Diyanet karşıtlığının zihinsel kodları

Ersin Aksoy / Sakarya Üniversitesi
8.05.2020

DİB bütçesinin Sağlık Bakanlığının bütçesinden daha fazla olduğu yönünde bir yalan haber yakın zamanda sosyal medya gündemine girdi. Sürekli akıl ve bilimden dem vuran bir kesimin internette bu bilginin doğruluğunu araştırmak yerine, bu yalanı kullanarak sosyal medyada DİB'e saldırmayı tercih etmesi, bilinçli bir kara propaganda yapıldığını göstermektedir.


Diyanet karşıtlığının zihinsel kodları

Son dönemde özellikle solcu seküler kanatta Diyanet İşleri Başkanlığı’nın (DİB) kapatılmasına yönelik yoğun bir propaganda yapılmaktadır. DİB’in kapatılması için her bir örgüt/grup kendi ideolojisine uygun nedenler öne sürmektedir. Diyanete karşı geliştirilen bu tavır konjonktürel bir durum değildir. Söz konusu propaganda geçmişte dini konulara farklı bakmasından dolayı Diyanete yöneltilen eleştiriler ile benzer endişelerden de kaynaklanmıyor. Bu duruma daha geniş bir perspektiften bakmalıyız. Diyanet İşleri Başkanlığını eleştiren kesimlerin neredeyse tamamının, Türkiye’de Osmanlı ilim havzasından beslenen ve ülkemize aidiyet hisseden tasavvufi gruplara ve yazarlara karşı da şiddetli bir propaganda yaptığını görmezden gelemeyiz. Peki, neden DİB ve tasavvuf müessesine karşı bu denli şiddetli bir propaganda yürütülüyor? Bunu açıklamak için kısaca tarihe dönmek ve günümüzde meydana gelen siyasi gelişmelere bakmak yerinde olacaktır.

Ortadoğu, antik çağlardan bu yana farklı milletlerin ve inançların birlikte yaşadığı bir coğrafyadır. Bu coğrafyada varlığını sürdürmenin birinci koşulu hoşgörü kültürüdür. Yunus Emre, Ahmet Yesevi, Mevlana gibi ilim önderlerinin bu topraklara bıraktığı en önemli miras hoşgörü ve merhamettir. Nitekim Osmanlı 72 milleti bu felsefe üzerine bina ettiği Türk İslam medeniyeti ile bir arada tutmayı başarmıştır. Bu şekilde diğer din mensupları ve farklı milletlerle bir arada yaşama kültürünün esas alındığı bir düzen inşa edilmiştir. Çünkü güç boşluğu kaldırmadığı gibi kültür de boşluğu kaldıramaz. Hem Selçuklu hem de Osmanlı, fıkhı, dinde otorite haline getirerek, dini istismarın önüne geçmiştir.

Ortadoğu’da var olma şartı

Konuyu çok uzatmadan günümüze gelelim. Bugün Ortadoğu’da karşılıklı çatışma ile beslenen devletler ve gruplar bulunmaktadır. Artık Ortadoğu’da var olmanın şartı hoşgörü değil, karşılıklı çatışmadır. Örneğin DEAŞ’ın varlığı, ABD için YPG’ye verdiği desteği meşrulaştırma aracıdır. Karşılıklı çatışma ile Ortadoğu’daki varlığını meşrulaştırmaya çalışan grup veya devletler Yemen, Libya, Irak ve Suriye’de milyonlarca masumun öldürülmesine neden olmaktadır.

Bugün Türkiye’de illegal örgütler ile uyumlu bir düşünce yapısına sahip sanatçıların ve yazarların büyük bir kısmı DİB’in kapatılmasını ve tasavvuf müessesesinin zayıflamasını arzulamaktadır. Bunun en önemli nedeni Türkiye’de hoşgörü kültürünün yok edilmesi arzusudur. Bu şekilde Selefilik ve Şia’nın güçlenmesine zemin hazırlamak istenmektedir. DEAŞ ve Şebihaların yaptığı zulmü din ile ilişkilendiren ve bu şekilde Suriye’de ABD ve Avrupa ülkelerinin desteğini alan PKK’nın aynı oyunu Türkiye’de oynamak istediği aşikardır.

Tekfir videoları

Türkiye’de son dönemde radikal Selefi ve Şia akımları güçlenmektedir. Her iki kesim de her gün Youtube gibi sosyal medya ortamlarına Türkçe onlarca tekfir videosu yüklemekte ve gençleri radikalleştirmek için büyük çaba sarf etmektedir. Karşılıklı çatışmadan beslenen PKK gibi illegal örgütler ve onlara yakın yazarlar, DİB ve tasavvuf müessesesini yıpratmaya çalışarak Selefilik ve Şia gibi radikal oluşumlara alan açmayı hedeflemektedir. Radikal oluşumları ileri sürerek, dini bu grupların eylemleri üzerinden görünür hale getirmeye çalışarak, Avrupalı sahiplerinden daha büyük bir destek alacaklarını umut etmektedirler. Türkiye’de bir karışıklık ortaya çıkması durumunda bu kesimlerin kendi ideolojilerini kurtuluş reçetesi olarak sunup çatışmayı tırmandıracağı aşikârdır. Bu kesimlerin kendi tabanlarının tek motivasyon kaynağı inandığı değerler değil, ‘öteki’ne duydukları düşmanlıktır.

DİB ve tasavvuf müesseselerinin yıpratılmasında önemli rol oynayan diğer bir grup AB, BM ve küresel sermaye odaklarının desteğini alan seküler bir yaşam biçimine sahip ve devletin din ile bütün irtibatını koparmasını savunan kesimdir. Bu kesim kendi medyalarında sürekli devletin DİB için ayırdığı bütçeye dair haberler yapmakta ve kamuoyunu dini müesseselere karşı tahrik etmeye çalışmaktadır. Bu kesimin tabanının motivasyon kaynağı “din karşıtlığı”dır. Bu nedenle DİB’in adının geçtiği ve ilgi uyandırabilecek her olumsuz haberi doğruluğunu test etmeden hemen yayabiliyorlar. Söz gelimi mezkur kesim DİB bütçesinin Sağlık Bakanlığının bütçesinden daha fazla olduğu yönünde bir yalanı ortaya atmıştı. Sürekli akıl ve bilimden dem vuran bu kesimin internette bu bilginin doğruluğunu araştırmak yerine, bu yalanı kullanarak sosyal medyada DİB’e saldırmayı tercih etmesi bilinçli bir kara propaganda yapıldığını göstermektedir. Bu kesim içinde en çok desteği feminist dernekler bulmaktadır. Küresel sermaye odakları da en çok bu dernekleri desteklemektedir. Bu hareketler DİB’e yapılan son saldırıda aktif rol almıştır.

Dinde otorite yıkımı

Bu kesimlerin gittikçe alan bulduğu Türkiye’de, birlikte yaşama kültürü ve tarihsel değerleri nesillere aktarmada önemli rol oynayan DİB ve tasavvuf müesseselerinin yıpratılmaya çalışılması hem İslam’a hem de ülkemize büyük zarar vermektedir. Özellikle gençlerin radikal örgütlere katılımında köprü rolü oynayan “bir kısım” seküler ilahiyatçıların “indirilmiş din/uydurulmuş din” söylemi ve yine bu kesimin her seferinde DİB görevlilerini ve tasavvuf ehline saldırmayı ana gaye edinmesi son derece tehlikeli bir durumdur. Dinde otoritenin yani fıkhın yıkılması gaye edinilmektedir. Bu da inançsal olarak boşluğa düşen gençlerin istismarcı örgütlerin eline düşmesine sebebiyet vermektedir. Çok geç olmadan bu hakikati fark etmeli ve kendi kurumlarımıza, tarihimize sahip çıkmalıyız.

[email protected]