Dinî müfredat: Müphem ve sebatkâr

Dr. Necdet Subaşı / Yazar
19.03.2021

Artık ne Diyanet eski formel yapının gereklilikleri içinde konuşulabilir ne de eğitim alanı. Her iki yapıyı yeni bir okumaya tabi tutarak hem anlamak hem de işlevsel düzeyde bir kere daha kurgulayabilmek için zamanın hepimizden dikkat isteyen ruhuna odaklanmak gerekir.


Dinî müfredat: Müphem ve sebatkâr

Dr. Necdet Subaşı / Yazar

Devletle toplum arasında bir türlü denkleştirilmeyen yakınlığın en çok da dinî alanın yeniden inşasında ortaya çıkan birçok sorunu harekete geçirdiğini belirtmek gerekir. Bu bağlamda din alanına karmaşık, müphem ve muğlak statüsünde karışan hemen her yaklaşımı devletin cin fikirliliğinde arayan bir dikkat dindar muhafazakâr yapı ve cemaatlerin mesafe bilincinin kemikleşmesine yol açmıştır.

Gerçeklikle kurulan bağ

Din eğitimi ve öğretimi uygulamalarına devlet ve sivil toplum nezdinde sirayet eden ruh hâli gerçeklikle sahih bir bağ kurma imkanlarına çoklukla uzak düşmüştür. Toplumun manevi ihtiyacını bir sektör mantığıyla karşılama çabasını hatırlatan bir arayışın hem devlet ve hükümet bileşenlerinde hem de cemaat ve cemiyet örgütlenmelerinde birbirini takip eden seyirleri dikkatli gözlerden kaçmayacak bir benzerlik ifade etmektedir. Mağdur ve mazlum bir haletiruhiye içinde sıklıkla talepkârlığını örtük ve sembolik bir dil ve eylem üzerinden karşılamaya mahkûm dindar-muhafazakâr toplumun aralarında modernleşme, ara dönem pratikleri, soğuk savaş ortamları ve çevresel dini hareketliliklerin etkisine açık bir düzlemde kendi dilini kurmaya yeltenmesi ne yazık ki yine devlete hamledilecek bir problem olarak görünmektedir. Kendini devletten bağımsız olarak inşa etme kudretine tarihsel ve kültürel alışkanlıkları içinde hazır olmayan dinî kurumsallaşmanın batıdaki Kilise örgütlenmelerinden açık bir farkla temellendirme çabası zamanla makuliyet kazanmıştır. Ancak bu yakınlık ve bütünleşme her şeyden önce birbiri üzerinde söz söyleme, sorumluluk üstlenme, saygı ve itibar kullanımı gibi temel birtakım gereklilikleri beraberinde getirmektedir. Kabul etmek gerekir ki dinle ilişkilerini radikal bir söz dağarcığı ve Aydınlanmacı-pozitivist bir ikileme yaslanarak sürdürme azmindeki kurucu seçkinler için de yetinme duygusuna ikna edilmiş dindarlar için de bu güven aralığının hasar gördüğü söylenebilir.

Karmaşık bir tarihsellikten beslenen din eğitimi ve öğretiminin sonuçta insan yetiştirme düzeninin parçası olarak hayata zerk edildiği bellidir. Polemiğe ve farklı yorumlamalara açık bu ilginin sil baştan yeniden ele alınmasına yönelik gayretli çalışmalar arkasında darbe pratikleri, 28 Şubat süreci ve dünyayı daha yakından kavramaya fırsat veren yeni dindar-muhafazakâr kuşağın modern tecrübe ve ataklarıyla özgün bir form kazanmaya başlamıştır. Özellikle AK Parti'nin siyasi bir nüfuz elde etmeye başlamasıyla birlikte daha önceleri Milli Görüş söyleminin ancak muhalif bir eda içinde kalarak sistematize ettiği bir problem alanı artık kendini yeni bir konjonktür içinde tasavvur etmeye yönelmiştir.

Yeniden kurgulanan formlar

Toplumun ezici desteğiyle iktidarı ele geçiren AK Parti'nin millet katmanlarının hemen her ögesini içine katmayı önceleyen bütünleştirici siyasi karakteri devletle din arasındaki örtük husumet diline son vermekte başarılı olmuş, doğal bir akış içinde devlete mesafeli olmayı dini bir gereklilik içinde kavrayan söylem akışlarının meşruiyeti hızla kaybolmaya başlamıştır. Devletle din ve dindarlar arasındaki bol çekinceli ve muhataralı ilişkiler ağının hem devlet hem de din ve dindar lehine yeniden kurgulanan formları cepheleşmeleri azaltmış, telafi ve tedarik üzerine kurulu dini hayat özlemlerinin gündem dışında tutulmasına yol açmıştır. Böylece "insan yetiştirme düzeni"nin bundan sonra hangi öncelikler içinde topluma yöneleceği, nasıl bir dinî tasavvura ihtiyaç duyduğu ve dahası yeni vatandaş öznesinin bileşenlerinde dinin nerde olacağı konusunda farklı bir arayışa yöneldiği rahatlıkla söylenebilir.

Bugün din ve devlet arasındaki ilişkilerin yaslandığı meşruiyet zemini tamamen değişmiş; mer'i Anayasa'da durumu yeniden anlamamızı kolaylaştırıcı bir değişiklik yapılmamasına örneğin laiklik konusunda düzenleyici yeni adımlar atılmış olmamasına rağmen dine dair ilgi ve yakınlığın bizatihi devlet tarafından üretilip yönlendirildiğine dair toplumsal algıda ciddi bir yoğunluk yaşanmaktadır. Farklı ideolojik ve siyasi eğilimler açısından yaklaşıldığında devletin dine bakışında radikal bir "sapma" olduğuna dair çoğunluk tarafından kabul gören bir eğilim toplumda ciddi bir karşılık bulmaktadır. Devletin dinî bir yönelime sahip olduğu ya da Anayasa'nın devre dışı kaldığını kanıtlayıcı hiçbir emare yoktur ancak dinin kamusal görünürlüğündeki hissedilir canlanma ve artış genel toplumda yeni ve zapt edilemez bir algının karşılık bulmasına yol açmıştır.

Sayıları hızla artan İmam Hatip Okulları, hemen her ilde hayata geçirilen ilahiyat ya da İslami ilimler fakülteleri, en basit mahalle ölçeğinde bile bir karşılık bulmak üzere bina edilen Kur'an kursları ve gündelik dilde sürekli takdir edilen din dili sonuçta kimilerine göre bir yanılsama kimilerine göre de güçlü bir programlama olarak okunabilecek bir algı üretmeye başlamıştır.

Ümmet kavramı ve duyarlılık

Diyanet İşleri Başkanlığı'nın belli başlı dinî grupların ürettiği dinî bilginin üstünde kalmayı başaran vizyonu, Cumhuriyet'in başlangıcından itibaren yetiştirmeyi murat ettiği yeni vatandaş tipolojisinin laik ve dinî talepkârlığı karşılamaya hazır misyonu giderek daha fazla göz doldurmaya ve hatta dini konularda Türk Müslümanlığı tarzında şekillenen bir ulus-devlet inşasında ihtiyaçları fazlasıyla karşılayabilecek bir temsil makamına erişmeyi başarmıştır. AK Parti'nin gerek dini alanın yeniden tanzimi gerekse kurumsal anlamda Diyanet ve öğretim anlamında imam hatip ve ilahiyat fakültelerine yüklediği misyon bu kurumlara yüklenmiş geleneksel misyonun zayıflığını ortaya çıkarmıştır. Yeni dönemde İslam dünyasıyla kurulan ilişkilerdeki derinlikli artış, ümmet kavramı etrafında güçlenen duyarlılıklar, eğitim müfredatının daha da dinî bir kisveye büründürülmesi ve eski uygulamaların ilişkilendirilebildiği muğlak söylem haritalarından kopuş devlet ve milletin önüne yeni kapılar açmakta gecikmemiştir.

Eski formel yapı

Bugün din eğitimi ve öğretimi üzerinde atılacak "olası" yeni adımların her şeyden önce sağlıklı ve yeterli bir durum değerlendirmesine duyulan ihtiyacı öne alması gerekir. Gerçekten de eski toplumsal ve dinî muhayyile alanları içinde daha çok kamusal görünürlüğün bile isteye kısıtlandığı süreçlerin bilişsel envanteriyle ve yine bu dönemlere hakim paradigmatik modellerde ısrar edilerek yenilenmek mümkün değildir. Bugün yeni bir gerçeklik gerek ülke gerekse dünya ölçeğinde çeşitlenen bağlamların getirdiği sonuçlar üzerinde mütemadiyen yeniden kurulmayı beklemektedir. Artık ne Diyanet eski formel yapının gereklilikleri içinde konuşulabilir ne de eğitim alanı. Her iki yapıyı yeni bir okumaya tabi tutarak hem anlamak hem de işlevsel düzeyde bir kere daha kurgulayabilmek için zamanın hepimizden dikkat isteyen ruhuna odaklanmak gerekir. Yeni küresel ilişkiler ağı, gündelik hayatta yerlerini almakta gecikmeyen enerjik kuşaklar, ihtiyaç duyulan dil kümeleri ve tek tek her bir insan kümesinin giderek farklılaşan ihtiyaçlarının nasıl karşılanacağı hususu önemli bir problem alanı olarak dikkat çekmeye başlamıştır.

Nasıl bir din eğitimi?

Toplumda varlığını daha fazla hissettiren dinî cemaatlerin daha önce Diyanet'in uhdesinde olan "dinî bilgi tekeli"ni ele geçirmekteki maharetleri üzerinde durmak gerekir. Dinî bilginin farklı kanallarda geliştirilebilir yanlarını bir sorun alanı olarak görmek problemli olmakla birlikte kaygılı, kasvetli, sorunlu ve yetersiz pedagojik söylemlerle ilişkilendirilmiş bir bilgi akışını toplumun önüne muteber birer bilgi kaynağı olarak koymanın tehlikelerini tahmin etmek zor olmasa gerektir.

Bugün Diyanet nasıl olmalıdır? İlahiyatlarda nasıl bir müfredat geçerli olacaktır? İmam hatipler toplumun kılcallarına nasıl nüfuz edecektir gibi çoğu heyecan verici beklentilerden beslenen sorular yerine hangi müfredat, hangi öğretmen ve hangi ideal toplumsal düzen tahayyülü gibi sorulara odaklanarak ilerlemek gerekir. Yoğun müfredat, birbirini nakzeden bilgi akışı ve hiç de rasyonel ve insani olmayan bir pedagojik yöntemin öyle ya da böyle tanımlanmış bir insan yetiştirme düzenine entegresi kolay değildir.

O hâlde nasıl bir toplumsal düzen öngörüldüğü sorusuna cevap aranırken öncelikli olarak eldeki malzemenin, uygulamadaki müfredatın ve bütün bu beklentileri karşılayacak enerji ve müktesebatın öz niteliklerini hiç vakit kaybetmeden soğukkanlılıkla ve suhuletle konuşmanın zamanının geldiğini mutlaka bilmek gerekecektir.

@darulmedya