'Dinle'n biraz!

Dr. Necdet Subaşı / Din Sosyologu
24.06.2022

Din yorgunluğunun dinle değil bizimle, bizim manevi tedrisatımızla alakalı bir şey olduğunu biraz daha üzerinde çalışarak görmeye ve göstermeye çalışalım. Din yorgunluğu kavramını uluorta hemen her yerde ortaya çıkan tıkanmaları açıklamak için kullanmak yersiz bir çabadır ve bu tercih mesela yorgunluğun dinlenince geçen bir şey olduğunu bilhassa ihmal etmektedir. Oysa söz konusu olan yorulmaktır.


'Dinle'n biraz!

Kavram, mir-i malı gibi kullanılmaya başlayınca herkes ona istediği anlamı veriyor ve keyfî içeriklendirmelerinden hiç mi hiç rahatsızlık duymuyor.

"Din Yorgunluğu"ndan söz ediyorum. Bir kelimeyi ona yüklediğimiz anlam üzerinden kullanmaya başladığımızda birkaç temel noktayı dikkate almak, ihmal etmemek gerekir. Her şeyden önce kullanılan kavram ile bizim ondan devşirmeye çalıştığımız anlam arasında bir ünsiyet olmalıdır.

Sorumluluk sahibi yazar ve çizerlerimizin, aydın ve entelektüellerimizin kendi fiilî gündemleri öyle kenarda melul mahzun bekleşirken hiç de hazırlıklı olmadıkları konularda önlerine gelen tartışmalara çalakalem katılmaları insana hüzün veriyor. Hayat bir kargaşadır, mevzular an be an değişir, bazı konular usta işi manipülasyonlarla hepimiz için sahici bir hâl alır, ama biraz dikkat biraz irfan hiç de fena değildir.

Tamam belki dedikleri kadar vardır, belki bizi toprak kabul etmez. Her şey kötüye gidiyor da olabilir, etrafımızdakileri bir bir kaybetmiş, kendimize gelmek için gerekli umudu bir çırpıda tüketmiş de olabiliriz.

Ama bu durumda bile kötümserliği mayaladıkları yetmiyormuş gibi bunu habire pazarlayan bir endüstrinin üstümüze üstümüze gelen fitne ve fücurları karşısında asla çamura yatmamak, onların şeytan işi tuzaklarına düşmemek için elimizden geleni ardımıza koymamak üzere çaba sarf etmek gerekir.

Kavramsallaştırma basit bir ameliye değildir ve her önüne gelenin sözüm ona yaratıcı muhayyilesine teslim olarak ortaya attığı sözcüklere kavram muamelesi çekemeyiz.

Edep ve nezaket sorununu

Din yorgunluğu da böyledir. Kastedilen, dinin yorulması mıdır, yoksa dinden mülhem bir bitap düşmüşlük mü söz konusudur? Burası oldukça önemlidir ve dinlerini canlandırıcı, insana şevk ve heyecan verici, dahası dinamik bir kaynak olarak görenler için onu yorgunluk kavramıyla aynı bağlamda ele alıp kullanmak her şeyden önce ciddi bir edep ve nezaket sorununu gündeme getirir. Ben şahsen bu kavram üzerinde yoğunlaşırken hiçbir şekilde dine ilişkin bir değerlendirme yapmadım, bundan ısrarla sarf-ı nazar ettim ve dostlarıma da bu kavramın eğer gerekli dikkat gösterilmezse pekâlâ muğlak bir ifade olarak resmedilmiş olacağını söyledim. Nitekim öyle de oldu. Böyle giderse dine ilişkin eleştirel mesafelerini koruduklarını düşünen pek çok kişi de farkında olmadan bu terkip içinde dolaşmak adına dini de kendi emellerine alet ve mahkûm etmekten kurtulamayacaktır.

Yorum zincirleri

Hangi dinin bu konuda sicili sorunludur, bunu teologlar, ilahiyatçılar pekâlâ cevaplayabilir, âlimler konularına sahip çıkıp söz alabilirler. Ancak dinlerin ortaya çıktıkları tarihten itibaren hemen her muhataralı süreçte teolojileri etrafında oluşan bir yorum zincirine dâhil olmak zorunda kaldıklarını da unutmamak gerekir.

Ben din yorgunluğu ifadesiyle birey ve toplumun muhatap olduğu dinî tebligat ve öğrenme müfredatını kastediyorum. Kuşkusuz bu vesileyle ortaya konan her şey kısmen de olsa dinden bağımsız olarak insanidir ve hemen her bir "aracı"nın zaaf ve kusurlarını taşıma riskiyle hemhâldir.

Âlimler bu riski en aza indirme konusundaki çabalarıyla tarih boyunca göz doldurmuşlar, kendileriyle din arasında özdeşlik kurmamışlar, ancak bununla birlikte kendi temsili ağırlıklarının toplumsal maliyeti hakkında da her zaman duyarlı olmuşlardır.

Hâl böyle olunca din yorgunluğu kavramını uluorta hemen her yerde ortaya çıkan tıkanmaları açıklamak için kullanmak yersiz bir çabadır ve bu tercih mesela yorgunluğun dinlenince geçen bir şey olduğunu bilhassa ihmal etmektedir. Oysa söz konusu olan yorulmaktır.

Yeni değişim trendi

Ben dinden değil ama onun türlü yorumlarıyla ya da bunlardan herhangi biriyle temas kuran insanların bir tür yorgunluk havasına girdiklerini, zihnen bir felç olma durumu olarak da resmedilecek yeni bir değişim trendinin toplamda herkesi ürküten ağır bir tabloya dönüştüğünü yazmıştım.

Kavramlar bizim keyfî analizlerimize kurban edilemez. Kafamıza estiği gibi kelimelerle oynayamaz, onları kendi çıkarlarımız için seferber edemeyiz. Bu en azından sorunlu bir girişimdir.

Dinî hayatın geçmişte pek de sık rastlanmayan bir şekilde ağırlaştığı ve sonuçta art niyetlilerin bu durumu doğrudan dine bağlamaktaki heveslerine karşılık bütün bu olup bitenlerin sonuçta dinle ilgili olarak kurduğumuz ilişki ve rabıtayla alakalı olduğunu göz ardı edemeyiz. Ortada bir din var ve bizim kendi çeşitliliğimiz sayısınca ondan çıkardığımız ölçüt ve değerler hayatı felç ediyor, bizi yarı yolda bırakıyor. Kısaca ifade etmek gerekirse neredeyse bir uyuşturucu gücüne dönüş(türül)en varlığı hakkında önüne gelen bir laf ediyor ve dinin bildik söylem ve icraatlarına fırsatçı bir şekilde yaklaşıp haksız birtakım yorumlar yapıyorsa orada dikkat etmemizi gerektiren farklı bir durumla karşı karşıyayız demektir.

O hâlde

Bir kavram ortaya düşüp tedavüle girdiğinde ilk olarak şu birkaç noktaya dikkat kesilmekte yarar var. Gerçi bunları paylaşmak yetmez bir de isçelleştirmek de gerekir:

* Bu konunun sahibi kimdir, kısa ve uzun vadede bu kavramla gündeme gelen dostumuz, arkadaşımız, tanıdığımız ya da tanımadığımız her kimse onların bu hikâyedeki payı nedir?

* Karar vericilerle teması var mıdır? Ürettiği, paylaştığı, yaydığı bilgileri neden uluorta konuşmakta, neden milletin ağzına düşürmektedir?

* Yayılmasına aracılık ettiği konuların dâhil olduğu değerler dünyasında kendilerinin fiilen üstlendikleri rolleri nedir? Konu dinse bu kişiler ne ölçüde dindardır, konu ahlaksa ne düzeyde ahlaklıdır, bilimse bunlar ne kadarlık bu işin parçasıdırlar, örneğin sıkı akademisyen midirler?

* Onların bir de eğer mümkünse zaaflarına dikkat kesilmek gerekir. Çıkarlarını anlamak önemlidir; ne kazanacaklarına yoğunlaşmalı, neyi kaybetmekten korktuklarına odaklanmayı ihmal etmemelidir.

* Kavramı kim emanet almaktadır, kimin elinde bu sade ve kişisel bilgi azgın bir dile dönüşmektedir. Konunun yeni sahipleri mevzuyu nerden alıp nereye götürmektedirler? Ambalaj kaç kattır, yönlendirme ne kadardır?

* Kavramın bacayı saran ateş hızında genişleyip yayılmasından huylanmak lazımdır. Hangi kalemşorlar hangi fırsatlar için tartışmaya dâhil olmuşlardır? Üşengeçliği bırakıp bir de buna bakmanın kime ne zararı var.

* Bu habire konuşan, habire söz yarışında koşturanların cibilliyetlerine de bir bakmak lazım. Kimdirler, nerden gelip nereye giderler. Mahalleyse mahalle, şehirse şehir onlarla bir yakınlığımız olmuş mudur? Hangi muhitlerde birbirimize dokunmuş, hangi mecralarda birlikte yol almışızdır bir bakalım. Zor bir şey, ama kesin bir gramer özeti almak zorunlu, kesin bir yaşam özeti yani.

* Ha, bir de kim ne kadar hak verir bilmem, oturup mevzunun bir de akış diline bakmak gerekir. Adamakıllı olmasa da en azından iyi niyetli olmak koşuluyla ortalıkta dolaşan dilin Türkçesine bir bakmak zorundayız. Düzgün kurulmamış bir cümlenin içindeki özensizlikten huylanmalı; buyurgan, tepeden konuşan, öğretme heveslisi yorumlardan çekinmeli, kendimizi derhal güvenli bir limana atmanın bir yolunu bulmalıyız.

Başka şeyler de yapmalı. Bütün bunlar eminim birkaç dakikamızı bile almaz. Biraz düşünmek, biraz kafa yormak, fırsatçıları, haylazları, çirkefleri, aracıları, simsarları, taşeronları tanımamıza fırsat verir.

"Din elden gidiyor!" feryadı

Ha bir de unutmadan, 31 Mart faciasından beri iki de bir ısıtılıp ısıtılıp önümüze getirilen şu "Din elden gidiyor!" feryadını da hiç inandırıcı bulmamakta kararlıyım: ondandır Allah'ın dinini Allah'a, kendi dinimi de ümmete ve vüs'atime bırakmayı tercih ederim.

Ondan sonra eğer bu oldukça kişisel etapları geçmeyi başarırsa bunu da kendi hikâyemiz arasına yerleştirir, bütün bu konularda fikir yürütmek için de tekrar derinlikli bir bilgi ve tefekküre ihtiyaç olduğunu düşünür, ana akım söylem ve dedikoduların tuzağına düşmeden kendi yolumu tayin etmeye çalışırım.

Biz en iyisi mi bu konudaki düşünceler üzerinde biraz daha kafa yoralım, fırına alelacele attığımız şu hamuru yeterince pişirmeden ekmek diye sofraya koymayalım. Din yorgunluğunun dinle değil bizimle, bizim manevi tedrisatımızla alakalı bir şey olduğunu biraz daha üzerinde çalışarak görmeye ve göstermeye çalışalım.

@darulmedya