Alevi ya da Sünni Müslümanların takvada yarıştıkları bir iklim için bu yol açılmalı ve Ehl-i Beyt ve Kerbela ortak bir buluşma noktası olmalıdır.

[email protected]