Diyanet'in, devletin, Müslümanların misyonu-meşruiyeti-vazifesi ve hutbeler

Ercan Yıldırım/ Yazar
12.08.2025

Devlet laik olabilir ama İslam, laik olmadığı gibi bireyin-kamunun tüm hayatına müdahildir; Diyanet'in bu hakikati dile getirmesi laiklik ilkesine de muhalefet etmez. Laik-sekülerlerin İslami olan kadar bunun ifadesinden de rahatsızlık duyması, hakikatin bir kere açığa çıktıktan sonra benimsenip yayılması “tehlikesi”nden ileri gelir.


Diyanet'in, devletin, Müslümanların misyonu-meşruiyeti-vazifesi ve hutbeler

Ercan Yıldırım/ Yazar

Cuma hutbeleri için önceleri çiçek böcekten bahsediyor denir, Diyanet için "rejimin din anlayışı"nı yerleştirmeye çalıştığı ifade edilirdi. Özellikle şubat ayındaki Hutbe Çalıştayı'ndan sonra irad edilen hutbeler için olumlu kanaatler artarken bu sefer laik-seküler kesimler bu metinlerin iktidar kast edilerek "rejimin zihniyeti"ni yansıttığı, hayat tarzına müdahale ettiği yakınmalarında bulunuyor.

Anlaşılan o ki yeni hutbeler laik-sekülerler kadar ortalama muhafazakarların da konforunu bozmuş! Dinin, din adamlarının, ikazların, metinlerin, umdelerin zaten asli vazifesi de "dünyaya alışan insan"lara baki olanı hatırlatmaktır.

1000 YILLIK İSLAMİ MERKEZ

Türkiye'nin kendine özgü bir dini yaşamı, Anadolu Müslümanlığı var gibi hakikatte olmayan ama Cumhuriyet sonrası laikliğini-sekülerliğini meşrulaştırmak için geliştirilen "mezhebi geniş" bir yargı var.

Anadolu topraklarında inşa edilen İslam hayatı, İslami kültür, Müslüman yaşamı dünya tarihinde emsali az görülen bir terkibin sonucudur. Farklı coğrafyalardan gelen boy-soy toplulukları Anadolu'da İslam'a mugayir tüm eski adetlerini, geleneklerini tasfiye ederek, unutarak tamamıyla İslami umdeleri gündelik yaşama uyarlayan bir terkib geliştirdi.

İşte bu terkib kapitalist dünya sistemini, Batı medeniyetini dört yüz yıl durduran bir sistemin, imparatorluğun, PaxTurcica'nın, bir hayat tarzının, bir dünya görüşünün[Weltanschauung]doğmasını sağladı.

Envar-ı Aşıkin'den Ahmediye, Muhammediye'lere kadar "halk İslam"ı kaynaklarından temel birikime dek tüm İslami zihin itikad-ibadet-muamelat gibi bileşenleri içeren bütüncül bakışla kurulmuştur.

Heterodoksinin, marjinalitenin, batıniliğin, Şiiliğin her tür heretik yönelimin reddedildiği, Hanefi-Maturidi eksenli ibadet etmeyenin tekfir edilmediği ama "makbul" de kabul edilmediği bir ehli sünnet tutumu bugün dahi Türkiye'nin dünyadaki tüm Müslümanlarla konuşabilen, öncülük potansiyelini koruyan, İmparatorluk mekanizmasını ulus devlet formunda sürdüren, pek çok etnik-dini-mezhebi-kültürel yapıyı bir arada yaşatabilen ama sahih ve sahici İslami düşünceyi hegemon olmasa bile tek meşru referans kılabilen bir merkezi şekillendirmiştir.

Türkiye'de sol, laik-seküler muhalefet ve ideolojiler işte bu merkezin dağılması, etkisinin kırılması için Tanzimat'tan bu yana çaba harcamaktadır.

Cumhuriyet döneminde farklı fonksiyonlar icra etmesine rağmen Diyanet İşleri Başkanlığı'nın, hususen hutbelerin bu merkezi, Nomos'u, dünya görüşünü ikame etmesinden başka misyonu, meşruiyeti yok, olamaz.

DİYANET'E YÖNELİK İTHAMLAR

Diyanet'e laik-sekülerlerin getirdiği en ciddi ve temelli eleştiri "Sünniliği"... Sünni zihniyet dışında başka mezheplere yönelmediği gibi onlara teşkilatında yer vermediği de bariz ithamlardan. Diyanet'in bu vasfını "bozulmadan" koruması, Kemalizmin sınırlı olumlu katkılarının başında geliyor. Kurumun merkezi bütçeden, Türkiye'deki her kesimden alınan vergilerle faaliyetlerini yürütmesi "herkese borçlu olduğu" manasına gelmez. Elektrik belirli mıntıkalarda üretilmesine rağmen sadece oralarda kullanılmıyor, ülke sathına eşit miktarda dağıtılıyor; devlet ve ülke olmak tam da budur zaten!

Belki de Diyanet için hemen her kesimin getirdiği müşterek tenkit maddi imkanların kullanımı, gösteriş, şatafat görüntüleri, faiz meselesi, lüks arabalar hususunda... Diyanet mensuplarının bu mevzulara dikkat etmesi, sade yaşaması, halkın beklediği din adamı portresini küçümsemeden hayatında göstermesi gerekir.

Sözü kalbe yalnızca söylediği gibi yaşayanlar taşıyabilir!

Bugünlerde toplum en çok inandığı ve düşündüğü gibi yaşayan, çalışan, radikal kamucu, mesuliyeti yüksek uygulayıcıya ihtiyaç duyuyor.

Cumhuriyet tarihi boyunca Diyanet'in varlığına ilişkin pek çok tespit ve tenkit yapıldı. Diyanet'i laikliğe aykırı görenlere mukabil kurumun laik zihniyetin din anlayışını yayma, yerleştirme misyonunu yürüttüğü de dile getirildi.

Kemalist rejim kadar farklı siyasi iktidarların, hükümetlerin politikalarının halka kurum tarafından ulaştırıldığı, camiye siyaset sokulduğu, siyasetin yapıp ettiklerinin dinen meşrulaştırılıp aklandığı, dinin dünyevileştirildiği, kamu bütçesinin bilim yerine "köhnemiş gericiliğe" aktarıldığı belli başlı suçlamalardan.

Dini yayın yapmadığı eleştirileri son yıllardaki neşriyat ile farklı mezhep ve yapıların temel eserlerinin de basılmasıyla bir nebze olsun kırıldı.

Diyanet'in halk Müslümanlığını, tarikat ve cemaatleri, sahih din anlayışını kontrol etme, sistemin belirlediği paradigmayı yerleştirme vazifesini icra ettiği de temel yargılar arasında.

Özellikle hurafe-bidat eleştirisinin çok yüksek tonda icrası, bir yanıyla selefilik bir tarafıyla modernistlikle tanımlanırken aslında toplumun asli dini aklına düşmanlık ettiği de ifade edildi. Kurum belli başlı ama çoğunluğu cemaat tarzında silsilesi Cumhuriyet öncesine uzanmayan yapılara karşı aleni tutum da sergiledi. Bu açıdan sık sık "Diyanet'in kaldırılarak din hizmetlerinin tarikat ve cemaatlere devredilmesi" "bile" teklifi getirildi. Fakat 15 Temmuz tecrübesi sonrasında din hizmetlerinin Diyanet yani "devlet" eliyle yürütülmesinin nasıl büyük bir "nimet" olduğu da tecrübe edildi.

Diyanet'in faaliyetleri, hutbeleriyle insanların gündelik hayatlarına dokunmadığı, siyasal yönelimlere tesir etmediği, modernite ve başka sorunlar karşısında Müslümanların nasıl davranması gerektiğine ilişkin çalışmalar yapmadığı, sadece ahlak ve ibadetlerle ilgili yargılarda bulunduğu, kamusal alanda İslami ahlaka-ilkelere-umdelere temas etmediği gibi çoğu haklı eleştiriler de yaygın biçimde yapıldı.

Diyanet, milenyum hatta Gezi öncesinde vaazlarda ve hutbelerde laik bir din anlayışı ekseninde kalmış, İslam'ın gündelik hayatı ve ekonomiden eğitime kamusal sahayı belirleyen yönlerine hemen hiç temas etmemiştir.

Fakat bazı çetrefilli, siyasi ve tavır almayı gerektiren konularda net açıklamalardan da geri durmamıştır. 1990'ların başlarında İmam Hatip Okullarında kız öğrencilerin başörtülü okuması gerektiği, başörtüsünün farz olduğu gibi kararları, fetvalarında İslam'ın açık emir ve yasaklarını çok net ifade etmeleri, "güdümlülüğü"nün kritik konularda işlemediğini de gösterir.

İSLAM'I KEŞFEDEN-ÖĞRENEN MÜSLÜMANLAR

Son aylardaki hutbelerden sonra laik-sekülerlerin hatta kimi muhafazakarların çoğunluğu genç dindarların metinler karşısında "İslam'ı yeniden keşfettiği"ne de şahitlik ediyoruz. Sadece dinin ne olduğu, neleri emrettiğinin ötesinde İslam ve Müslümanların görevlerini de bu vesileyle Müslümanların öğrendiğini görüyoruz.

Postmodern felsefe uyarınca yetişen nesiller kadar, laik-seküler atmosferden etkilenerek "bana ne, bana kimse karışamaz" tarzı, sorumsuz ve tabansız özgürlük anlayışının hiçbir devlet, toplum yaşamı, kolektivizmle uyuşmayacağı bilinse bile mesele İslam'a geldiğinde pervasızca dillendirilmesi Diyanet'in hutbeleri sayesinde boşa düşürüldü.

Hiçbir din, hiçbir ideoloji, hiçbir epistemik-dini cemaat, aileden toplum ve devlete kadar hiçbir kurumsal-kamusal teşekkül bireyin mensubiyetini dile getirmesine rağmen oranın şartlarını reddederek yaşamasına makul bakmaz, izin de vermez. Haliyle İslam, umdeleri, emir ve yasakları Müslüman için "tercih değil" zorunluluktur.

Unutanlar için hatırlatmak, ihmal edenler için ikaz etmek, reddedenler için icbar etmek kabul edilsin edilmesin dinin, din mensuplarının da ödevleri, varoluş gerekçeleri arasındadır.

Haliyle "Müslümanım ama uymak mecburiyetinde değilim", "kimse kimsenin hayatına karışamaz" türü ne Batılı ne başka bir medeniyetin özgürlük anlayışına da uymayacak kaotik tezlerin anlamsızlığı, geçersizliği bu süreçte görüldü.

Hele ki Müslüman devletin, her tür mikro-makro otoritenin hatta bireyin "emr-i bi'l maruf nehy-i ani'l münker" ile mükellef olduğunun hatırlanmasında, "hayatımıza karışma" felsefesinin kırılmasında hutbelerin etkisi yadsınamaz.

Devletin ister laik ister dindar olsun topluma, topluluklara, bireye "yüksek iyi" ve "erdemler" çerçevesinde çeki düzen vermesi, gidişata göre ideale-Nomos'a yönlendirmesi onun varoluş gerekçelerindendir.

HUTBELERİ KALICI KILMAK

İslam'ı, Allah'ın emirlerini, İslami toplumu bilmek, öğrenmek, başkalarına öğretmek de Müslümanların görevleri arasındadır. Pek çok dindar-İslamcı-muhafazakar ailenin başörtüsü mücadelesi veren ebeveynlerinin aksine çocuklarının dindarlıktan, örtünmek, ibadetleri yerine getirmekten uzak kaldığı görülüyor; zaman zaman "çocuk kendisi bulsun doğruyu, güzeli, İslamiyi" yargısı, liberalliği, postmodern anlayışı neoliberal 1990'lardan 2020'lere kadar camianın genel geçer felsefesi haline geldiği için.

Halbuki doğru ve hakikat, telkinsiz, yönlendirmesiz, teşviksiz hatta icbarsız bireye ulaşmıyor, ulaşmaz.

Bundan sonra ne olur, nasıl tercihte bulunulur bilinmez ama altı aylık tecrübe ve birikim bile İslami olan ile olmayan arasındaki farkı da belirginleştirdi. Diyanet gündüz kuşağı programlarından çalışma hayatına, kamuda iltimasa kadar hutbelerdeki konularıyla siyasi yapının sözcüsü yada karşıtı olmadan da hakikatin dile getirilebileceğini bir şekilde gösterdi.

Cumhuriyet ikame edilirken Şeyhülislamlık ve Şeriye ve Evkaf Vekaleti'nin yerine kurulan Diyanet'in İslam'ı, İslami olanı hatırlatmak, aktüel hadise ve olgularda seküler ile dini olanı ayırmak, bireyin davranışlarının İslam'a göre meşru olup olmadığını dile getirmek de bu kurumun vazifesi. İbadetlere ilişkin formel konularla ahlaki tekrarlar arasına sıkışmış din-diyanet mevzularıyla, kendini anlamsızlaştırarak tekrar eden birey-toplum yaşamı, birbirlerine nikah düşmeyen kimselerin bir arada bulunmasının, gündüz kuşağı programları üzerinden dedikodu, fitne, gözetlemenin günah olduğunun kürsülerden dile getirilmesi ciddi bir açılım getirmiştir.

Devlet laik olabilir ama İslam, laik olmadığı gibi bireyin-kamunun tüm hayatına müdahildir; Diyanet'in bu hakikati dile getirmesi laiklik ilkesine de muhalefet etmez. Laik-sekülerlerin İslami olan kadar bunun ifadesinden de rahatsızlık duyması, hakikatin bir kere açığa çıktıktan sonra benimsenip yayılması "tehlikesi"nden ileri gelir.

HUTBE TERCİHİNİN SEBEPLERİ

Son aylarda Diyanet'in hutbelerindeki nitelik, içerik tercihi temelde iki nedenden kaynaklanır.

İlk olarak Türkiye'de İslami entelijansiyanın teşekkül ettirilmediği gibi varolanların da itibar ve kalite kaybı yaşaması, ulema-fakih tipolojisinin ortadan kalkması, sivil toplum tarzındaki İslami düşünce kuruluşlarının, belli saygınlığı olanların geleneğe kaçması, ilahiyat programlarını tekrar etmesi, birey ve toplumu manalandıracak praksise yaklaşamayacak denli tarih dışı kitabilikte devinmesi, tarikat ve cemaatlerin asli fonksiyonlarını yerine getirememesi Diyanet'in öne çıkmasını, hutbelerin bu işlevi yerine getirmesini sağlamıştır.

İkinci olarak da kurum idaresinin tercihinin arkasında siyasi iktidardan çok Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın zihniyetinin bu çerçevede çalışması ve kurumu desteklemesi. Diyanet'in hutbeleriyle hutbe dışı irşad faaliyetleri büyük oranda Erdoğan'ın gölgesinde yürütülmektedir. Bu çok ciddi bir imkandır.

Diyanet'in Erdoğan'ın bu tutumunu fırsata çevirerek hangi idare gelirse gelsin hutbeleri mezkur tarzda devam ettirecek tarzda kurumsallaştırması, irşad faaliyetlerini pürİslami, etkin ve yaygın biçimde sürdürebilmesi için temelli adımlar atması gerekir.