Dini gerçekliği adlandırmak

Dr. Necdet Subaşı / Yazar
3.10.2020

Fiili durumda “mütedeyyin”, “mutaassıp”, “mukaddesatçı” ve son kullanılan formuyla revaçtaki “dindar-muhafazakâr” gibi tedavüle girmiş kavramların yeniden ele alınması, bu nitelemelerin gündelik hayatın belirleyici kıstasları ihmal edilmeksizin çözümlenmesi gerekir. Gerçekten de bugün kendimizi bunlardan biriyle ilişkilendirdiğimizde ne demiş oluyoruz? Bütün bunlar meramımızı gerçekten ifade edebilecek kudrette mi?


Dini gerçekliği adlandırmak

Türkiye özelinde “dindar muhafazakâr kesim ibaresi” etrafında buluşmakta kısmen de olsa karar kılmış gibi görünen devasa bir kütleden söz etmek mümkündür. Kavram, gerek kendisine yakıştırılan gerekse zevkle sahiplendiği isimlendirmelere odaklanıldığında aslında bu coğrafyada yaşanan güçlü bir varlık talebinin türlü veçhelerini yakından takip etmenin gerekliliğini hatırlatmaktadır.

Dindarlıkla muhafazakarlığı mezcetme fikri yeni tarz kabul biçimlerinden besleniyor. Aslında kavram, son 15 yılın değişen ve farklılaşan dünyasında dinî duyarlılıklarını geleneksel birikim, yerleşik kültür ve kadim zihniyet örüntüleriyle ilişkilendirme noktasında belirgin bir heveskârlıkla malul olanlar için kullanılıyor. Üzerinde bir tür uzlaşmanın da sağlandığının düşünülebileceği bu terkibin yine de “efradını cami, ağyarını mâni” düzeyde elverişli bir kapasiteye sahip olup olmadığında karar kılmak kolay değildir. Gerçekten de dindar-muhafazakâr adlandırmasının ister kendilerini suçlamak maksadıyla “dışarıdan” üretilmiş bir damgalama ya da etiket olsun isterse varoluşsal hikâyelerini yansıttığından emin olunabilecek “içeriden” bir adlandırma olarak sahiplenilsin, sonuçta bu oldukça şaşırtıcı düzeyde ilgi gören kavramın neleri dışarıda bıraktığı da ayrı bir tartışma konusudur. Mesela dindar-muhafazakâr isimlendirmesinin laiklik, sekülerlik, modernite ya da dinin temel ölçü(t)leri hakkındaki sahici duruşu öyle pek de açık değil gibidir. Bu nedenle de söz konusu terkibin dindar muhafazakâr tanımlaması içinde ele alınan geniş bir kitlenin sekülerleşme ve modernleşme konusundaki tavırlarını da içerme noktasında pek çok zaafı taşıdığı da söylenebilir.

İtirazın odak noktası

Öte yandan dindar-muhafazakâr kavramına daha ortaya çıktığı zamandan beri eleştirel bir duyarlılıkla yaklaşanlar da az değil. İtirazın odak noktasında kavramın dindarlığı da muhazakârlığı da müphem ve muğlak bir söz dağarcığından beslenerek sahiplenmesi yatıyor. Bugün Türkiye’de toplumsal düzeydeki belli başlı yapı ve grupları apaçık bir saflaşma, kamplaşma ve ayrışma temelinde ele alma yönünde yaygın bir temayülün giderek güçlendiği de söylenebilir. Bu durum sonuçta din konusunda belli bir duyarlılığı kendi kontrol ve tekelinde gördüğünü düşünen bir kitleyi bütünün içinden koparıp alma noktasında sınır tanımayan bir enerjiyi harekete geçiriyor.

İstikametini Batılılaşma üzerinden modernleşme kararlılığıyla tayin eden kurucu Cumhuriyet seçkinlerinin nezdinde din de dindar da epeyce bir süre hiçbir stratejiye, siyaset ve aklileştirmeye ihtiyaç duyurtmayan bir kararlılıkla açık ara bir mesafede tutulmuştu. Türk modernleşmesinin evveliyatından itibaren atılacak devrimci adımların hızını kesebileceği, ona karşı bir mücadele örgütleyebileceği gibi olası korkuların kaynağı olarak işaret edilen din, uzunca bir süre tehdit kaynakları arasında hep öne çıkmıştı. Gerçi dini ve dindar olanı hedef göstermenin dönemin şartları içinde anlaşılır yanlarını bulmak da zor olmasa gerektir.

Mesafe bilinci

Bu mesafe bilinci uzunca bir süre, dini duyarlılıklarını dünyanın yeni gidişatına karşı sıkı bir farkındalık içinde canlı tutmaya çalışanlar için de koruyucu bir zemin üretmişti. Nitekim dini de dindarı da arkaik bir rejimin korunması için harekete geçmeye hazır gizil bir potansiyel olarak görme istidadı, artık ne zaman ne yapacağı pek kestirilemeyen bir kitle için her seferinde farklı düzeylerde etkili olmasının murat edildiği pek çok damga ve etiketin kullanılmasına da fırsat vermiştir. Başta “irtica” ve “mürteci” kavramları zamanla değişen dilin hızına bağlı olarak gerici kavramıyla yer değiştirecek, verili müfredatın gündelikleştirdiği bilgi etrafında da “yobaz”, “şeriatçı”, “ümmetçi”, “nurcu” ve “dinci” gibi kavramlar hassasiyet sahibi dindarlar için cömertçe kullanılmaya başlanılacaktır. Aslında ne kurucu irade için hedef Müslüman kavramının tazammun ettiği geniş bir alanı kapsamaktadır ne de kendini Müslüman olarak görenler için de devlet karşıt bir merkez olarak hükümferma bir yapıya sahiptir. Taraflar birbirlerini gelip geçicilikle malul birer “mefsedet” olarak görmeye ve tanımlamaya çoktan hazır gibidirler.

“Biz Müslümanlar” ifadesinin türlü çekiciliğine ve muhataralı zamanlarda kendini yüksek düzeyde ifadelendirme gücüne sahip olmasına rağmen belli başlı dini bütün hissiyatların, devletle var olan ihtilafları karşısında Müslüman vurgusunu hiçbir şekilde ayrıksı/ayrıştırıcı bir kimlik beyanı olarak kullanmamaları manidardır. İslam ve Müslüman kavramlarının halen hiç yıpranmamış, taze ve zindeliğinin korunmuş olmasında bu birbirine eklemlenmiş hassasiyetlerin önemi inkâr edilemez.

Başlangıçta yaratıcı bir kavram olarak coşkulu bir seferberliği muaheze etmek amacıyla kullanılan İslamcı kavramı zamanla bizzat suçlanan hedef kitle tarafından bile isteye kullanılmaya başlanmıştır. İslamcılık esasen Kemalist bir perspektifte içinde rejim karşıtlığı barındıran bir atıf zincirinden beslense de kendini İslamcı görenler için kavramın değişmez anlamı, belki de Akif’in en güzel şekilde formüle ettiği haliyle bugün asrın idraki içinde Müslüman kalmanın bir yolunu bulabilmektir. Değişen zaman ve şartlarda Müslüman kalmanın gerektirdiği bilgi, inanç ve ahlaki yeterliliğin nasıl sağlanacağı, gelişen süreçlerin ortaya koyacağı baskıların nasıl göğüsleneceği başından beri İslamcı muhayyilenin içine yer alan problematikler olarak dikkat çeker. Nihayet bu durum, “ihya”, “tecdit” ve “ıslah”a gönderme yaptığı ölçüde, modernliğe, reformasyona ve geçmişle geleceğin dengesini sağlamaya yönelik sıra dışı yönelimlere de açık bir genişliği dipdiri kalmanın bir ön koşulu olarak deruhte etmenin yollarını arar.

Geçmişten bugüne suçlayıcı bir kavram seti içinde kronolojinin gerektirdiği stratejileri takip ederek kullanılan “mürteci/gerici”, “yobaz”, “softa”, “dinci”, “şeriatçı” gibi etiket ve yaftaların “dışarıdan” lanse edilen anlamlarıyla reddedilmeleri hiç de zor olmamıştır. Ancak Türk modernleşmesinin gelişme ve derinleşme etaplarında kendilerini altı mutlaka çizilmesi gereken çok özel bir Müslüman olarak görenlerin kendi fiili durumlarını hangi kavramlarla izah ettikleri başka bir noktadır ve ehemmiyetle ele alınması gerekir.

Şemsiye kavram İslamcılık

Bu bağlamda fonksiyonel oldukları açık pek çok kavramın zamanın ruhunu, mevcut vaziyeti ve siyasi hareketliliğin yönünü dikkate alacak bir şekilde tercihen kullanılmasının nasıl bir ruh halinin tezahürü olduğunu düşünmek önemlidir. Örneğin “İslamcı”lığın bir şemsiye kavram olarak tazammun ettiği alanlar kendi içinde parçalanarak bugüne kadar ulaşmayı başarmıştır. Cumhuriyet kurulurken yeni rejimin dine olan sadakatine duyulan kuşkuların pek çok dini yaklaşıma hareket alanı sağladığından söz etmek mümkündür. Sonradan “Nurculuk” şeklinde kristalize edilebilecek retorik temelli Risale-i Nur hareketi, “Süleymancılık” adlandırmasıyla bugünlere kadar varlığını sürdürmeyi başaran Süleyman Hilmi Tunahan’ın örgütlü dini söylemi, Nakşilik ve Kadiriliğin görece dar muhitlerinden gündelik hayatın geniş ve her durumda belirleyici sayılabilecek kodlarına nüfuz etmeyi başaran modern tarikat deneyimlerinin çoğunda içkin olanın İslamcılığın formüle ettiği soruları karşılamak olduğunu biliyoruz. Bugün söz konusu kavramın oldukça yorgun düşen yapısından kendini bilerek ve isteyerek uzakta tutmayı tercih edenlerin reel-politik çıkarımlarını da hatırlamak gerekir. Öte yandan aynı diskurun daha aktivist ve kuşkusuz meşru bir zeminde hayatiyet bulmasını önceleyen Milli Görüş hareketinin de 60’ların ortalarından itibaren gerek siyasi gerekse dini hayatın içinde dolaşıma giren bir dil olduğunu da unutmamak yerinde olacaktır.

Toplamda çoklukla hazırlıksız yakalanılan bir dünyanın gereklilikleri ve dayatmaları karşısında İslam’ın ve “Müslümanlar”ın nasıl bir vaziyet alması gerektiği soruları etrafında çeşitlenerek varlığını sürdüren İslamcılığın zamanla gündelik dil ve hayatta farklı kavramsallaştırmalara, terkip ve vizyonlara dönüştüğü de bir gerçektir. Bu bağlamda “sağcı”, “mütedeyyin”, “mukaddesatçı”, “mutaassıp”, “antikomünist”, “antiemperyalist”, “dindar” ve “muhafazakâr” gibi kavramlar eşliğinde giderek parçalanan ve her seferinde farklı bir zihniyet dünyasıyla temasa girmeye davet edilen ana akım İslamcılığın kendi asli bünyesinde hangi temel misyonları koruduğu bugün açıkça tartışılmayı hak eden konular arasındadır. Hemen her tartışmayı ustaca kotarılmış bir tasfiye girişimine, hemen her kritiği tarihte cadı avına dönüştürmeye hazır bir tuhaf cevvaliyetin asla idrak edemeyeceği bu soruna, nitelikli ve sorumluluk sahibi bir vicdanla eğilmek gerekir.

Meramı anlatıyor mu?

Fiili durumda “mütedeyyin”, “mutaassıp”, “mukaddesatçı” ve son kullanılan formuyla revaçtaki “dindar-muhafazakâr” gibi tedavüle girmiş kavramların -bunlardan her birine atfedilen anlamlar dışarıda bırakılmaksızın, yanı sıra bütün bunların bize şimdi ve ileride ne gibi imkânlar sunabileceği atlanmaksızın- yeniden ele alınması, bu nitelemelerin gündelik hayatın belirleyici kıstasları ihmal edilmeksizin çözümlenmesi gerekir. Gerçekten de bugün kendimizi bunlardan biriyle ilişkilendirdiğimizde ne demiş oluyoruz? Bütün bunlar meramımızı gerçekten ifade edebilecek kudrette midirler yoksa biz soyutlamalara, laf dolandırmalarına, dili sıkıştırmaya dönük komplekslerden hâlâ medet mi umuyoruz?

@darulmedya