Doğal afetten siyasi afete: Bir Türkiye klasiği

Prof. Dr. Bengül Güngörmez / Bursa Uludağ Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü
10.03.2023

Altılı Masa'nın kararı açıklanıyor; kalabalıklar alkışlıyor, ortalıkta bir sürü bayrak, büyük bir Türk bayrağı ve devasa bir Atatürk posteri asılmış. Ama karar açıklanır açıklanmaz yedinci gizli ortak, yani bayrak, vatan ve Atatürk düşmanları 'gelin görüşelim' diye haber yolluyor. İstedikleri devletin bayrağı yoksa Türk bayrağı da haberimiz mi yok?


Doğal afetten siyasi afete: Bir Türkiye klasiği

Yüzyılın en büyük afeti olarak adlandırılan korkunç bir afetin ertesindeyiz. Afetin yaraları henüz sarılmaya çalışılırken birden medyada gündem olağanüstü değişiyor. Medya evin içinde, zihinlerimizde, her yer ekran. Sahneler, haberler, reklamlar akıp duruyor. Yakınlarda yaşanan korkunç depremi bile arkada bırakacak şekilde birden altılı – yedili masadaki (yoksa sofra mı?) siyasi deprem konuşulmaya başlanıyor. Depremin sebebi şu: taraflardan biri adaya karar verilme aşamasındaki ilk toplantıda masayı terk etmiş. Bu terk etme sahnesinin ardından yine medya ortamında olmak üzere taraflar arasında birbirine hakaretler, küfürler havada uçuşuyor. İstifalar, lanetlemeler sosyal medyada art arda paylaşılıyor. Çok geçmeden masayı terk eden üye masaya geri dönüyor ve önümüzdeki seçimler için cumhurbaşkanı adayını kamuoyuna açıklayıveriyorlar.

Neyi paylaşamadılar?

Biz de oturduk yaratılan gizemi çözmeye çalışıyoruz. Medyada herkes bunu konuşuyor, soru soruyor ve kendince cevaplıyor: masa niye terk edildi? Sonra niye tekrar masaya dönüldü? Ne var? Gerçekte acaba ne oldu? Neyi paylaşamadılar? Cevaplar türlü türlü. Depremi bıraktık bu "gizi" çözmemiz lazım. Bu gizem dolu hadise depremin önüne geçmiş. Yaşanan acılar medyanın bize gösterdiği kadarıyla yaşanıyor sonrasında yine medya aracılığıyla başka bir sayfaya, başka bir kanala, başka bir dünyaya geçiliyor sanki.

Üzülerek söylemeliyim ki burada maalesef bir "gizem", bir "sır" yok. Anlaşılmayacak bir şey de yok. Aylardır süren bir çıkar birliği var ve masadaki herkes sözde bir ideal! etrafında toplanmış ama herkes kendi çıkarını kolluyor.

Tek idealleri devirmek

Tek ideal mevcut cumhurbaşkanını devirmek. Dertleri, iktidar olunduğu takdirde ben ne alabilirim? Ne elde edebilirim? Karar mekanizmasında benim payıma düşen ne? Benim çıkarıma olan nedir? Hangi koltuk kimin? Bu sahne Başkanlık sistemi öncesindeki koalisyonları, dağılan koalisyonlar sonrasında yaşanan siyasi ve ekonomik krizleri acı bir şekilde hatırlatıyor ve seçimden sonra ne olacağının adeta bir ön izlemesi gibi. Aynının sonsuz döngüsü. Kurtulamadığımız yazgımız.

Bütün bunların depremi yaşadığımız bu acı günlerde vuku bulması sizce tesadüf mü? Yakınlarını kaybetmiş insanların acı içinde yaşama tutunmaya çalışırken yukarıda gelecekleri üzerinde yapılan pazarlıklardan acaba haberi var mı? Depremi bekleyen İstanbulluların kentsel dönüşümü, yani hayatları da bu pazarlığa konu olacak mı? Milletin hakiki bir muhalefet ümidi yine başka bahara mı kaldı yoksa?

Siyaset için yaşayanlar

Milletçe gerçekten çok zor durumdayız ve bir alternatifimiz yok. Değiştirme gücümüz olsa da değişecek bir şey yok. Siyaset göçüklerle ilgilenmez çıkarlarla ilgilenir. Ve bir siyaset düşünürünün dediği gibi "siyaset hiç ummadığın insanlarla yatağa girme sanatıdır."

Max Weber, pek meşhur konferansı "Meslek Olarak Siyaset"te meslek olarak siyaseti iki büyük kategoriye ayırır: Siyaset için yaşayanlar ve siyasetten geçinenler. Siyaset için yaşayanlar zaten geçmişten itibaren siyasetle uğraşan varlıklı, bir serveti ve statüsü olan, geçim derdi olmayan ve siyaseti bir geçim aracı görmeyen kimselerdir. Bunların vakitleri siyasi ve entelektüel tartışmalar için boldur ve kendilerini siyasete adamışlardır. Siyaset için siyaset yaparlar. (Aristokratlar) İkinci gruptakiler ise siyaseti geçim kapısı olarak görenlerdir. Siyaseti çıkarları için yaparlar, partilere çıkarları için girerler, çıkarları için siyasi grup oluştururlar. Amaçları siyasetten bir gelir elde etmek, çıkar ilişkileri kurmaktır. (modern demokrasiler) Weber'in dediği gibi, ülkemizde de siyaseti meslek edinmiş geçim aracı olarak gören bolca siyasetçi var. Siyaseti siyaset için yapanlar ise parmakla sayılacak kadar az. Demokratik toplumların belki de doğası bu. Halk egemenliğinin sözde kalması, halkın temsilcilerinin seçildiği andan itibaren temsil değerlerinin düşmesiyle başlar.

Hangi bayrak?

Altılı masanın kararı açıklanıyor; kalabalıklar alkışlıyor, ortalıkta bir sürü bayrak, büyük bir Türk bayrağı ve devasa bir Atatürk posteri asılmış. Ama karar, cumhurbaşkanı adayının kim olacağı açıklanır açıklanmaz yedinci gizli ortak, yani bayrak, vatan ve Atatürk düşmanları gelin görüşelim diye haber yolluyor. İstedikleri devletin bayrağı yoksa Türk bayrağı da haberimiz mi yok? İstedikleri Atatürk'ün kurmak istediği düzen mi? Her şey sahnede, hemen önümüzde gerçekleşiyor. Dini siyasete alet etmekle iktidarı suçlayanlar önemli bir Kandil gününü siyasete alet etmekten geri durmuyor. Makam araçlarına laf söyleyenler dizi dizi makam araçlarından arka arkaya korumalar eşliğinde iniyorlar. Ünlü demokrasi teorisyeni Emile Gentile doğru söylemiş demokrasi diyorsunuz ama aslında modern demokrasilerde, üstelik bizimki gibi çürük demokrasilerde olan biten yalnızca sahne demokrasisidir.

Muhalefet sorunu

Acayip acayip işler, sürekli bir geriye dönüş arzusu, parlamenter sisteme dönelim ortalık güllük gülistanlık olacak. Türkiye böyledir ileriye her adım atmak isteyenin beli bükülür, bacakları kırılır, kafası kesilir. Üstelik bu sadece siyasi arenada böyle değildir. Başka kurumlarda da yenilikçi olmanız, başarılı olmanız en büyük sorunlardan birisidir. Akademiye dönün bir bakın isterseniz. Hep kurallar vardır, hep kriterler vardır ama üretilen bir şey yoktur. Üreten cezalandırılır, yönetmelik gösterilir, mesai var denir, olmadı ikaz edilir, daha da olmadı disipline verilir. Özgürce fikrini ifade etmesi gereken akademisyen ya bir ideolojiden hareketle konuşur ve o ideolojiye tutsaktır ya da yöneticisinin her fikrini kafa sallayıp onaylamakla meşguldür. Burs kazanıp ABD'de okuyan ve her fırsatta ülkesine dönüp hizmet etmek isteyen Muzaffer Şerif'i hapis cezasına çarptırdıklarında ABD hemen elçilerini devreye sokmuş Muzaffer Şerif'i hapisten çıkarttırmış ve özel uçak yollayarak onu ABD'ye getirtmiştir. Muzaffer Şerif dünyanın sosyal psikolojideki en önemli isimlerinden birisidir.

Teorileri dünya çağında entelektüeller tarafından bilinmekte ve çalışmalarında istifade edilmektedir. Tuhaf işler! Cumhurbaşkanı adayı açıklanırken insanın sayısını bile karıştırabileceği cumhurbaşkanı yardımcısı adaylar da açıklanıyor. Bilmem kaç tane cumhurbaşkanı yardımcısı. İki kişinin bir araya gelip de bir iş başaramadığı bir ülkede sekiz on kişi bir sürü işin ucundan tutacak, çok önemli kararlar alacak, uluslararası ilişkiler alanında politikaları idare edecek. Site yönetiminde bile başaramadığımz idareyi sitenin üyeleri olarak ekstra para verip dışarıdan profesyonel yönetici tutup başardığımıza göre böyle bir sistem asıl siyasette nasıl işleyecek? Gülsek mi ağlasak mı halimize. bilemedim. Muhalefet adına gelecek için umutsuzum. Türkiye'nin sorunu iktidar değil muhalefet sorunudur.

Söylenecek başka söz yok. Gelirse eğer parlamenter sistemde herkese sabırlar dilerim.

[email protected]