2021 yılı Doğu Akdeniz meselesi açısından 2020'den farklı yaklaşımların sergilenmesine imkan verecek gibidir. Erdoğan'ın Macron ile görüşmesi, Yunanistan ile sürdürülen istikşafi görüşmeler, Mısır'dan ve BAE'den gelen olumlu sinyaller, bölgede barış ve istikrar adına olumlu adımlardır. Bu yaklaşım şüphesiz tüm tarafların kazancına olacaktır.
Prof. Dr. Süleyman Kızıltoprak / Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi
Doğu Akdeniz bölgesindeki gelişmeler her geçen gün mevcut durumun yeniden tartışılmasına ve yeni durumların ortaya çıkmasına neden oluyor. Daha önce Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi ile deniz yetki alanlarını belirleyen anlaşmalar yapan Mısır, bu konuda yayınladığı harita ile Ankara'dan olumlu mesajlar alırken Atina'dan "kalleşlik" suçlamalarının yapıldığı tepkiler aldı. Ardından, Yunan Dışişleri Bakanı Kahire'ye ani bir ziyaret yaptı. Yunan Başbakanı Mısır Cumhurbaşkanı Sisi ile telefon görüşmesi gerçekleştirdi.
Sakinleşme psikolojisi
Yunan basını yayınladıkları harita ile kendi tezlerinin Mısır tarafından kabul edildiğini iddia ederek sakinleşme psikolojisi içinde olduklarını gösterdi. Mısır'ın pozisyonuna ilişkin Suudi gazeteler de yorumlarda bulunarak, Kahire'nin Yunanistan ile mutabakatının devam ettiğine ve Kıbrıs Rum Kesimi ile yaptıkları anlaşmalara sadık kalacaklarına dair yazılar yayınladılar.
Doğu Akdeniz'de son yıllarda özellikle Mısır ve İsrail açıklarında tespit edilen hidrokarbon kaynakları bölgede yeni iş birliklerini zorunlu kılmaktadır.
Doğu Akdeniz'deki istikrarsızlık Türkiye'yi ve Mısır'ı jeo-politik ve jeo-stratejik açıdan etkilemektedir. Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki doğal kaynaklar noktasındaki yaklaşımı, hakkaniyet, adalet ilkeleri ve uluslararası hukuka saygı çerçevesindedir. Türkiye'nin teklifleri hem bölgedeki kıyıdaş ülkeler hem de bölge halkları için en âdil teklifler olarak değerlendirilmektedir. Nitekim Mısır, İsrail ve Lübnan Türkiye'nin âdil ve akılcı teklifleri sebebiyle daha fazla kazanç elde edeceklerdir. Mısır ve İsrail'den gelen son mesajlar değerlendirildiğinde her iki ülkenin de çıkarlarını yeniden gözden geçirdiği anlaşılmaktadır.
Mısır halkının çıkarları
Yunanistan, Meis adasını hücumbotlarla silahlandırıyor. Burası Türkiye kıyılarına sadece 2 mil uzaklıktadır. Türkiye'nin uluslararası hukuka riayet edilmesini dikkat çektiği noktada Kahire yönetimi Mübarek devrinden beri Türkiye'yi haklı gördüğünü göstermiştir. Mısır, son gelişmelerde ortaya çıkan tavrıyla eski pozisyonunu değiştirdiğini belirten bir tutum takınmamıştır.
Yunanistan'ın Mısır Anlaşması açıkça Mısır'a alan kaybettiriyor. Mısır Cumhurbaşkanı Mısır halkının çıkarını korumaktan başka bir siyaset izleyebilir mi? Elbette ki hayır. Aksi durumu Mısır halkına izah edemez.
Türkiye Doğu Akdeniz ve Ortadoğu'da diplomasiye ağırlık veren yeni bir dil kullanmaya başladı. Buna karşılık Yunanistan ve Kıbrıs Rum kesiminde kullanılan dil Mısır'a karşı olduğu gibi kabul edilemez ve oldukça kaba ve çirkindir.
Südet sorununa çözüm noktasında ortaya çıkan uluslararası anlaşma Münih sendromu olarak bilinmektedir. Geçmişin etkisinde kalarak yeni kararlar veren aktörlerin sorunu çözmekteki başarısızlıklarını ifade etmektedir. II. Dünya Savaşı öncesinde Nazi Almanya'sının haksız toprak taleplerini savaşa yol açmadan çözüme kavuşturmak isteyen ülkelerin temsilcilerinin durumlarına işaret eder. I. Dünya Savaşı'nın yıkımıyla karşılaşmak istemeyen Batılı devletlerden İngiltere, Fransa ve İtalya Çekoslavakya'nın toprak bütünlüğüne dair imzaladıkları anlaşmaları çiğneyerek Südet bölgesini Çekoslavakya'dan alıp Almanya'ya vermişlerdir. Çekoslavakya'nın toprak bütünlüğünü garanti eden taraflardan biri olan Rusya 29 Eylül 1938'de Münih'te söz konusu ülkeler arasında yapılan bir konferans neticesinde imzalanan anlaşmaya davet bile edilmemiştir. Hitler, Mussolini yanında İngiliz Başbakan Neville Chamberlain ve Fransa Başbakanı Eduorad Daladier anlaşmanın mimarları olarak bulunmuştur. Ancak, korkularını kontrol edemeyen bu aktörler çok kısa süren bir barış sağlamışlar ve Hitler'in yıkıcı soykırıma varan katliam ve yayılmasını durduramamışlardır. Doğu Akdeniz'de ortaya çıkan anlaşmazlıklarda sorunlara ve uzlaşmalara taraf olan aktörlerin güvenirliliği bu bakımdan önemlidir. Irak'ın işgalinden sonra, Ortadoğu bağlamında Soğuk Savaş döneminin parametreleri değişmiştir. Yeni koşullar ve yeni aktörler ortaya çıkmıştır. Ortadoğu ve Doğu Akdeniz'de bölgesel aktörlerin gücü ve etkinliği Soğuk Savaş devrinden oldukça farklı hale gelmiştir.
Münih sendromu
Münih metaforu ve durumu, taahhütler yerine getirilmediğinde neler olabileceğinin bir örneği olarak yaygın bir şekilde öne sürülüyor. Uluslararası politikada, bazı anlaşmalar kısa ömürlü olur. Anlaşmaların ömrü tarafların bölgesel ve küresel sistemdeki pozisyonuyla doğrudan ilgilidir. Bazı anlaşmalar her zaman gerçeklerle uyuşmaz ve bu yüzden uygulanma imkanı olmaz.
Değişen dünyada dinamik uluslararası ilişkiler ağı bugün Basra Körfezi ve Orta Doğu'da canlı bir şekilde sergileniyor. Yeni çıkar tanımları yapan ülkelerin yeni ortaklıklar peşinde koştukları ve bazı devletlerin dış politikadaki yol haritalarını yeniden düzenledikleri görülüyor. ABD'nin Soğuk Savaş dönemindeki tüm ilişkileri yeniden tanımlandı. Irak'ın işgaliyle birlikte yeni evrelere geçti ama Soğuk Savaş sırasındaki gibi stabil bir durum tesis edilemedi. Mısır, Suudi Arabistan ve İsrail arasındaki ilişkiler yeni dönemde ABD açısından değerlendirildiğinde 30 yıl öncesinde verilen önemlere sahip değiller.
Muhtemelen Biden bu durumu açıkça ilan eden ilk ABD Başkanı. Biden başkanlık kampanyası sırasında Suudi Arabistan'dan bir parya devleti olarak bahsetti. Bu tanımlama Suudiler için oldukça inciticidir. Ama Biden yönetimi aynı etiketi tüm bölgesel Soğuk Savaş dönemi ortakları için de kullanabilir mi? Yoksa seçim atmosferinde Trump'a karşı geliştirdiği bir söylem olarak mı kalır? Bunu zaman gösterecek ama, bu sözler Riyad yönetimini alternatif politika arayışlarına yöneltebilir.
Psikolojik engel kalkıyor
Türkiye ve Mısır arasındaki ilişkilerin kısa vadede rayına oturması en azından Arap Baharı öncesine, Mübarek dönemindeki düzeyine gelebilmesi şimdilik oldukça iyimser bir yaklaşımdır. Ancak iki ülke arasındaki ağır psikolojik engeller yavaş yavaş kalkıyor. Son gelişmelerde de görüldüğü gibi, Türkiye ve Mısır'ın ulusal çıkarları uzlaşma noktasını işaret etmektedir. Mısır ve Türkiye son yüzyılda Ortadoğu'daki gelişmeler karşısında aldıkları roller ve pozisyonlar bakımından bölgenin dinamik güçleridir. Her iki ülkede halklar iç barış ve istikrarı önemsemektedir. II. Dünya savaşından sonra bölgede kurulan İsrail karşısında Arap ülkeleri Mısır'a bakarak politik tavır almışlardır. Mısır ordularıyla savaşırken Suudi Arabistan Kral Fahd da dahil olmak üzere İsrail ile barış planlarını gündeme getiriyordu. Bu bağlamda, Türkiye İsrail'i tanıyan ilk Müslüman ülke olarak bölgede her zaman barış ve istikrar istemiştir. İsrail'i dışlayan kategorik tavır göstermemiştir. Kısacası, Suudi Arabistan baştan beri barış yanlısı iken 1979'da Mısır İsrail ile barış yaptı. 1995 yılında ise Ürdün de barış yaptı. 26 yıl geçtikten sonra BAE, Bahreyn, Sudan ve Fas bu kervana katıldı. Bugün gelinen noktada bölgede barışı isteyen aktörler çoğalmıştır. Türkiye'nin Filistin halkının varlık mücadelesini desteklemesi bir yönüyle kalıcı barışa katkıdır. Bölgedeki İsrail'e komşu ülkelerin içlerine sinmeden imzaladıkları anlaşmalar gerçekten kalıcı bir barış sağlayabilmekten uzaktır. Kalıcı barış İsrail'in de çıkarınadır. Ne zamana kadar kavga, işgal ve ilhak politikalarını sürdürebilirler?
Öte yandan, Mısır ve Türkiye'nin birçok durumda çıkarları oldukça uyumludur ve bunun nedeni gerçekten iki ülkenin de çıkarlarını koruma noktasında potansiyel güçlerini kullanma iradeleridir. Barışı bozan unsur her zaman İsrail değil. El-Kaide ve türevleri olan DAEŞ gibi tehditler bölgedeki kaosu derinleştiriyor. Bölgedeki en temel mücadele alanlarından biri söz konusu terörist yapılarla mücadeledir. Bu konuda Türkiye ve Mısır'ın istihbarat kurumları aracılığıyla iletişimde olması oldukça anlamlıdır. Çünkü her iki taraf da esas tehdidin farkında olarak en temel alanda işbirliği imkanlarını geliştirmek noktasında çaba harcamakta olduklarını gösteriyor. Çünkü her iki taraf da barışı ve istikrarın kıymetini biliyor. Dolayısıyla bunlar uyumlu olan çıkarlardır ve uluslararasındaki ilişkilerde belirli işbirliği alanlarının önünü açarlar.
Ancak diğer yandan, dış politika alanı bir ülkenin sadece çıkarlarını temin alanı değildir. Her zaman ulusal çıkarlarla ulusal ve evrensel değerlerin dengelenmesiyle belirlenir. Ve değerler söz konusu olduğunda, Mısır ile Türkiye'nin değerleri kimi noktalarda çok örtüşüyor kimi noktalarda ise özellikle demokratik haklar bağlamında pek az noktada buluşuyor. Mısır demokrasi tecrübesi açısından Türkiye'nin 1960'lı yıllarda yaşadığı acı tecrübelere benzer bir süreçten geçiyor. Yani değerlerimiz birbiriyle benzer özelliklere sahip olsa da hali hazırda yakın ve uyumlu değil ve bu durum ikili ilişkilerde sürekli gerilim yaratıyor. İkili ilişkilerde uzlaşma sağlanan ve benzer tutumlar sergilenen noktalardan başlamak gerilimlerin azalmasını sağlayacaktır.
Bu bakımdan farklı önceliklere sahip yönetimler aynı değerleri paylaşıyor olsa bile odaklanmaları farklıdır. Bazıları ilgi odaklıdır ve bazıları da değer odaklı. Uluslararası ilişkiler açısından tamamen çıkarlara yönelik veya tamamen değerlere yönelik bir dış politika uygulaması uzun vadede başarılı olabilir mi? Olamaz görüşü ağırlıktadır. Bunlar arasında bir denge kurulmalı veya bir alternatif orta yol politikası ihdas edilmelidir.
Mısır bölgenin kalbi
Sayın İbrahim Kalın'ın ifade ettiği gibi, "Mısır Arap dünyasının kalbi ve aklıdır". Ama aynı zamanda, 40 yıldan fazladır istikrarını koruyan bir ülkedir. Arap Baharı'nın acılarını yaşamış bir ülke olmasına rağmen, Suriye, Yemen ve Libya'da meydana gelen iç savaşa izin vermeyip devlet otoritesini korumayı sürdürme beceri ve kabiliyetini göstermiştir. Mısır 1 milyon kilometrekareyi geçen coğrafi alanı ve 120 milyonluk nüfusu ile büyük bir istikrar zeminidir. Bu zemini kaybederseniz Doğu Akdeniz ve Arap dünyasının güvenliği açısından çok şey kaybedersiniz. Mısır'daki olası istikrarsızlık nedeniyle Avrupa yeni bir göç dalgasıyla karşılaşabilir. Bu yüzden Etiyopya'nın Rönesans barajı sebebiyle ortaya çıkacak su kayıpları, Mısır'ın can damarı olan Nil havzasında tarım üretimini olumsuz şekilde etkileyeceği gibi yoğun göçleri de beraberinde getirecektir. Göçlerin yönü ise bellidir: Yunan adaları, İtalya kıyıları ve Avrupa.
Yakınlaşma gereği
Mısır ve Türkiye'nin tarihi ve geleneksel bağları var, bu da her iki ülkeyi birbirine daha da yakınlaştırıyor. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da zaman zaman bu noktaya dikkat çekmektedir. Hatta iki ülke arasındaki siyasi yaklaşım farklılıklarının Kahire'yi Mısır halkının çıkarları aleyhine Atina ile MEB konusunda bir anlaşma imzalamasına yol açmaması gerektiğine dair kanaatini beyan etmişti. Türkiye Cumhurbaşkanı ayrıca Ankara ile Kahire arasında devam eden istihbarat görüşmelerini de doğrulamıştı.
Mısır istihbarat kurumu neden Türkiye ile ilişkileri geliştirme yanlısıdır? Bunun sebeplerini şöyle sıralayabiliriz:
1.Uzun vadeli planlamada Mısır, bölgesel güvenlik kaygılarını sağlamak için İsrail ve Yunanistan'a güvenemez. Türkiye, Mısır için çok daha iyi bir ortak olabilir.
2)Türkiye ile Mısır arasındaki sorunlar Türkiye'nin darbe karşıtı tutumu nedeniyledir. Yani ilkeseldir. Dış politikada değerlere dayalı politikalar zamanla yerini gerçekçi politikalara bırakır. Türkiye Mısır'a değer vermektedir. Güçleri birbirine yakın ülkeler olarak bölgedeki rollerini rekabet değil işbirliği ile sürdürebilirler.
3)Türkiye, Mısır'a karşı çeşitli şekillerde siyasi iyi niyetini göstermiştir.
Mısır Arap dünyasının lokomotifidir. Mısır'ın Suudi-BAE bloğuyla çatışan çıkarları Türkiye ile yeni bir ilişki kurmasını zorunlu kılan faktörlerdendir.
Mısır'ın Türkiye ile yakınlaşmasının ardındaki motivasyonlardan biri, Körfez'deki değişen siyasi dinamikler ise bir diğeri de Biden yönetiminin dış politikadaki yeni yaklaşımlarıdır. Biden'in Ortadoğu'daki rejimler ve Trump döneminde uygulanan politikalara karşı eleştirel duruşları Kahire'de de farklı yankılanmalara sebep olmuştur.
Sonuç olarak Mısır'ın istikrarını korumak, bölgenin istikrarını sağlamanın anahtarıdır. Ortadoğu'nun istikrarı da Mısır'ın refahına, istikrarına katkı verir. Katar-Mısır ilişkilerinin normalleşmesinden sonra Kahire ile Ankara arasında yeni adımların atılması daha kolaylaşacaktır. Türkiye açısından zaman yumuşak gücü kullanma zamanıdır. Doğu Akdeniz'de MEB konusunda Kahire'nin ilk tutumu ardından gelen Yunan basınının yeni harita iddialarına karşı sessizlik şeklindeki tutumlara rağmen, son olaylar göstermektedir ki, diplomasi süreci bölgede başlamış durumdadır.
2021 yılı Doğu Akdeniz meselesi açısından 2020'den farklı yaklaşımların sergilenmesine imkan verecek gibidir. Erdoğan'ın Macron ile görüşmesi, Yunanistan ile sürdürülen istikşafi görüşmeler, Mısır'dan ve BAE'den gelen olumlu sinyaller, bölgede barış ve istikrar adına olumlu adımlardır. Bu yaklaşım şüphesiz tüm tarafların kazancına olacaktır.