Direnümmet direnmillet!

Ahmet Özcan/Yazar
16.03.2014

Cezalandırılmak istenen ümmetin ve milletin dirilen ruhu, özgüveni ve direnç dinamiğidir ve meseleyi bu açıdan görmeyen her analiz eksik ve çarpıktır.


Direnümmet direnmillet!

‘Bir bankayı soymak, bir banka kurmanın yanında nedir ki?’ -Berthold Brecht-

1973 Ekim savaşından sonra Avrupa’ya kaçan Filistinli gerillalardan bir kısmı gerici Arap diktatörlükleri ve duyarsız dünya kamuoyu arasında çaresiz kalmıştır. Bir kısmı boşluğa düşer, kişisel bir hayat kurmak peşindedir. Bir kısmı ise davayı sürdürmek ve Siyonizmle savaş için yeni yollar bulma peşindedir. Fawaz Türki bunlardan biridir ve eski silah arkadaşı Ömer’le Fransa’da buluştuğunda onun kravatlı, tıraşlı, işinde gücünde halini görünce çok kızar. “1Allah belanı versin diyorum, halkımızın eziyet çekmesi seni etkilemiyor mu? O kadar kayıtsızsın ki! Bana boş gözlerle bakıyor. Ve konuşmuyor. Neden sonra yanıtlıyor; ‘Sana napalmdan söz etmek istiyorum. Dinlemek ister misin? Diyor. Evet diyorum. ‘Bir napalm parçası vücuda çarpınca, yanar. Yanar, sürekli yanar. Kumlarda debelenirsin, suya dalarsın, yanığı elbiselerinle örtersin. Ve yanmaya devam eder. Kurban sürekli bağırır ve yardım için kıvranır. Napalmla yaralanmış bir çocuk gördüğünde ve gözünün önünde ölüşünü izlediğinde ya da en yakın ilk yardım merkezine götürürken ölüşünü gördüğünde, asla eski sen değilsindir. Bu olayın sonucu olarak içinde ölüp giden bir daha asla doğmaz. Bir insan, bir adam, bir Arap olarak başka bir şeye dönüşmüşsündür artık.” (Fawaz Türki, Filistin Sürgünü, Bir Mültecinin Anıları, Metis yay.1986) 

Davayı satmak...

Ömer davayı satmamıştır. Sadece şok içerisindedir ve Fawaz’ın sürdürmeye çalıştığı yola da başka herhangi bir şeye de inancı kalmamıştır. 

Yıllar sonra, geçen hafta, 2014 Martında ziyaret ettiğimiz Ömer’in kaçtığı Beytlehem Aida mülteci kampında doğup büyümüş ve kamp dışında hiçbir şeyi ve hiçbir yeri görmemiş olan 20 yaşındaki Meryem, bize “İsrail’in bize yaptığını şimdi Türkiye’ye yapıyorlar. Tayip Erdoğan’ı yıkmak istiyorlar. Sakın korkmayın, üzülmeyin. Biz, Allah’ın, sadece Allah’ın bizimle olduğunu biliyoruz ve o yüzden siz de buna inanın asla boyun eğmeyin” dedi. Açlık, susuzluk ve işsizlik içerisinde kendi vatanlarında mülteci olarak yaşayan yüzbinlerce Filistinliden biri olarak Meryem’e hayallerini soruyoruz. “Bana şimdiye kadar kimse bu soruyu sormadı”, diyor ağlayarak. “Bizim hayalimiz ne olabilir ki”, diyor. Ve Allah’ın kendilerine bir umut olarak yeni bir Selahaddin olan Tayyip Erdoğan’ı gönderdiğini, Filistin’i onun kurtaracağını söylüyor. “Benim hayalim sadece bu”, diyor.

Artık o sen değilsin!

 

2002 yılında İsrail askerlerinin “Koruyucu Duvar Operasyonu” adı altında Cenin’e gerçekleştirdiği saldırı Filistin halkına karşı işlenen en büyük katliamlardan biridir. İsrail tankları ile kuşatılan kampın üzerine önce helikopterlerden aralıksız füze yağdırılır, ardından kampa giren buldozerler evleri yerle bir eder. İsrail askerleri neredeyse bütün erkekleri toplayarak bilinmeyen yerlere götürürler. Af Örgütü’nün raporlarına göre yüzlerce binanın tamamen yok edildiği şehirde 1300 kişi ölmüş, binlerce sivil yaralanmış ve 4000 kişi de evsiz kalmıştır.

Hesap da dava da Batı için açık ve nettir; uygarlıklarına(!) karşı baş edemeyip hükmedemedikleri tek teo-politik direnç noktası İslam kalmıştır ve bu nedenle her yerde İslam’ın direnç damarını temsil eden ne varsa yok etmek hepsinin ortak derdidir.

Katliam sonrası Chicago Trubin’in Yahudi yazarı Ron Grossman şunları yazar:

“Kendini hümanist ilan eden biri olarak, herhangi birinin şehrinde gürleyen tankların düşüncesini dehşetle aklımdan kovmalıyım. Televizyonda beliren Beytüllahim ve Ramallahta’ki sokak kavgası görüntüleri karşısında başım üzüntüyle eğilmeli. Ancak bir ipucu vereyim: Bize ders veya vaaz vermeyin. Bizim iyi tarafımıza yalvarmayı unutun.

Grosmann, zalimlere akıl, vicdan, merhamet, insanlık, hak, hukuk, adalet gibi değerler biçen safdillere gayet açık bir mesaj vermektedir; Bizim iyi tarafımız yoktur. Varmış gibi beklentilere girmeyin, bizi kendiniz gibi zannetmeyin, demektedir.

Yıllar geçti ve yaşanan dehşet devam ediyor. Suriye’de 200 bin insan vahşice öldürüldü, on binlercesinin işkencelerle dolu cesetleri yayınlandı. Çoğu insan görmedi. Mısır’da naklen bir darbe gerçekleşti ve canlı yayınlarla tanklar masum insanların üzerine ateş açarak binlercesini öldürdü. Yine aynı çoğu insan görmedi. 

Ve Filistin’de, Afganistan’da, Irak’ta haçlı güçlerinin on yıllardır sürdürdüğü katliam ve zulümleri görmeyenlerden medet uman safdiller, bu son zalimlikler karşısında bile hala dünya kamuoyu, uluslararası sistem, uygar Batı masalları okuyor. Sorunun bin yıllık bir Haçlı kini olduğunu ve yine aynı anlamda Ümmetin koruyucu kalkanı olarak en çaresiz yıllarında bile en azından bir yeşil sancak umuduyla ümmete güven veren Osmanlı’nın sahneden çekilmesi sonrası her yanımızı saran sahipsizlik duygusunun bu Haçlı kiniyle baş edemediğini görmek istemiyorlar.

Zalimler neye niçin saldırdığını çok iyi biliyor ama mazlumlar hala havaya ıslık çalarak Kemal Tahir’in ifadesiyle, sözümona medeni bir dünya ve ona benzeyerek belayı defedeceğini zanneden akılsız bir doğulu gibi davranıyor. ‘Cehennem iyi niyet taşlarıyla döşelidir’, demişler.

Birinci Dünya Savaşı’nda, Ruslar Orta Asya, Fransızlar Afrika ve İngilizler de Hindistan Müslümanlarını Osmanlı ordularının karşısına savaşmak için getirirken, “Esir düşmüş Hilafeti kurtarmaya gidiyoruz” demişler. Bu gariban askerlerin çoğu savaştıkları cephelerde Osmanlı askerlerinin namaz kıldığını, cephede ezan okunduğunu görünce uyanıp saf değiştirmiş. Ruslar’ın Almanlara karşı savaştırdığı Orta Asya Müslümanlarından Almanlara esir düşenler de bir kampta toplanmış. O zaman müttefikimiz olan Almanya Osmanlı’dan yardım isteyerek bu esirlere durumu anlatacak bir ekip istemiş. İşte bu görev için seçilen heyette yer alanlardan biri olan Mehmet Akif, 1917 yılında Berlin’de iken, bir gün vakitsiz bir şekilde zafer çanları çalındığını duyar. Ve hemen Almanlara sorar, acaba hangi cephede zafer kazandık, diye. Alman subayı, “İngilizler Kudüs’e girdi, bu çanlar onun içindir”, der. Merhum Akif şaşırır. “Ama İngilizler ortak düşmanımız ve Kudüs’te bizim, onların zaferine siz neden seviniyorsunuz ki”, der. Alman subay cevaplar; “Evet şimdi İngilizlerle karşıt saflarda olabiliriz, ama orası Kudüs ve bu hesap başka”, der.

Zulme eşdeğer yalanlar

Evet, hesap aslında budur. Burjuvazinin iç çelişkileri, emperyalizmin sömürge savaşları, kapitalizmin şusu busu, derken, bir bakarsınız mesele İslam ve Müslümanlar olunca hesap başkalaşır ve davanın en dinsiz batılı nezdinde bile birden haçlı ruhu ve kiniyle sürdürülen tarihsel bir mesele olduğu anlaşılır. İngiliz finans kapitaliyle Fransız burjuvası ve Alman solunun en ilkel Rus faşistiyle veya Amerikan Siyonistiyle aynı safta aynı ağızla gün olur İran İslam devrimine karşı laik Saddamcı, gün olur Kemalist beyaz Türklerin yanında gerici-feodal Kürt düşmanı, ya da gavurlaşmış sosyalist Kürtün hamisi olarak Türk düşmanı, bazen laik ve çağdaş Türkün yanında başörtü düşmanı bazen Aryan-fars diplomasisi hayranı olarak köktendincilerin peşine takılıp ayaklanan(!)Suriye halkına karşı Esed’in hamisi olarak görürsünüz. Hesap da dava da Batı için açık ve nettir; Uygarlıklarına(!) karşı baş edemeyip hükmedemedikleri tek teo-politik direnç noktası İslam kalmıştır ve bu nedenle her yerde İslam’ın direnç damarını temsil eden ne varsa yok etmek hepsinin ortak derdidir.

Şimdilerde olan bitenin doğru kavranması için bu tarihsel gerçeklik asla unutulmamalıdır. 20. yüzyıl boyunca Kemalizm sayesinde Müslümanlığından utanan, İslaml’a bağını özenle gizleyerek var olmaya çalışan Batıcı-laikçi bir damarı sürekli destekleyerek ‘ılımlı İslam’-’gerici/terörist Müslüman ayrımını laikçi bir nüfus yaratarak egemen kılan güçler, bu tiyatronun sürdürülemez olduğunu anlayınca, biraz daha dindar bir profille Bahai-Mormon karakterli Anglofil bir cemaate yatırım yapıp, devletin yenilenmesini de bu maşaları vitrine koyarak kendi kontrollerinde gerçekleştirmek istediler. Ne var ki, projeleri akim kaldı ve tam anlamıyla suçüstü yakalandılar. Bu münafık tezgahın deşifre edilmesi sonrası yaşananlar, tam da M. Akif’in tanık olduğu ve Chicago Tribünün Yahudi yazarının itiraf ettiği gerçeği bir daha gösterdi; Batı Haçlı ruhuyla saldırmaya devam ediyor ve Müslüman dünyanın bir kısmı hala safdil ümitlerle onların ‘iyi yanlarına’ yalvararak oyalanmaya devam ediyor.

Ancak, Ak Parti mitinglerindeki güncel siyaset ötesi coşkunun da gösterdiği gibi, sıradan halk, milyonlarca insan yani gerçek millet, bunu anladığı, hissettiği ve doğru kavradığı için safını seçip oligarşinin ve şeytanların kucağında ahlak vazederek Erdoğan’ı yok etmeye çalışanlara prim vermiyor. Ve 90 yıldır bu fakir milletin sırtında kene gibi yaşayıp hırsızlığın en organize biçimleriyle çalan ama adı iş adamı olan namlı oligarklarla, bütün hayatları Nietsche’nin ifadesiyle ‘yanlış melodiyle dansetmekle’ geçmiş zavallı solcu faşistlerin, Kemalist şirretliğin en ilkel versiyonu olan ulu-solcuların, katil çetesi Nusayri rejimi yandaşı Rafızi Acem uşaklarının, dinsiz Türkçü ve Kürtçü primatların ve diğer bilumum millet düşmanı Haçlı işbirlikçilerinin aynı safa dizilip boş demagojilerle küresel haçlı seferine asker yazılması, hiçte şaşırtıcı değil artık. Laik-solcu-işbirlikçi dincilerden oluşan benzer bir cepheyi Irak, Afganistan işgallerinde bu ülkedeki benzer unsurlarda tanımış, Tunus, Mısır ve Suriye devrimlerinde de dikta ve darbe yanlısı çevrelerin karakterinden iyice öğrenmiştik zaten. Şimdi ülkemizde siyasi görünümlü bir hesaplaşmaymış gibi sunulan ama aslında bu derin tarihsel hesabın güncel versiyonu olan saldırı, Erdoğan şahsında tekrar ediliyor. Cezalandırılmak istenen ümmetin ve milletin dirilen ruhu, özgüveni ve direnç dinamiğidir ve meseleyi bu açıdan görmeyen her analiz eksik ve çarpıktır.

İnsanlığın tevhidi

Hukuk için söylenen ünlü bir özdeyişteki gibi, bazen ahlaki değerler de zayıfın takılıp kaldığı güçlünün delip geçtiği örümcek ağına benziyor. Yanı başınızda yüzbinlerce insanı katledip şehirleri yok eden bir diktatör dururken Erdoğan’a diktatör diyen, 90 yıldır Dersim’den Lice’ye kendi şehirlerini kendi insanını ABD-İsrail desteğiyle bombalayıp yüzbinlerce gencini işkencelerden geçiren, onbinlercesini katleden ırkçı faşist Kemalist düzen dururken Ak Parti hükümetine zalim diyen, anlı şanlı hırsız oligarkların sistematik devleti ve milleti soyma ekonomisi dururken üç beş sonradan görmenin ucuz şaibelerine hırsızlık diyen bir zihin, Irak’a bombalar yağarken CNN’de bir petrol batağına saplanmış karabatak kuşuna üzülen zihindir ve özünde Haçlılardan daha sinsi, daha kindar ve daha alçaktır. Çünkü Haçlılar, Siyonistler en azından suret-i haktan görünmez ama bu münafık zihinler sözümona insanlık değerleri ve bütün iyi şeyler adına konuşur, yargılar, savaşır! Şimdi Erdoğan’ı İsrail adına yıkma ihalesi için sokağa sürüp katlettirdikleri çocukların ölü bedenlerini kutsayıp timsah gözyaşları dökerek, gerçek zulümler karşısındaki suskunluk ve suç ortaklıklarını saklamaya, sahte ve alçak ruhlarıyla ‘iyi yanlarının’ olduğunu göstermeye çalışıyorlar.

İşte bu sahtekar unsurların doğru çözümlenmesi, meselenin derin teo-politik köklerini de ele vermektedir. Meselenin derinin de bu topraklara ruh veren bin yıllık tevhid akidesi ve İslam değerlerine olan pagan kin vardır. Bu kin her Haçlı seferi sırasında koruyucu kalkanını bulmuş küçük adam faşizminin şirret intikamcılığı olarak nükseder ve Haçlı ordularına gönüllü asker yazılır.

İslam, tevhid akidesi ve ahret inancıyla, ontolojik bir aydınlanma ve insanlaşma imkanıdır. Bu iman umdeleri, kozmik bütünlüğü ve zamanın sonsuz çevrimini kavrama fırsatı verir. En sıradan, en cahil, en alttaki bir insanın bile anlayarak hayata, evrene, tarihe insan gibi bakmasını sağlayacak kadar adil bir filozofya içeren bu itikat, pagan-putperest sapkınlığın insanı düşkünleştiren ve gerçeği eksik, fraktal, ama mantıklı-tutarlı bir pozitivist dizge içinde algılayarak tahakküm düzenlerinin teo-politik açıklamasını sunan ideoloji ve inanç biçimlerine karşı insan olma imkanı sunar. Bu anlamda tevhidi bilinci hayatlarında en az bir kez olsun yakalayamamış olanlar, gerçeğe eksik, parçalı veya şaşı bakarlar, dolayısıyla asla bütüncül, deruni ve evrensel düşünemezler. Modern putperestlik biçimleri olarak zihin kodlarında sosyalizm, milliyetçilik, pozitivizm, Kemalizm gibi Batılı sömürgeci paganizme ait dinlere ait yalanlar bulaşmış olanların hakikatle buluşma şansı çok düşüktür. Ruhu Batılı bir ideolojiyle kirlenmiş, hakikati ilahi olanın dışında aramaya koşullanmış bir zihnin iflah olması zordur. Bir Kemalist veya sosyalist, bir Türk veya Kürt milliyetçisi, yani gerçeğin birer yüzüne indirgenerek kutsanmış ‘aydınlık, akıl, bilim, tarih, etnos, eşitlik, özgürlük, halk’ vb. tanrılaştırılmış kavramlara tapan bir insanın bu taptıklarını da yaratan asıl bütünselliği yani Allahın külli varlığı, hakikatin bütüncül doğası veya hayatın afaki ve enfusi gerçekliğini kavrama düzeyi, çarpım tablosu seviyesinde matematik bilen birinin logaritma cetvelini kavrama düzeyiyle aynıdır. Ne var ki bu batıl tanrılar, inananlarına gerçeğin özünü kesin bir dille vazettikleri yalanına inandırdıkları için bu ideoloji sahiplerinin hepsinde tartışmasız bir kesin inanç ve gerçeği çözmüşlük kibri vardır. Bu nedenle bu dinsel dogma sahipleri bütün pagan inançlılar gibi müthiş bir özgüvene ve gerçek dindarlara karşı üstünlük psikolojisine sahiptir. Müslümanlara gerici, mürteci, örümcek kafalı, vb. diye aşağılayan dilin, İslam’a Haçlı ve Yahudi bakıştan izler taşımasının yanında bu üstünlük kuruntusunu da yansıttığı söylenebilir. Tabii ki bu ‘okumuş kibirli çocuklar’ her zaman sıradan ve cahil görüp aşağıladıkları milyonların basit, sade, ama derin reflekslerine neden yenildiklerini bir türlü anlayamazlar!

 

[email protected]