Dış politikada Türkiye Yüzyılı vizyonu

Dr. Hülya Bulut/ Yazar
13.07.2023

Türkiye, hem Ukrayna'yı destekliyor hem de Rusya ile stratejik iş birliğini yürütüyor. Hem NATO'nun en önemli birkaç ülkesinden biri hem de Azerbaycan-Katar-Pakistan-Malezya hattını güçlendiriyor. Erdoğan liderliğindeki Türkiye hem Avrupa Birliği'ni hedefliyor, hem de Türk Birliği'ni. Yani, artık eski Türkiye yok. Var olan Türkiye Yüzyılı.


Dış politikada Türkiye Yüzyılı vizyonu

Dünya çok hızlı, şaşırtıcı ve belirsizlik içeren bir değişim içinde. New York'ta vurulan ikiz kulelerden itibaren başlatabileceğimiz bu yeni düzen arayışında taşlar henüz oturmuş da değil. 2008-2009 yıllarında baş gösteren finansal kriz, özellikle Batı dünyasında önemli bir kırılmanın başlangıcı idi. Akabinde, 2011'den günümüze kadar devam etmekte olan sözüm ona Arap Baharı da, zorlama bir şekilde Huntington'a sipariş edilen tezi doğrulamak amacında.

Biliyoruz ki, kurulduğu yıllarda en temel rakibi (düşmanı) Sovyetler Birliği olan NATO, yaklaşık kırk yıl süren Soğuk Savaş'ta çok stabil bir konumdaydı. Neden mi stabil? Çünkü düşman belliydi, ideoloji ve söylemler belliydi, yöntemler ve silahlar belliydi. Ta ki, Berlin Duvarı'nın yıkımını takip eden, o stabil olmayan dünyanın oluşumuna kadar... Bir pehlivan olarak NATO şaşkın idi. Çünkü, bir süreliğine de olsa güreş tutacağı rakip pehlivanı bir türlü bulamamıştı.

Yeni düşman

İşte o aralar özellikle Washington D.C. ve çevresinde yerleşik olan think thanklar, lobiler ve diğer siyasi erk sahipleri yeni düşmanı bulmuş ve Huntington'a kavramsallaştırması için çoktan sipariş geçmişti bile: Yükselen İslam'ı durdurmak! Hatta, yeterince güçlenmesine, Batı'yı dengeleyecek güç ve imkana kavuşmasına imkan vermeden önce durdurmak gerekiyordu. Batı'nın, dolayısıyla NATO'nun doğudaki adeta son karakolu konumunda olan Türkiye'nin ister istemez durumu da değişecekti: (i) Çünkü 'Batı' için Türkiye 'Doğu' idi, (ii) Eğer 'Doğu'nun, dolayısıyla İslam'ın lideri olacaksa, o da Türkiye olacaktı.

Büyük olasılıkla bu sebepledir ki, özellikle 1980'lerden itibaren uyuyan hücre niteliğindeki FETÖ terör örgütü uyandırıldı ve desteklendi. Öyle ki, bu kahrolası terör örgütü Türkiye'yi yönetmesi için tüm kılcal damarlarımıza kadar işledi. Ta ki 15 Temmuz 2016 darbe girişimine kadar. O gece direnen Erdoğan hükümetine toplumun her katmanından destek geldi ve FETÖ'ye büyük bir darbe indirildi.

Eksen kayması değil, eksen çeşitlenmesi

İşte bu gelişmeler bağlamında Türkiye uluslararası ilişkiler açısından kendisini güvenceye alacak, daha bağımsız davranabilecek bir konum arayışına girdi. Aslında bu oldukça zor olmasına rağmen, bir o kadar da doğal bir süreçti. Soğuk Savaş döneminin uzun yıllarında örneğin ABD'nin, Türkiye-Yunanistan'a verdiği askeri destek 10-7 ölçüsünde denge yakalayabilirken, artık bunun geçerli olmadığı bir sürece girildi. Bağımsızlığını ve doğru konumunu arayan Türkiye'nin yeni altyapıya, savunma sanayiine, milli ve yerli üretimde yakalanan özgüvene, daha kolay erişilebilir ve rekabetçi enerji kaynaklarına ihtiyacı olacaktı.

Bunun anlamı da şuydu: Son on-onbeş yılda yapılan temel altyapı yatırımları ve bunların seçimlerde, mitinglerde doğru ve net bir iletişim stratejisi ile halkın karşısına çıkartılması hiç de tesadüfi olmasa gerek. Türkiye, Erdoğan liderliğinde yeni istikametini tecrübe ve önseziyle, zaman zaman da deneyimsel bakış açısıyla ararken gelen en acımasız eleştirilerden biri de 'eksen kayması' idi.

Oysa Türkiye, onlarca yıl boyunca sahip olduğu tek ekseni olan Batı eksenini elinden geldiğince korumak kaydıyla çeşitlendirmeye çalıştı. Bu bağlamda eş zamanlı olarak farklı eksenlerde stratejiler geliştiren ve oyun kuruculuğa odaklı Türkiye'nin; Rusya ile kurduğu Kuzey Ekseni, Orta Asya'nın yeni bağımsız devletleri ile kurduğu Turan Ekseni, koskoca Asya ile kurduğu Doğu Ekseni ve karşısına koskoca bir kıtayı aldığı Afrika Ekseni ile karşılaştık.

Yumuşak güç unsurları

Bu eksen çeşitlendirmesi şüphesiz ki; yeni açılan büyükelçilikler, konsolosluklar, TİKA ve Yunus Emre Enstitüleri, THY'nin uçtuğu ülkelerdeki ve şehirlerdeki artışlar, dış ticarette ise portföyün genişleyerek ihracat yapılmayan tek bir ülke bırakılmaması gibi gayretler ve faaliyetler göz önünde bulundurularak yorumlanabilir.

Türkiye'nin uluslararası açılımını da desteklemesi amacıyla Irak, Suriye, KKKTC, Azerbaycan, Libya, Katar, Arnavutluk, Somali, Mali, Orta Afrika Cumhuriyeti, Bosna Hersek, Kosova, Lübnan, Sudan (tartışmalı) gibi 14 ülkede silahlı gücünü bulundurması hiç de tesadüfi değil. Ayrıca Türkiye'nin mavi vatan açıklamasını, denizden gaz, karadan petrol çıkartmasını, otuz yıl işgal altındaki Azerbaycan topraklarını işgalci ve soykırımcı Ermenistan'dan geri almasını da yine bu büyük planın birer parçası olarak görmek gayet mümkün.

Tarihin en önemli zirvelerinden biri

Tehditler, fırsatları da beraberinde getirebiliyor. Tabii ki, o fırsatları okumayı ve çevik bir şekilde davranmayı da bilmek gerek. Türkiye, Rusya-Ukrayna savaşında iki ülkeyle görüşebilen belki de tek ülke olma sıfatıyla bugüne kadar tahıl koridoru anlaşmalarının gerçekleşmesine öncülük etti. Dünyada gıdaya erişim sorunu yaşanan çoğu fakir ülkelere bu tahılın ulaşımının mümkün kılınmasında, savaşan bu ülkenin esirlerinin takasına imkan verilmesinde ve bunun gibi pek çok sıra dışı uluslararası ilişkilerdeki gelişmelere imza atan aktör ise Erdoğan oldu.

İşte aynı Erdoğan, yaklaşık bir buçuk yıldır devam eden bu savaşta neredeyse NATO'nun her bir ülkesinden çok daha fazla NATO içinde etkin bir üye olduğunu 'Ukrayna, NATO üyeliğini hak etmiştir' açıklamasıyla ve savaşın başından beri Ukrayna'yı ayakta tutan İHA ve SİHA'ları tedarik ederek kanıtlamıştır. Tarihin en önemli zirvelerinden birini, Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi'ni bugünlerde Vilnius'ta yapan NATO, bir yerde Erdoğan'ın siyaset alanına kilitlenmiş durumda. Bunu nerden anlıyoruz? Erdoğan'ın NATO zirvesine giderken yaptığı açıklamadan elbette. Erdoğan'ın son derece net ve açık olan ifadeleri şöyle:

"Böyle kritik zamanda, NATO coğrafyasının savunması ve güvenliği hakkında görüş bildirecek ve önemli kararlara imza atacağız. Madrid'te ittifakın savunma planlarının güncellenmesini kararlaştırmış ve bunların Vilnius Zirvesi'nde onaylanmasını öngörmüştük. Bu süreçte işi yokuşa sürme çabalarına rağmen her zaman olduğu gibi ittifak dayanışmasıyla hareket ettik. Vilnius'ta, NATO'nun terörizmle mücadele konusundaki gayretlerinde yeni bir safhaya geçilmesi amacıyla yürütülen çalışmaları değerlendireceğiz. Türkiye'ye yönelik yaptırım ve kısıtlama uygulayan müttefiklere bu yanlıştan süratle dönmeleri çağrımızı tekrarlayacağım.

İsveç'in NATO'ya üyelik sürecinin ilerleyebilmesi, Üçlü Mutabakatta kayıtlı hususların yerine getirilebilmesine bağlıdır. Biz, bize verilen ve altına imza atılan tüm sözlerin tutulmasını istiyoruz. Tehditlerin arttığı bir dönemde müttefiklerimizle birlikte Vilnius'ta ittifaka verdiğimiz önemi teyit edeceğiz. Bu vesileyle bir gerçeğin altını çiziyoruz; NATO üyesi ülkelerin tamamına yakını Avrupa Birliği üyesidir. Türkiye'yi 50 yılı aşkın bir zamandır AB kapısında bekletenlere sesleniyorum: Önce gelin, Türkiye'nin Avrupa Birliği'nde önünü açın. Biz de Finlandiya'nın önünü nasıl açtıysak, İsveç'in de önünü açalım."

Türkiye Yüzyılı

Söylemi nasıl mı okumalı? Tabii ki, yine bir Erdoğan klasiği, Erdoğan farkı olarak. Güçlü liderlik nasıl olur? İşte ele güne karşı dimdik ayakta durarak! Erdoğan'ı demokrasi-insan hakları ve özgürlükler triosu ile bu defa seçimle de deviremeyenler, onunla iş birliğine hazır olduklarını her fırsatta çekinmeden dile getiriyor. Yani asıl demokrasi-insan hakları ve özgürlükler nasıl olur'un kitabını yazan ise Allah'ın izniyle, çok şükür yine Erdoğan oldu.

Türkiye, hem Ukrayna'yı destekliyor, hem de Rusya ile stratejik iş birliğini yürütüyor. Hem NATO'nun en önemli birkaç ülkesinden biri, hem de Azerbaycan-Katar-Pakistan-Malezya hattını güçlendiriyor. Erdoğan liderliğindeki Türkiye hem Avrupa Birliği'ni hedefliyor, hem de Türk Birliği'ni.

Yani, artık eski Türkiye yok. Var olan Türkiye Yüzyılı. İşte bu NATO Zirvesi'nde adeta Erdoğan ile görüşmek için fırsat kollayan birçok ülkenin liderlerinden de anlaşılıyor ki, Türkiye'nin vizyonu ve orta-uzun dönem uluslararası ilişkilere ilişkin planı hem tıkır tıkır işliyor, hem de uluslararası çapta karşılık buluyor.

[email protected]