Doğu Akdeniz'deki İsrail-Lübnan çekişmesinde ABD neden garantör oldu?

Prof. Dr. İsmail Şahin / Bandırma Onyedi Eylül Ünv.
3.12.2022

ABD'nin İsrail ve Lübnan arasındaki deniz sınırı sorununu çözmede güttüğü birincil amaç, ekonomik ve siyasi krizlerle boğuşan Lübnan'a maddi ve manevi destek sağlayarak İran etkisini azaltmak. Washington'a göre Lübnan'da devam eden istikrarsızlıklar ülkedeki İran nüfuzunu daha da artırabilir.


Doğu Akdeniz'deki İsrail-Lübnan çekişmesinde ABD neden garantör oldu?

Doğu Akdeniz'de petrol ve doğalgaz keşifleriyle birlikte kıyıdaş birçok devlet arasında deniz sınırı anlaşmazlığı baş gösterdi. Bu anlaşmazlıklardan birisi de İsrail ile Lübnan arasında ortaya çıktı. Uluslararası enerji ajanslarının tahminlerine göre Lübnan'ın deniz alanlarında ticari değeri yüksek miktarlarda doğalgaz kaynağı bulunuyor.

Üç blokta anlaşmazlık

Bu tahminlerden hareketle Lübnan hükümeti, kendi deniz yetki alanlarını 10 parsele ayırdı ve bu sahalarda petrol ve doğalgaz araması yapmak üzere 2017 yılında uluslararası ihale duyurusuna çıktı. İsrail, ihaleye çıkılan beş bloktan üçünün kendi deniz alanları içerisinde kaldığı gerekçesiyle Lübnan'ın bu girişimine sert tepki gösterdi. İsrail'in itirazına rağmen Lübnan hükümeti ihale sürecinden geri adım atmadı. Zira darboğazda bulunan Lübnan ekonomisi için bu kaynakların ivedi bir şekilde ekonomiye kazandırılması bir hayli önem arz ediyordu.

İhale sonucunda Lübnan hükümeti, 4 ve 9 numaralı parselleri Total (Fransa), Eni (İtalya) ve Novatek (Rusya) konsorsiyumuna ruhsatlandırdığını açıkladı. Tel Aviv, bu parseller içinde 9 numaralı sahanın bir kısmının İsrail'in deniz yetki alanları içerisinde kaldığı itirazıyla söz konusu ihalenin uluslararası hukuka aykırı olduğunu ve bu yüzden ihalenin tanınmayacağını bildirdi. Ayrıca İsrail bu itirazla yetinmeyerek, bir misilleme babında, 9. blok boyunca petrol ve doğalgaz arama kararı aldı. Haziran 2017 sonunda alınan bu karar, iki ülke arasındaki restleşmelerin en üst seviyeye tırmanmasına neden oldu. Zaten iki ülke arasındaki ilişkiler başından beri kötüydü. Bir defa Lübnan, İsrail'i devlet olarak tanımıyor. İkincisi, İsrail'i yok etmeyi ana hedef olarak belirlemiş İran destekli en güçlü Şii partisi Hizbullah'ın Lübnan'daki varlığı İsrail'i ziyadesiyle rahatsız ediyor. Dahası iki devlet arasındaki savaş, ateşkes anlaşması ile durdurulmuş vaziyette. Dolayısıyla birbirlerini varoluşsal tehdit olarak gören Lübnan ve İsrail'in deniz yetki sınırları anlaşmazlığı yüzünden yeniden sıcak çatışmaya tutuşma olasılığı yüksekti.

Krizin temel nedeni

Karşılıklı suçlamaların birbirini takip ettiği deniz yetki alanları krizinde esas sorun, Lübnan ile İsrail arasında deniz sınırını belirleyen herhangi bir anlaşmanın yapılmamış olmasıydı. Bu noktada, Lübnan makamları İsrail'in Lübnan'ın ekonomik, toplumsal ve siyasi zayıflığından yararlanarak Tel Aviv lehine düzenleme yapma gayretinde provokatif eylemlerde bulunduğunu ileri sürüyordu. Lübnan bu nedenle, doğrudan İsrail ile görüşmeye taraftar değildi. 2019 yılı sonunda iki ülke arasındaki uyuşmazlığı sonlandırmak amacıyla devreye Amerika Birleşik Devletleri (ABD) girdi. Amerikan hükümeti ilk iş olarak Dışişleri Bakanlığı Ortadoğu Masası'nın eski çalışanı David Satterfield'i arabuluculuk yapması için görevlendirdi. Satterfield öncülüğünde başlatılan diyalog sürecinde birçok kez Lübnan ve İsrail makamlarıyla görüşüldü. Ancak bu görüşmelerden olumlu bir sonuç elde edilemedi.

Lübnan hükümeti, ABD'nin arabuluculuğundan ziyade ABD, Lübnan, İsrail ve Birleşmiş Milletlerden (BM) oluşan bir komitenin sorunu ele almasını savunuyordu.

Hızlandırıcı etki: Beyrut Limanı patlaması

Tartışmaların sürdüğü bir ortamda Lübnan hükümeti, yukarıda adı geçen şirketler eliyle İsrail ile herhangi bir ihtilaf yaşanmayan 4. parselde hidrokarbon arama faaliyetlerini Şubat 2020'de başlattı. Ancak nisan ayında sona eren sondaj faaliyetlerinden beklenilen sonuçlar elde edilemedi. Bu defa tekrar petrol ve doğalgaz açısından zengin olduğu tahmin edilen 9. parselde arama yapma kararı alındı. Operatörlüğü Total şirketi tarafından yürütülecek sondaj çalışmalarının ağustos ayında başlatılması planlanıyordu. Ancak Beyrut Limanı'nda 4 Ağustos'ta meydana gelen ve dehşet verici bir yıkıma yol açan patlamayla ülkenin gündemi değişti.

Patlamayla uzun süredir ekonomik ve siyasi krizlerle boğuşan Lübnan'ın sorunları daha da derinleşti. Hidrokarbon faaliyetleri durduruldu. Patlamanın Lübnan'ın enerji çalışmalarına ve diplomasisine olumsuz bir etki yaptığı çok açıktır. Hatta ülkenin milli çıkarlarını koruyamayacak ölçüde güç kaybına uğradığı söylenebilir. Diğer taraftan meydana gelen güç kaybı, doğalgazdan elde edilmesi planlanan gelire duyulan ihtiyacı daha da şiddetlendirdi. Haliyle bu durum, iki ülke arasındaki müzakere sürecinin yeniden başlamasını hızlandırdı. Lübnan'ın mevcut kötü koşullardan çıkış yolu olarak deniz sahalarındaki enerji kaynaklarını görmesi gayet doğaldır. Nitekim ülke, tarihinin en büyük krizleriyle karşı karşıyadır. 2019'da baş gösteren ekonomik krizin hemen ardından gelen koronavirüs salgını ülkedeki şartları daha da ağırlaştırırken 2020 yazında Beyrut Limanı'nda meydana gelen ve 200'den fazla kişinin ölümüne yol açan patlama, ülkenin uçurumun kenarına gelmesine yol açtı.

Lübnan-GKRY Anlaşması

Lübnan ile Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) arasında 17 Ocak 2007 tarihinde münhasır ekonomik bölge anlaşması imzalanmıştı. Ancak bu anlaşma bir türlü yürürlüğe giremedi. Lübnan Parlamentosu'nun anlaşmayı onaylamamasının iki nedeni bulunuyordu. Bunlardan birincisi, Türkiye'nin Lübnan nezdinde yürüttüğü diplomatik girişimlerdi. Türkiye biri genel diğeri özel olmak üzere iki başlıkta anlaşmaya itiraz ediyordu. Türkiye'nin genel itirazı, yarı kapalı bir deniz niteliğindeki Doğu Akdeniz'de kıta sahanlığı veya münhasır ekonomik bölge sınırlandırmalarının ancak bütün ilgili ülkeler arasında ve bütün tarafların hak ve çıkarlarını gözetecek şekilde yapılacak düzenlemelerle mümkün olabileceği tezine dayanıyordu. Türkiye'nin özel itirazı ise, Kıbrıs adasının deniz alanlarında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin (KKTC) de hak ve yetkileri bulunduğuna ilişkindi.

Türkiye bu bağlamda, GKRY'nin adanın tümünü temsil etmediğini, dolayısıyla Rumların bu konuda çıkardığı yasaların veya ilgili ülkelerle yaptığı anlaşmaların KKTC'nin egemenlik haklarını ihlal ettiğini ve bu yüzden yapılan anlaşmaların yok hükmünde olduğunu ileri sürüyordu. Lübnan'ın GKRY ile yaptığı anlaşmayı onaylamamasının ikinci nedeni ise GKRY ile İsrail arasında 17 Aralık 2010 tarihinde yapılan MEB anlaşmasıdır. Lübnan makamları, İsrail ile GKRY arasında imzalanan anlaşmayla Lübnan'ın deniz yetki alanlarının gasp edildiğini ileri sürmüştür. Bu doğrultuda Lübnan hükümeti, Rum tarafını 2007 yılında yapılan anlaşmaya aykırı davranmakla suçlamıştır.

Alan üzerinde çakışma

Bu suçlamaların sebebi, GKRY ile İsrail arasında imzalanan anlaşmayla Lübnan'ın MEB kaybına uğramasıydı. GKRY ile İsrail arasında yapılan anlaşma, GKRY-Lübnan anlaşmasında değişiklikleri zorunlu kılıyordu. Zira Lübnan'ın güney sınırı olarak belirlediği alan ile İsrail'in kuzey sınırı olarak belirlediği alan üzerinde bir çakışma meydana gelmişti. Bu yüzden Lübnan, İsrail ve GKRY arasında imzalanan anlaşmayı tanımayacağını duyurdu. Bu ihtilaf, üç ülke arasında gerilime yol açtı. Belki daha önemlisi, Lübnan hükümetinin ruhsatlandırdığı Total şirketinin İsrail ve Lübnan arasında bir anlaşma imzalanana kadar sondaj çalışmalarına başlamayacağını duyurmasıydı. Bu karar, Lübnan üzerindeki baskıları ziyadesiyle şiddetlendirdi. Öldürücü darbe ise İsrail'den geldi. 5 Haziran 2022'de, İsrail'in yetkilendirdiği Energean Power gemisi tartışmalı Kariş Sahası'na giderek ihtilaflı bölgede çalışma hazırlığına başladı. Bu hamle önemliydi çünkü hem Lübnan ve hem de İsrail Kariş Sahası'nın bir kısmının kendi münhasır ekonomik bölgesinde olduğunu savunuyordu.

ABD faktörü

İsrail'in Kariş girişimi, Lübnan'ın zor günlerine denk getirilmişti. Lübnan hükümeti bir taraftan ekonomik krizi aşmak adına ABD aracılığıyla Uluslararası Para Fonu'ndan (IMF) kredi ararken diğer taraftan da yine ABD'nin aracılığıyla, ülkedeki elektrik kesintilerine bir çözüm getirmek maksadıyla Mısır ve Ürdün'den elektrik satın alma görüşmeleri gerçekleştiriyordu. Ülke perişan bir haldeydi. Uzmanlar Lübnan'daki yaşam şartlarının 1975-1990 yıllarındaki iç savaş döneminden bile daha kötü olduğu görüşünde birleşiyordu. İç savaş sinyalleri veren Tayyuna gibi kritik olaylar yükselişteydi. Her yönden ABD'nin gücüne ve etkisine bağımlı hale gelen Lübnan'ın, ABD arabuluculuğunda İsrail'le deniz sınırını belirleme müzakerelerinden kaçınması neredeyse imkânsız hale gelmişti. Sonuçta resmi olarak birbirini tanımayan İsrail ile Lübnan, ABD arabuluculuğunda müzakerelere başladılar ve ekim başında anlaşmaya vardılar. Kabul edilen anlaşmayla, iki ülke arasında yer alan yaklaşık 860 kilometrekarelik deniz sahası anlaşmazlığı çözüme kavuşturuldu.

Anlaşma metnine imza koyamadılar

İki ülke arasında diplomatik ilişki bulunmadığından Lübnan ile İsrail temsilcileri aynı anlaşma metnine imza koyamadılar. Bu nedenle İsrail ile ABD ve Lübnan ile ABD arasında iki anlaşma metni hazırlandı. Tüm tarafları bağlama özelliğine sahip olan anlaşma metinleri ayrı ayrı Washington'da imzalandı. Ardından her iki taraf, Birleşmiş Milletlere eş zamanlı sınır bildirimi yaparak birbirlerinin deniz sınırlarını tanıdılar.

Açıkçası ABD'nin garantörlüğünde birbirini tanımayan iki devletin önemli bir sorunu çözülerek büyük bir işe imza atıldı. ABD'nin bu sorunu çözmede iki amaç güttüğü görülüyor. İlki ekonomik ve siyasi krizlerle boğuşan Lübnan'a maddi ve manevi destek sağlayarak Lübnan'daki İran etkisini azaltmak.

Avrupa'nın kaynak çeşitliliğine katkı

Washington'a göre Lübnan'da devam eden istikrarsızlıklar ülkedeki İran nüfuzunu daha da artırabilir. Bu stratejiyle anlaşma sonrası Lübnan'da hidrokarbon çalışmalarının devam ettirilmesi ve Batı'dan Lübnan'a ekonomik desteklerin artırılması planlanıyor. Nitekim anlaşma sağlanır sağlanmaz Total'in Lübnan'da yeniden sondaj faaliyetlerine başlayacağını duyurması bu duruma işaret ediyor. ABD'nin ikinci amacı ise Doğu Akdeniz'de hidrokarbon faaliyetlerinin önünü kapatan krizleri çözüme kavuşturarak Avrupa Birliği'nin Rusya dışı doğalgaz kaynak çeşitliliğini artırmak. Bu sürecin nasıl devam edeceğini ve Doğu Akdeniz'deki diğer ihtilafları nasıl etkileyeceğini yakında hep birlikte göreceğiz.

[email protected]