Dirençli kentleri nasıl kuracağız?

Cüneyd Altıparmak / Hukukçu
7.08.2021

Birleşmiş Milletler, 2050 yılında dünya nüfusunun 9,7 milyara ve 2100 yılında 11,1 milyara ulaşacağını tahmin ediyor. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de mevcut inşa ve yönetim yolları-mızda radikal dönüşümler gerçekleş-tirmeden, oluşacak yeni sorunları bertaraf etmemiz mümkün değil. Sürdürülebilir bir kalkınma- ve dirençli kentlerin oluşturulması için hedeflerimizi netleştirmek zorundayız.


Dirençli kentleri nasıl kuracağız?

Şehirlerin güçlü ve karakterli yapısı, devletin büyüklüğüne ve sağlamlığına katkı sunar. Zira devletler kadar kentler de üretim, katılım, yönetim ve kültürel alanlarda birbiriyle yarışıyor. Bu rekabet ortamında ayakta kalabilmek için merkezi hükümetlerin yanında şehirlerin de dirençli olması gerekiyor. Dirençli olmak, yani kendi sorunlarını çözebilecek kabiliyete sahip olmak demek... Son günlerde yaşanan afetler ve bunlarla mücadele "dirençli kentler" olgusunun bir parçası. İşte bu yazımızda, bu olaylar bağlamında kentlerin planlanması ve dirençli hale getirilmesi konularına değinmek istiyoruz. Çünkü bugün yaşanan ve ileride yaşanacak olan birçok sorunun temelinde bunlar var...

Şehirler ve riskler

Şehirlerin büyümesi, kente göçün ve nüfus artışının getirdiği sorunlar, şehirler için en büyük risk faktörü. Ancak kentlerdeki riskin altında yatan ana sorun sadece "nüfus yoğunluğu" değil. Bunun yanında şehirlerin konumundan, kültüründen, sosyal ve iktisadi yapısından kaynaklı diğer risk faktörleri de bulunuyor. Tüm zayıf ve güçlü yönlerin analiz edilememesi, doğru planlanamaması ve iyi yönetilememesi şehirlerdeki sorunun temel nedeni. Değişen kent yapısını öngöremeyen, seçim odaklı düşünen, sorunları erteleyen, kurumsal kapasiteyi öncelemeyen yöneticiler de sorunların baş müsebbibi. Anayasa, merkezi ve yerel otoritelere başta nüfus olmak üzere bağlı ve bağımsız diğer faktörleri gözeterek planlama yapma ödevi ve yetkisi vermektedir. Sorunları görmezden gelmek veya yüzeysel bakmak ise başlı başına "kırılgan şehirler" imar etmektedir. Mesela, şehrin imar planı, öngörüler üzerine kurulur. "İmar" dediğimiz olgu sadece inşaat yapmaktan ibaret değildir. İnşaat, imar meselesinin son halkasıdır. Öngörüleri sağlam ve gerçek verilere dayanmayan, bilimsel olmayan, salt siyasi ve ideolojik faktörler üzerinden kurgulanmış bir şehir hep kriz içindedir.

Kent bilimi açısından dirençli kent kavramı, ilkin ekolojik anlamda ortaya çıkmıştır. Sonraları "sürdürülebilirlik" kavramı ile ilişkili biçimde gelişme göstermiştir. Doğal olaylar ve afet yönetimi, etkin yönetişim, planlama ve kalkınma kavramları da bugün "dirençli kent" kavramının içeriğini oluşturmaktadır. Buna göre şöyle bir tanım yapmak mümkündür. Dirençli kent; fiziki, çevresel, sosyal ve ekonomik yönden, kentlerin karşılaşabileceği her türlü tehlike, tehdit ve olumsuz durumlara karşı kentin dinamiklerinin hazırlıklı ve koordineli olması sayesinde etkin mücadele kabiliyetine sahip olan kentlerdir. Dirençli kent, doğru öngörüler üzerine planlamasını yapar. Zayıf ve güçlü yönlerini bilir. Sorunlarına yabancı olmadığı için çözüme dair daima bir yol haritası vardır. Yani dirençli kent, krize girmeyen veya girse de çıkmasını bilen kenttir.

Sürdürülebilir kalkınma

Birleşmiş Milletler 2015 yılında 17 küresel hedef belirlendi. Bunun 11.'si "Sürdürülebilir Şehirler ve Yaşam Alanları" başlığını taşıyor. Bu hedef, 2030 yılına kadar, bütün ülkelerde kapsayıcı ve sürdürülebilir kentleşmenin geliştirilmesi ve katılımcı, entegre ve sürdürülebilir insan yerleşimlerinin planlanması için kapasitenin güçlendirilmesini amaçlıyor. Bugün dünya nüfusunun yarısından fazlası kentsel alanlarda yaşıyor. Gelişmekte olan dünyadaki hızlı bü-yüme, kırdan kente göç ile birlikte mega kentlerde bir patlamaya neden oldu. 1990'da 10 milyon nüfuslu on mega kent varken, şimdilerde bu sayı 40'a yaklaşmış durumda. Birleşmiş Milletler, 2050 yılında nüfusun 9,7 milyara ve 2100 yılında 11,1 milyara ulaşacağını tahmin ediyor. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de mevcut inşa ve yönetim yolları-mızda radikal dönüşümler gerçekleş-tirmeden, oluşacak yeni sorunları bertaraf etmemiz mümkün değil. Bunun tek yolu ise "sürdürülebilir bir kalkınma-" ve "dirençli kentlerin" oluşturulması. Bunun için de hedeflerimizi netleştirmek zorundayız.

Küresel hedefler

BM'nin belirlediği 2030 hedefleri özetle şöyle; *herkesin yeterli, güvenli ve uygun fiyatlı konutlara ve temel hizmetlere erişiminin sağlanması ve gecekondu mahallelerinin iyileştirilmesi, *kırılgan durumda olan insanların, kadınların, çocukların, engellilerin ve yaşlıların ihtiyaçlarına özel önem gösterilerek, yol güvenliğinin geliştirilmesi, *sürdürülebilir ulaşım sistemlerine erişiminin sağlanması, *kentleşmenin geliştirilmesi ve katılımcı, entegre ve sürdürülebilir insan yerleşimlerinin planlanması, *kültürel ve doğal mirasın korunması ve gözetilmesi çabalarının artırılması, *afetler nedeniyle küresel gayri safi yurt içi hasılayla ilgili doğrudan ekonomik kayıpların önemli oranda düşürülmesi, ölümlerin ve etkilenen insan sayısının önemli ölçüde azaltılması, *hava kalitesine, belediye atık yönetimi ile kentlerin kişi başına düşen olumsuz çevresel etkilerinin azaltılması. BM'nin belirlediği bu hedefler merkezi yönetime yükümlülükler yüklemek ile beraber, yerel yönetimlerin de inisiyatife dahil olmasını öngörüyor. Hatta ana odağına yerel yönetimleri alıyor diyebiliriz.

Yerel yönetimler

Kent olgusunu, büyükşehirler bağlamında veya büyük ölçekli yerleşim alanları olarak da görmemek gerekir. Bir beldenin, ilçenin, ilin kademeli olarak planlamasını doğru etkin kılması bu anlamda önem taşır. Ülkemizde yerel yönetim idareleri belediyelerdir. Belediyelerin çeşitli türleri olsa bile, kuruluş gayesi tektir. Yerel yönetimler mevzuatı gereği yerel ve ortak nitelikteki, imar, altyapı, ulaşım, kent bilgi sistemi, temizlik, itfaiye, acil yardım vb. konularla görevlidir. Dirençli kent olabilmenin ilk adımı da burada yatmaktadır. Belediyelerin bu konuda kendi önceliklerini belirlemesi önemli bir basamak. Belediyeler siyasi yönleri ağır basan yapılar. Buradaki öncelikleri belirleme ve programlama faaliyetinin siyasi kriterlere göre yapılmasının büyük sakıncaları beraberinde getirdiği bir gerçek. Bu anlamda toplumun içine sinebilecek belirlemeleri yapmak için belediyelerin elindeki en önemli aygıt -belediye kanununda ifadesini bulan- kent konseyleridir. Kent konseylerinin etkin bir biçimde dizayn edilmesi ve dirençli kent adımlarının, kent konseyleri ile beraber, teknik komisyonlar marifetiyle ortaya çıkarılması gerekiyor. Bu anlamda, Türkiye Kent Konseyleri Birliğinin ciddi ve yoğun çalışmaları var. Özellikle "dirençli kent" "yerel kalkınma" "sürdürülebilirlik" noktasında akademi-siyaset-sivil toplum ortaklaşmasını benimseyen önemli bir bilgi ve deneyim ağına sahip Kent Konseyleri Birliği, siyasi bir ayrım gözetmeden bu alanda ciddi çalışmalar yapma gayretinde.

Öncelik hangisinde?

Dirençli kent olgusuna, pandemi, sel, heyelan, deniz kirliliği, yangın gibi mücbir sebepler odağında bakmamalıyız. Felaket anında "eksiklere" odaklanan ve bunu bile siyasi malzeme haline getiren bir yaklaşım, ülkeye katkı sağlamaz. Her şehrin toplumsal dinamikleri, algılama biçimi, yatırımlara bakış açısı, üretim türü, coğrafyası farklıdır. Merkezi yönetimin planlama yaparken verileri yerelden alması ve ona göre bir planlamaya girmesi beklenir. Bu ilişkinin yerelden gelen ve "basma kalıp" "copy-paste" olarak yazılan; "misyon, vizyon, ilkeler", "stratejik plan" "çalışma programları" ile hayata geçmesi beklenemez. Bu yaşadığımız olaylar, sıkıntılar her şehrin gerçek bir anayasasına ihtiyaç olduğunu ve her şehre özgü doğru ve gerçek risk analizleri üzerinden planlama yapılmasının ne kadar gerekli olduğunu göz önüne seriyor.

Kriz, başladığı yerden çözülür. Ülkemizdeki kriz de plansız büyümenin başladığı yani direncinin kırıldığı bu noktada başladı. Bu sorunun çözümü Anayasa hükmü ile de tahkim edilmiş katılımcı planlarına yöntemi belirlemekten geçiyor. İmar kanunu uygulamalarının bölgesel, iklimsel, coğrafi ve geleneklere göre değişim göstermesi mümkün. Bunu koruyan düzenlemeler şart. Çevre düzeni planlarının yapımı, kentsel dönüşüm, imar kanunu 18.madde uygulamaları da dahi olmak üzere bölge bölge, il il ele alınması gerekiyor. Afet alanları ile ilgili olarak net ve kesin tedbirlerin katılımcı bir yaklaşımla ihdas edilmesi gerekiyor. Bu bağlamda birkaç somut öneri sunmak isterim:

* Parsel bazlı imar düzenlemesinin kaldırılması veya zor şartlara bağlanmalıdır. Örneğin plan değişikliği için belediye meclislerinde nitelikli çoğunluk aranabilir.)

* İmar yasağı bölgelerin arttırılması ve buralara yapı yapılması halinde yıkılmamasının suç kapsamına alınması gerekmektedir. Belediye meclislerine de belirli şartlarda imar yasağı alanları ilan etmek yetkisi verilmelidir.

* Planlamaya gerçekten katılımcılık odağında bakılması için tedbirler alınması şarttır (Kent konseyinde görüş sorma, imar komisyonuna sivil toplumdan üye alma gibi).

* Uzun vadeli planlamayı yapamayan teknik ve siyasi ekibin sebep olduğu zararlar da Sayıştay denetimine tabi olmalı, bu kimselerin planlama hataları ifşa edilebilmelidir.

* Yeni büyükşehir modelinin getirdiği ve tüm ilin idari sınırlarını kapsayan yönetim ölçeği, gözden geçirilmeli ve büyükşehir belediyesinin "belediye" olmaktan çıkarılıp, "planlama ve koordinasyon" idaresine dönüştürülmesi sağlanmalıdır.

[email protected]