Halk yaptığı direnişle demokrasiye yani milli iradeye ama en çok da geleceğine sahip çıktı. Türkiye geldiği yer açısından olsun, siyasi iradenin halen gösterdiği performans açısından olsun halkın güvenini kazanmaya önemli ölçüde devam etmekteydi. Halkın çoğunluğu sandıkta gösterdiği gücün ve istikrarın da siyasal hayatta ve medyadaki ezici üstünlüğün de farkındaydı.
Ali K. Metin / Yazar
Kitle ruhu liderlik psikolojisiyle buluşmadığında isyandan ötesi olamıyor. Büyük, dönüştürücü hareketler için Weber’in karizma dediği liderlik gücüne ihtiyaç var. Sarı Yelekliler hareketi, siyasal derinlikten yoksun olmanın yanı sıra bir lider etrafında politik aksiyon geliştirememenin de handikabıyla malul. 15 Temmuz direnişine baktığımızda ise tersi bir durum görüyoruz. Tayyip Erdoğan’ın liderlik gücü olmasaydı demokrasi, milli irade adına toplumsal bir direniş gerçekleşir miydi, oldukça şüpheli. Fakat direnişi tamamen liderlik rolüyle açıklamaya çalışmak da resmin bütününü dikkate almamakla ilgili yanlış bir değerlendirme. Bilhassa teşebbüsün arka planındaki unsurların kimliği ve olayın seyir hali direnişin başlamasındaki önemli faktörlerden biri. Darbenin Kemalist-ulusalcı kesimin kumandasında yapılması halinde sonuç ne olurdu diye sorduğumuzda olayın daha kritik hale gelebileceğini tahmin etmek hiç zor değil. 27 Mayıs ile 15 Temmuz kalkışmasının temel farklarından biri de bu: Her ikisi de Amerika’nın konrolü ve/veya icazetiyle yapılmış olmasına karşılık, ilkinde var olan toplumsal zemin ikincisinde yoktu. Daha açıkçası, Tayyip Erdoğan/AK Parti iktidarı karşıtlığında bloklaşma görüntüsü veren muhalefet, konu FETÖ tandanslı bir darbe girişimi olduğunda çözülmeye maruz kaldı. Belki de FETÖ’nün takiyyeci, muğlak karakterinden ileri gelen güvensizlik kafaları karıştırdı. Ayrıca FETÖ ile Amerikan derin devleti arasındaki ilişkilerin verdiği tedirginlik ve sağıyla soluyla Amerika’ya karşı iyiden iyiye derinleşen nefret duygusu bu çözülmede etkili bir unsur oldu. Ama bir taraftan da darbe teşebbüsü dış odaklar açısından nispi bir başarıya ulaşmadı değil. 15 Temmuz akabinde Türkiye’nin verdiği hukuki ve siyasal manzara, ortaya çıkan toplumsal gerilim ve memnuniyetsizlik ciddi bir enerji kaybına yol açtı. FETÖ’yü bir piyon diye düşünecek olursak, 15 Temmuz darbe girişimi AK Parti iktidarını düşürmek üzere planlanmış bir şey zaten değildi. İç savaşla ilgili tezler ise Türkiye’nin sosyolojisine epeyi bir yabancı. Türkiye halkı kutuplaşır ama bir çatışmaya kolay kolay girmez. Hele hele bir darbe teşebbüsünün ardından toplumun bütün dengelerini bozacak bir iç savaş olmaz. Yaşadığımız siyasal kutuplaşmayı toplumsal bir çatışmaya dönüştürmeye sebep olacak fay hatlarından halihazırda söz edemeyiz. En önemli fay hattımız hala kültürel, dini bir muhteva içeriyor. Buysa Türkiye özelinde bir iç savaş sebebi olamayacak nitelikte toplumsal, kültürel bir dokuyla mücessem.
Türkiye tahayyülü
Darbe teşebbüsü, üst aklın beklentilerinin hilafına Türkiye halkını birleştirici, bütünleştirici bir etkiyi de doğurdu. Sadece 15 Temmuz gecesiyle sınırlı olarak değil, Tayyip Erdoğan’ın liderliğini sağlamlaştıran uzun erimli bir politik kenetlenme ihtiyacı kitle psikolojisinde egemen hale geldi. Schmittyen bakış açısıyla 15 Temmuz, düşmanlaştırarak gücü temerküz etme işleviyle mücehhez bir niteliğe büründü. Kimileri tarafından komplo teorileriyle ilişkilendirilen bu hususiyeti dolayısıyla 15 Temmuz’un Türkiye kamuoyunda yeni bir zihinsel iklim oluşturduğu çok aşikar. Bunun AK Parti lehine bir kazanıma dönüşmesi ise tarihin bir cilvesi veya bir kader meselesi olarak görülebilir. Ancak bu kazanımın ülkenin ve halkımızın lehine bir hal alması sürecin olmazsa olmazlarından biri. Halkın dünyasında ideolojik, siyasi fanatizm yok, büyük ölçüde geleceğe dair beklentiler ve umutlar var. 15 Temmuz ruhu diye bir şeyden söz ederken bunu görmezden gelemeyiz. Halk yaptığı direnişle demokrasiye yani milli iradeye ama en çok da geleceğine sahip çıktı. Türkiye geldiği yer açısından olsun, siyasi iradenin halen gösterdiği performans açısından olsun halkın güvenini kazanmaya önemli ölçüde devam etmekteydi. Halkın çoğunluğu sandıkta gösterdiği gücün ve istikrarın da siyasal hayatta ve medyadaki ezici üstünlüğün de farkındaydı. Bu farkındalığın halk psikolojisi üzerindeki baskın rolü, 15 Temmuz ruhunun oluşmasında birincil derecede etkili oldu. Yaşanan süreci sekteye uğratmama hassasiyeti fitili ateşleyen hakim duyguydu. İşi eğer somuta irca etmek istersek, göreceğimiz temel gerçek budur. 15 Temmuz direnişinin vatanı veya devleti savunmakla özdeşleştirilmesi somut gerçeklerle ilgisi olmayan bazı güzellemelerden ibarettir.
Değişen halk
Ancak halkın bu konudaki hassasiyetini nereye kadar götüreceği ayrı bir konu. Halkın, darbecileri işgalci güçlerin (“düşman”ın) kılık değiştirmiş piyonları diye görmesi halinde bedel ödemekten çekinmeyeceğini pekala söyleyebiliriz. Fakat dediğimiz gibi 15 Temmuz ruhu ile İstiklal Harbi’nin ruhu çok başka şeyler. Gerek darbe organizasyonunun içerdiği zaaflar gerekse Tayyip Erdoğan ve ekibinin darbeye karşı cesurca ve dirayetli bir tavır sergilemesi, halk psikolojisinin ve sürecin çok rasyonel bir şekilde yönetilmesi sonucunda darbe teşebbüsü başarısızlığa mahkum hale geldi. Hamasete dayalı mantık oyunlarıyla meseleyi olduğu gibi ifade etmekten kaçınmanın hiçbir gereği yok. Halkımızın Türk askeriyle asla karşı karşıya gelmeyeceğini ileri sürenlerin 15 Temmuz gecesi ne olup bittiğini anlamaları pek mümkün değil. Bu ezberlerle 27 Mayıs, 12 Eylül darbelerine bir açıklama getirilebilir ama 15 Temmuz’a değil. 15 Temmuz başkadır. Bunda değişen Türkiye sosyolojisinin de pay sahibi olduğunu biliyoruz. Ancak her türlü askerci söylemin vesayetçi kodlarla izhar olduğunu göz ardı etmemeli.
15 Temmuz ruhunun en önemli bileşenlerinden biri de askeri, bürokratik vesayete karşı hayır deme ihtiyacıdır. Ancak bu konuda toplumun ne düzeyde bir olgunlaşma gösterdiğinden emin olma şansımız yok. Darbe karşıtı olduğunu söyleyen bazı etkili yetkili insanların darbe teşebbüsünü haber aldıkları akşam içkili kutlamalara başlamaları ne yazık ki birer vesika olarak karşımıza çıkmaktadır. Kemalist-ulusalcı bir darbeyi desteklemeye aday önemli bir kesimin var olduğunu çok kolay görüyor ve tahmin edebiliyoruz. Takiyecilik bugün siyasetin bilhassa da sol siyasetin bir marazı olarak kendisini göstermekte. Bunu itiraf bile edemeyen, popülizmle ideolojik fanatizm arasında sıkışıp kalmış bir Türkiye solu görüyoruz. Doğu Perinçek, halkı askerle karşı karşıya getirmenin yanlış olduğu konusunda kısmi bir haklılığa sahip olabilir. En azından, bedel ödeyenlerin kimler olduğuna bakarak burada adil olmayan bir durumdan söz etmemiz gayet tabii mümkün. Fakat askere her durumda ve her pahasına selam durmak gibi bir zillete de düşemeyiz. Askeri vesayeti meşrulaştırmaya doğru giden böyle bir anlayış, Kemalist-ulusalcı elitizme ve oligarşiye göz kırpmaktan başka bir anlam taşımıyor. Bunun Perinçek’in aydınlanmacı söylemleriyle de örtüşüyor olması, aslında hala ideolojik temelli jakobenizmin varlığını sürdürdüğüne işaret ediyor. Sorunun burada ideoloji değil, ideolojinin jakoben bir anlayışa doğru evrilmesi olduğunu belirtmek isterim. Türkiye solunu bir vakum gibi içine çeken maraz da tam budur. Şiddet kültürüyle beslenen jakoben anlayış solun damarlarında korkarım ki dolaşmaya devam etmektedir.
Halkın cesareti
Perinçek’in anlamadığı, anlamaya çalışmadığı asıl nokta ise halkın cesaretidir. Bu cesaret nereden güç almaktadır? Bilhassa 27 Mayıs’tan bu yana halkta neyin değiştiğini anlama zahmeti gösterilmediği takdirde 15 Temmuz ruhuna bigane kalmak olağandır. Aydınlanmacı düşünce kodlarıyla halktaki kahramanlık ruhunun anlaşılması zaten beklenemez. Halkın ancak bir vatan savunması halinde böyle bir mücadele ruhuyla ortaya çıkacağı düşüncesi Perinçek’in bir yanılgısı. Oysa 15 Temmuz halkın sahip olduğu Türkiye davasının ve gelecek tahayyülünün somutlaşmış bir halidir. Tayyip Erdoğan’la kurduğu özdeşleşmeyi bunun üzerinden yapmaktadır. Tam da bu sebeple 15 Temmuz ruhunun bir sabite halinde baki kalacağını düşünmek doğru kalmaz. Bu ruh, o döneme, o tarihe ait koşulların özgül bir yansıması olarak ortaya çıkmıştır. İçerdiği dava, tahayyül, beklenti ve umutlarla mukayyettir.
Bununla beraber, 15 Temmuz ruhu siyasetin öznelerine bir süreci ve inşayı talim etmektedir. Yolu siyasete açmıştır. Yapılan direniş kadar önemli olan da bunu bir başarıya doğru götürmektir. Dolayısıyla 15 Temmuz ruhu iktidarın tekeline alınamayacak kadar gücünü halktan alan bir oluşuma ve dinamizme sahip. Bunun ayrımına varılmadığı takdirde, 15 Temmuz’a yönelik referansların işe yaramaz, retoriksel bir şey haline geleceğini söylememiz hiç yanlış olmaz.