‘Dizilerle olumlu Türkiye imajı’… Emin misiniz?

Taceddin Ural / Gazeteci-Yazar
1.09.2018

Toplumsal hayatın vazgeçilmezlerinden biri haline gelen tv dizilerinin üretimi hızla sürerken, dizi ihracatı da artıyor. Cumhurbaşkanı’nın da eleştirdiği Muhteşem Yüzyıl’ın hala en fazla ihraç edilen dizi olduğu, sorunlu içerikle malul diğer dizilerin ortalıkta cirit attığı bir vasatta ‘dizi ihracatı güzellemesi’ni bir kez daha düşünmekte fayda var gibi.


‘Dizilerle olumlu Türkiye imajı’… Emin misiniz?

Türkiye, dünyada en çok televizyon izleyen ülkeler sıralamasında ön sıralarda. Hal böyle olunca da, televizyon sektörü ciddi bir içerik sorunu yaşıyor. Günde ortalama 5-6 saatini ekran önünde geçiren son tüketicinin, aşırı ilgi gösterdiği bir alanda, elbette “ne üretileceği” önemli bir soru/n haline geliyor. Sektör oyuncularının bu soruya buldukları cevap/çözüm ise -kelimenin en ileri seviyedeki anlamıyla- bolca dizi üretmek.

Ülkedeki dizi sektörü büyüklüğünün 500 milyon dolara ulaştığı tahmin ediliyor. Gerek özel,  gerekse kamu kurumlarının verilerine göre, prodüksüyon şirketleri her yıl 100 civarında yapım üretiyor. Ortalama olarak bir dizi, reklamlar ve tekrarlar dahil, yaklaşık 150 - 180 dakika sürüyor. Uluslararası araştırma şirketi Deloitte’nin Türkiye temsilciliği tarafından hazırlanan, “Dünyanın En Renkli Ekranı: Türkiye’de Dizi Sektörü” başlıklı rapora göre, son yıllarda reytingi en yüksek beş program daima diziler oldu. Hatta, dizilerin özetli tekrarları dahi ilk beş program arasında yer aldı. Bunları bilmek için aslında özel raporlar okumak da gerekmiyor. Alanla en ilgilenmeyenlerimiz bile “dizi istilası”na maruz kalıyor. Sosyal hayat yarenliklerinde, dizilere dair mütalaalar önemli bir yer tutuyor, yine müdavimleri nedeniyle evde, misafirlikte, kafede bile dizilerden kaçınmak mümkün olmuyor. Etraf, “kaçırdığı” diziyi; masa üstü, dizüstü bilgisayar ya da akıllı telefon ekranından izleyenler de dolu. İlaveten, son zamanlarda sadece internet kullanıcıları için hazırlanan diziler de çoğalmaya başladı.   

İntikam ve entrika

Türk izleyiciler, en çok dramatik romantizme ilgi gösteriyor. Son zamanlarda Söz, İsimsizler, Savaşçı vb gibi “asker” dizileri de revaçta. Bu “ekşın”ı bol dizilere dramatik romantizm yine bolca serpiştiriliyor. Hedef kitlesini kadınlar olarak belirleyen yapımcılar, aşk temasını hoyratça kullanıyor. Tabiî, adeta seri üretim gibi çalışan bir sektörün, bıktırıcı tekrarlara düşmesi ise bir sürpriz değil. Zaten çok da parlak gitmeyen yazın dünyasından beslenmesi beklenen dizi senaryoları, çoraklıktan kavruluyor. Diziler, hem rakiplerindeki temaları hem de kendi içlerindeki olay örgüsünü o kadar tekrarla ve ağır yürütüyor ki, bırakın bir sonraki sahneyi, gelecek haftaki bölümü bile tahmin etmek kolaylaşıyor. Böyle olunca da, dünyadaki başarılı kimi dizilerde seyirciye “Vay be!” dedirten zekice, buluşçu gelişmelere Türk dizilerinde rastlanmıyor. Diziler, ana hikâye temasında tıkadıkları gibi, bölüm içi detaylarda da tıkanıyor, klişelere mahkûm oluyor. Mesela; hemen her dizide ille bir villa oluyor ve ev sakinleri 7/24 bakımlı ve şık. Yine, malikanedeki hizmetçi, aşçı ve şoförden mutlaka en az biri ama çoğu zaman da hepsi, sanki komiklik yapmakla mükellefler ve asla şivesiz konuşmuyorlar. Bu gruba isim seçilirken de tam bir “Yukarıdakiler–Aşağıdakiler” kriteri mevcut. Müştemilattakilere Ahmet, Zehra, Osman, Kezban, Satılmış, Haydar uygun görülürken Didem, Berk, Cansu, Işıl gibi senaristin gözünde “ışıltılı” olan isimler hane halkına dağıtılıyor. Keza, oyuncuların uzun uzun ama gerçekten uzun uzun, tek kelime etmeden birbirlerine bakışmaların olmadığı bir dizi de yok ekranlarda. Taksiden inerken para üstü almamak, kimi oyuncuların illa ki şarkı söylemesi, olaylar 300 yıl öncesinde geçse de vücut diliyle, mimikleriyle, saç biçimiyle, sözcükleriyle az önce Nişantaşı’ndaki bir kafeden çıkıp sete gelmiş hissi uyandıran “tarihî” şahsiyetler, “devamlılık” ilkesini yok saymak ve daha pek çok sakillik alanın klişelerinden.

Bütün bu, nispeten “teknik” sayılabilecek problemlerden daha büyüğü ise elbette pek çok dizi ile milyonlarca haneye taşınan çarpık anlayışların yoğunluğu. Diziler; insan ilişkilerini sadece aşk, ihtiras,  tutku, takıntı, çarpık ilişkiler, kriminal olaylar, bölünmüş ya da bölünmekte olan aileler merceğinden görüyor. Aile içi ilişkilerdeki dejenerasyon, şiddet ve müstehcenlik, en olağan ve dolayısıyla en sık görülmesi mümkün ibadetlerin bile tekstlerde kendisine yer bulamaması, en yaygın insan davranışlarının sadece intikam ve entrika olması, alkol tüketiminin sıradanlaştırılması, senaryo hataları/tembelliği neticesinde bazen birkaç insanın öldürülmesine rağmen sorumlularının herhangi bir yasal takibata uğramaması, binlerce insanın trafik kazalarında hayatını kaybettiği bir ülkede “ekşın” takıntısıyla hemen her gece tehlikeli araç kullanımının normalleştirilmesi, Türk edebiyatının kimi kıymetli eserlerinin “uyarlama” kolaycılığıyla –Düşünün ki, Çalıkuşu’nun Feride’si roman boyunca Anadolu’yu dolaştı, Çalıkuşu dizisinin Feride’si ise İstanbul dışına çıkmadı-  berbat edilmesi ve daha burada sıralanamayacak çoklukta, geniş bir makale hatta kitap konusu olabilecek diğer problemler. Kısacası tek tek insanlara, toplamda da toplumsal hayatın bütününe dokunan inançsal, kültürel, sosyal deformasyonlar.

Türk Malı bile yabancı 

Bu hüküm cümlesinin abartılı bulunması ihtimaline karşı somut bir örnek vermek gerekirse de, son yıllarda dolaşıma giren çocuk isimleri belki daha ikna edici olabilir. Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü verilerine dayanarak yapılan bir habere göre, 1998’de sadece üç çocuk Havin adıyla nüfusa kaydedilirken, bu ismin kullanıldığı Haziran Gecesi dizisinin 2004’te yayına girmesinin ardından, 2005’te tam bin 491 çocuğa bu isim verildi. Aynı dizideki karakterlerden Baran ismi de, 1998’de bin 206 çocuğa verilirken, 2005’te bu isme sahip çocuk sayısı 4 bin 660 oldu. Yine, 1998’de sadece 88 çocuğun adı Polat iken, Kurtlar Vadisi dizisi sonrası 2004’te bin 16 aile çocuğuna Polat ismini verdi. Memati ismi 1998’de hiçbir çocuğa verilmezken, mezkur diziden sonra 16 çocuğa Memati adı verildi. Son yıllarda; toplumsal yapıda yer almayıp sadece dizilerle duyulmaya başlayan Rüzgar, Toprak, Kuzey, Güney, Derin, Poyraz, Hare, Tuval, Uzay, Mercan, Mira, Hazar, Cesur, Pamir, Atlas Ezel, Eyşan, Yaman, Gülru, Zenan, Alaz ve benzeri pek çok isim de günlük hayatta giderek daha fazla çocukta karşımıza çıkıyor. 

Türk dizi sektörünü olumlama adına söylenen ezberlerden birisi de, piyasa dinamikleri dayatmasıyla giderek gerçekliğini kaybediyor. “Dış ülkelere ihraç da edilen bu diziler, Türkiye’yi, Türk insanını dünyaya tanıtıyor. Bizi, bizim değerlerimizi yabancılara gösteriyor, olumlu bir imaja yol açıyor” gibisinden cümlelerle ifade edilen bu görüş, “yerli”lerin yabancı kültürel ve sosyal değerlere öykünmesiyle dolu içeriklerinin yanı sıra bizatihi yabancı uyarlaması dizilerle de anlamsız hale geliyor. Öyle ki; bazı dizilerin, bir turizm tanıtım videosuymuşçasına doğal ve tarihî güzellikleri peşpeşe sıralayıp, böylece “olaylar Türkiye’de geçiyor” olmasından başka bu ülke ile herhangi bir ilgisi yok gibi görünüyor. “Tıkanan” senaristler gerçeğini farkeden yapımcılar, olay örgüsü daha atraksiyonlu olan yabancı diziler için ciddi paralar ödeyip, uyarlama yoluna gidiyor. Trajikomik ama Türk Malı isimli bir dizi bile Married With Children adlı yabancı bir diziden uyarlama. Diğer bazı “Türk” dizileri ve uyarlamaları ise şöyle: Anne–Mother, Umutsuz Ev Kadınları-Desperate Housewives, Suskunlar–Sleepers, Bir Kadın Bir Erkek-Un Gars Une Fille, Med-Cezir-The O.C, İntikam–Revenge, Galip Derviş- Monk, Küçük Sırlar-Gossip Girl, Kocamın Ailesi-My Husband Got a Family, Acemi Cadı–Sabrina, Tatlı Hayat-The Jeffersons.

Velhasılı, nadir birkaç yapım dışında dizi sektörü, sorunlu olduğunu bas bas bağırıyor. Reyting verileri incelendiğinde televizyon pazarının bir yandan sık sık emek, zaman ve parayı gerçekten “böylesine boş” projelere harcamasına akıl sır ermezken, bir yandan da alandaki oligopolistik yapı dikkat çekiyor.  Öyle ki; yapımcılar, topu topu 6, 7 kanalı ikna etmek zorunda. Dizilerin yarıdan fazlası düşük reytingler yüzünden birkaç hafta içinde sona erdiriliyor. Bölüm başına alınan ücretler 550 bin lirayla 1 milyon 200 bin lira arasında değişiyor. TV dizilerinden elde edilen gelir, son sekiz yılda 30 kat arttı. Dünya eğlence piyasasının 2 milyon dolara ulaştığı tahmin edilen günümüzde, global piyasalarda müşteri bulabilmenin de kolaylığıyla Türkiye’nin dizi ihracatı giderek artıyor. Bundan 10 yıl önce 10 milyon dolar olan dizi ihracatı, 2016’da 350 milyon dolara ulaştı, geçtiğimiz yıl da 400 milyon dolara yaklaştı. Türk dizi ihracatçıları 2023’te 750 milyon dolarlık satışı hedefliyor. Orta Doğu, Balkanlar, Doğu Avrupa, Kuzey Afrika, Güney Amerika ve Orta Asya dizi ihracatında en güçlü olunan bölgeler. Beş yıl önce 50’ye yakın ülkeye yapılan ihracat bugün 142 ülkeye yapılıyor. Sektör, 2023 yılında bir milyar dolar ihracat yapmayı hedefliyor.

Dizilerdeki hali pürmelalimiz

Koca bir ülkeyi, milyonlarca insanı en müeddep tabirle “dizi hastası” yapan bir sektörden söz ediyoruz. En çok ihraç edilen dizilerin Binbir Gece, Fatmagül’ün Suçu Ne, Muhteşem Yüzyıl ve bunların benzerlerinin olduğu bir sektörden söz ediyoruz. İlk üç dizi ve aynı “seviye”yi yakalamak için can atan diğerlerinin taşıdıkları maluliyet hatırlandığında, gerek yerli tüketiciye, gerekse de 100’ü aşkın ülkedeki seyirciye “ne” gösterildiği çok açık. Dünyanın sayılı dizi ihracatçıları olan Hindistan, Brezilya ve Kore dizi piyasalarına artık Türk dizi piyasası da eklenmiş durumda. Dizi film üretmek, adı geçen ülkelere ne kadar “itibar” kazandırdıysa biz de dizi üretiminden o kadar itibar beklemek durumundayız. “İtibar” demişken, dizi ihracatı yapılan ülkelerden Azerbaycan, Kazakistan, Çin, Mısır ve Makedonya’da, Türk dizilerine karşı zaman zaman kültürel ve politik argümanlara dayanan yasaklamalar getirildiğini de not etmek gerek. Starlar ve orta derece rol ve pozisyon dışındakiler için sektörde tam bir “köle düzeni”nin hakim olduğu da bir mütearife. Ayrıca, dizilerin ezici çoğunluğunun “içeriği” ortadayken, bir de format ihracatı yapılıyor. Türkiye’de yoğun tartışmalara yol açan, en sonunda KHK ile zapturapt altına alınmaya çalışılan gelin–kaynana yarışmaları başta olmak üzere pek çok yarışma da Türk yapımcıların ihraç listesinde. İlk ihraç edilen format olan “Gelinim Olur musun?” Lübnan’da yayınlanmış, yarışmada Müslüman bir kız Hıristiyan bir erkek evlenince de yarışma ülkede büyük tartışmalara yol açmıştı.

Evet… Dizi hali pürmelalimiz böyle. Hal böyleyken, gerek sektör temsilcileri ve medyanın, gerekse bazı meslek kuruluşları ile kamu otoritelerinin, Türk dizi sektörüne ilişkin olumlu yaklaşımını, dizi ihracatını çok ama çok önemli görmelerini bir kez daha düşünmekte fayda var belki de.

[email protected]