Dış politikada da vesayetten kurtulmak

Dr. Murat Yılmaz / Siyaset Bilimci / SDE İç Politika ve Demokratikleşme Koordinatörü
26.12.2015

Türkiye yüzde 52 oyla seçilmiş Cumhurbaşkanı ve yüzde 49.5 ile iktidara gelmiş AK Parti avantajını iyi kullanarak PKK ve Paralel Yapının değişim dalgasını kıracak problemler çıkarmasına izin vermemelidir. Güvenlik problemlerinin ve dış politika krizlerinin amacı, değişim dalgasını kırmak veya kıramazsa zayıflatmaktır. Bu bakımdan güvenlik operasyonları ve hukuk davalarının siyasi hamleleri engellememesi hayati derecede ehemmiyetlidir. Önümüzdeki dönemde siyaset her zamankinden çok yaratıcı olmak zorundadır.


Dış politikada da vesayetten kurtulmak

Türkiye müşterek milli kimliğine, demokratik yönetimine ve devlet kapasitesine yönelik büyük bir meydan okumayla karşı karşıya.  Bu meydan okuma Birinci Dünya Savaşı sonrası temelleri atılan ve soğuk savaş döneminde kurumsallaşan iç ve dış vesayet sistemlerinin sarsılmasına denk geliyor.

Türkiye Soğuk Savaş sonrasında başlayan değişim dalgasına direndikten sonra 1999’da bu değişim gerçekleşmezse beka sorunu yaşayacağını anlayan bürokratik elitlerin direncinin zayıflamasıyla de değişim sürecine girdi. 3 Kasım 2002 ile bu değişim dalgası bürokratik elitlerden seçilmiş siyasi elitlerin eline geçti ve sahicileşti. Türk modernleşmesinin paradoksu bu değişimin bürokratik elitler elinde kalmasından kaynaklanıyordu. Bürokratik elitler bir yandan liberalleşme ve özgürlük isterken diğer yandan kontrolü elden bırakmak istemedikleri için modernleşme sürecinin mantık silsilesinin devamını engelliyorlardı. 3 Kasım 2002 seçimlerinden sonra sahicileşme ile modernleşme ve demokratikleşme süreci bürokratik elitlerin elinden alınarak bu paradoksa son verildi. Sahicileşme hiç de kolay olmadı. Artçı sarsıntıları hala devam eden bir mücadeleyle içerideki vesayet sisteminin bel kemiği kırıldı. Bu mücadeleden demokratik yönetim güçlenerek, müşterek milli kimlik bir yandan güçlenip bir yandan zayıflayarak, devlet kapasitesi zarar görerek çıktı.

Değişime direnen ülkeler

Türkiye Soğuk Savaş’ın bitmesi sayesinde ortaya çıkan göreli özerklik imkanını iyi kullanarak ülke menfaatlerini esas alan nispi bir bağımsızlaşma ve dış vesayetten kurtulma süreci yaşadı. Türkiye’nin nispi olarak bağımsızlaşması müttefikleriyle zaman zaman problemler doğursa da, müttefikler tarafından 1 Mart Tezkeresi gibi gelişmelere rağmen bir tür anlayışla karşılandı. Graham Fuller’in Yeni Türkiye kitabı bir yandan bu gelişmeyi anlama diğer taraftan da cemaat marifetiyle kontrol etme çabasının bir yansıması olarak da okunabilir.

İçerideki ve dışarıdaki vesayetten arınma süreci batlı müttefikler, eski hasımlar ve bölgesel aktörler tarafından Türkiye’nin ulus-devlet menfaatlerinin ötesinde bir medeniyet havzasına yönelmesiyle anlayışla karşılanma sınırlarını aşmış oldu. AK Parti hükümetlerine yönelik eksen kayma, İslamlaşma ve otoriterleşme iddiaları Filistin meselesiyle ilgisinin derinleşmesi ve Arap Baharı’ndaki ataklığıydı. Burada kara propaganda maksadıyla kullanılan ideolojik argümanların ötesine geçildiğinde şu problemle yüzleşilecektir. AK Parti’nin önce Türkiye’de sonra da Arap Baharı’yla çoğunluğun yönetme hakkını savunması İslam dünyasında da iç ve dış vesayetin sona ermesi demekti. Konu sadece iç vesayetle ve ulus-devlet sınırları içinde kalsa belki bu kadar reaksiyonu tetiklemeyecekti. Ancak İslam tarihinde de görüldüğü üzere müşterek Sünni bir kabarmanın uzun süreli bir medeniyet ve siyasi ittifak doğurması güçlü bir ihtimaldir. Bu ihtimal birçok ülkenin menfaatlerine aykırı ve bazı ülkelerin de rejimlerini tehdit eden bir potansiyele sahiptir. İşte Türkiye bu dalgaya önderlik etmeye çalıştığı ve milli menfaatlerini bu dalgayla özdeşleştirdiği için ciddi tepkilerle karşılaştı, karşılaşıyor.

Türkiye’nin en çok dış politikada eleştirilmesi ve 7 Haziran sonrasındaki koalisyon görüşmelerinde temel konunun dış politika revizyonu olarak belirlenmesinin arka planında yatan sebep budur. 1 Kasım seçim sonuçları hem Türkiye içinde hem bölgede çoğunluğun yönetme hakkı etrafındaki umudu güçlendirdi. Türkiye’nin dış politikada yeniden sıkıştırılmasının sebebi bu umuttur.

Demokrasi korkusu

Türkiye 1 Kasım seçim sonuçlarına ve uyanan umutlara rağmen, gerçekçi bir hat üzerinde iç ve dış politikada şartlara uygun bir revizyonu hayata geçiriyor. Buna rağmen kimi aktörler, Türkiye’nin revizyonunu yeterli görmemekte ve Türkiye’yi İslam dünyasındaki dalgadan koparabilmek için milli menfaatleriyle tehdit etmektedirler. Bu tehdide Türkiye’nin içindeki bazı aktörlerin de destek verdiği görülüyor.

Rusya, İran ve Suudi Arabistan gibi ülkelerin ideolojik olarak İslam dünyasındaki demokratikleşme dalgasına karşı çıkmaları anlaşılabilir bir konudur. Çünkü bu değişim dalgasının bahsedilen 3 ülkeyi de etkilemesi kaçınılmazdır. Bu üç ülkede de hala rejim meselesi çözülememiştir. Peki Batı neden demokratikleşme dalgasına karşı çıkmaktadır?

Batı, tıpkı Türkiye’de bürokrasinin modernleşme bahsinde yaşadığı paradoksa benzer bir paradoks yaşamaktadır. Bir yandan demokratikleşme istenmekte, diğer yandan demokratikleşmenin sonucundan korkulmaktadır.

Batının bu korkusu ABD’nin Ortadoğu’daki gücünü azaltıp önceliği Çin’in çevrelenmesi için Pasifik’e vermesine denk düşmektedir. ABD’nin bu hızlı çekilişi Irak ve Afganistan’ın işgalinden sonra taşları yerinden oynayan bölgede çatışmacı bir rekabetin önünü açmıştır. ABD bölgede güç ve tehdit dengesinin yeniden kurulacağının farkında olarak aktörleri birbirine karşı dengelemeye çalışmaktadır. Bölgesel aktörler ise, yeni dengede avantajlı hale gelebilecek pozisyonları zorluyorlar.

Türkiye bu şartlar altında müşterek kimliğini, demokratik yönetimini ve devlet kapasitesini güçlendirmek mecburiyetinde. Türkiye’nin dış politika zorlukları karşısında reformları ertelemeyecek formüller bulması gerekiyor. Çünkü Türkiye için en iyi dış politika, önce evin içini süpürmek, evin içini düzeltmektir. Türkiye bunu yaptıkça bölgesel aktörlerin rejim meselelerinin ve değişimlerinin önünü açabilecektir. Bu yapılmadığı sürece bölgesel istihbarat devletlerinin, Türkiye’nin müşterek kimliğine, demokratik yönetimine ve devlet kapasitesine vereceği zararı engellemek kolay olmayacaktır.

Türkiye’nin yağması gereken bir başka şey de dış politikadaki makul revizyonlarla beraber, Türkiye’nin ana hedeflerinin sadece Türkiye ve İslam dünyası için değil, Batılı ülkeler ve dünya için de neler vaat ettiğine yoğunlaşmasıdır. İkinci olarak Türkiye İslam dünyasında çoğunluğun yönetme hakkıyla beraber, her türlü azınlığın korunacağı prensibinde ısrarlı olmalıdır.

Türkiye yüzde 52 oyla seçilmiş Cumhurbaşkanı ve yüzde 49.5 ile iktidara gelmiş AK Parti avantajını iyi kullanarak PKK ve Paralel Yapının değişim dalgasını kıracak problemler çıkarmasına izin vermemelidir. Güvenlik problemlerinin ve dış politika krizlerinin amacı, değişim dalgasını kırmak veya kıramazsa zayıflatmaktır. Bu bakımdan güvenlik operasyonları ve hukuk davalarının siyasi hamleleri engellememesi hayati derecede ehemmiyetlidir. Önümüzdeki dönemde siyaset her zamankinden çok yaratıcı olmak zorundadır.

[email protected]