Doğurganlıkta önümüzdeki 20 yıl çok kritik

Doç. Dr. Hasan Bardakçı/ Harran üniversitesi
27.05.2025

Türkiye'de doğurganlık oranı 1,51'e düşmüş durumda. Bu, açık bir şekilde alarm zillerinin çaldığını gösteriyor. Üstelik bu sadece Türkiye'ye özgü bir durum değil. Avrupa, Doğu Asya ve hatta bazı gelişmekte olan ülkelerde doğum oranları ciddi biçimde geriliyor. Peki bu ne anlama geliyor?


Doğurganlıkta önümüzdeki 20 yıl çok kritik

Doç. Dr. Hasan Bardakçı/ Harran üniversitesi

Geçtiğimiz günlerde Türkiye İstatistik Kurumu yeni verileri açıkladı: Türkiye'de doğurganlık oranı 1,51'e düşmüş durumda. Bu, açık bir şekilde alarm zillerinin çaldığını gösteriyor. Üstelik bu sadece Türkiye'ye özgü bir durum değil. Avrupa, Doğu Asya ve hatta bazı gelişmekte olan ülkelerde doğum oranları ciddi biçimde geriliyor. Peki bu ne anlama geliyor? Nüfus azalması sadece birkaç yıl içinde hissedilmeyecek bir problem mi, yoksa şu anda bile içinden geçtiğimiz sessiz bir kriz mi?

Ekonomik dengeler ve nüfus

Her ne kadar gelişmiş ülkelerde yaşam standartlarının yükselmesi, kadınların eğitim seviyesinin artması, şehirleşme ve kariyer öncelikleri gibi nedenlerle çocuk sayısının azalması "doğal bir gelişim" gibi algılansa da, işin aslı hiç de öyle değil. Bu eğilim, ekonomik dengeleri, sosyal güvenlik sistemlerini ve hatta toplumların kültürel devamlılığını tehdit ediyor. Japonya örneğini ele alalım. Uzun yıllardır düşük doğum oranlarıyla boğuşan bu gelişmiş ülke, yaşlanan nüfus nedeniyle artık ekonomisini sürdürülebilir şekilde büyütemiyor. Çalışan nüfus azalıyor, sağlık ve emeklilik giderleri artıyor, üretim düşüyor, genç girişimciler azalıyor. Ve bu tablo, bugün Türkiye'nin büyükşehirlerinde de kademeli olarak yaşanıyor. İstanbul, Ankara, İzmir gibi şehirlerde doğurganlık oranı 1,3'ün altına gerilemiş durumda. Bu oranlar, eğer radikal önlemler alınmazsa, önümüzdeki 20 yılda Türkiye'nin nüfusunu koruyamayacağı anlamına geliyor.

Çocuk sayısı neden azalıyor? Bu sorunun net ve tek bir cevabı yok. Kadınların eğitim düzeyinin artması, kuşkusuz olumlu bir gelişme. Ancak bu durum, çocuk sahibi olmayı geciktirdiği gibi, bazen tamamen ehğelliyor. Yüksek kiralar, çocuk bakım maliyetleri, iş-yaşam dengesizliği ve sosyal desteklerin eksikliği aile kurmayı caydırıcı hale getiriyor. Evlilik yaşı 30'un üzerine çıkıyor, tek çocuk tercihleri yaygınlaşıyor. Üstelik bu durum yalnızca bireysel tercihlerle açıklanamaz; yapısal bir politika eksikliği olduğu çok açık. Burada dönüp kendimize şu soruyu sormalıyız: Türkiye olarak nasıl bir gelecek istiyoruz? Genç ve dinamik nüfusu ile övündüğümüz günleri geride bırakmak mı, yoksa bu eğilimi tersine çevirmek mi?

Ekonomi ve savunma için tehlike

Birçok kişi, düşen doğum oranlarının bir felaket senaryosu olmadığını, hatta bu durumun kaynakların daha verimli kullanılmasına olanak sağlayacağını savunuyor. Bu görüş, kısa vadeli ekonomik hesaplamalar açısından bakıldığında kulağa mantıklı gelebilir. Ancak uzun vadede işler hiç de öyle yürümüyor. Genç nüfusun azalması, ekonomik büyümenin yavaşlaması, emeklilik sistemlerinin çökmeye başlaması, askeri kapasitenin zayıflaması ve ulusal güvenliğin tehdit altına girmesi gibi ciddi sorunları da beraberinde getiriyor. Düşünün: Bugün 30 yaşında olan biri, 2055 yılında emekli olduğunda arkasından gelen nesil yeterli sayıda değilse, onun maaşı nasıl ödenecek? Sosyal güvenlik sistemi nasıl işleyecek? Şehirleri kim yönetecek, fabrikalarda kim çalışacak, yeni girişimleri kim kuracak?

Ortak akılla hareket edilmeli

Buna karşı ne yapmalı? Öncelikle konunun sadece Aile Bakanlığı'nın sorunu olmadığını kabul etmemiz gerekiyor. Bu, çok boyutlu bir meseledir ve Hazine ve Maliye Bakanlığı'ndan Milli Eğitim Bakanlığı'na, belediyelerden medyaya kadar herkesin ortak bir akılla hareket etmesini gerektirir. "Ulusal Demografi Stratejisi" adı altında tüm tarafların katılımıyla şekillenecek kapsamlı bir plan şart.

Bu planın temel başlıkları şunlar olmalı:

Genç çiftlere uygun fiyatlı konut politikaları,

Kadınların hem anne hem profesyonel olabilmesini sağlayacak esnek ve güvenceli istihdam modelleri,

Kamu kreşleri ve bakım hizmetlerinin yaygınlaştırılması,

Üç çocuk yapan ailelere vergi ve barınma teşvikleri,

Medyada aile kurumunu destekleyen kamu kampanyaları.

Kararlılıkla gidilmesi gereken bir yol

Bunların hiçbiri ütopya değil. Fransa bu politikaları yıllardır uyguluyor ve doğurganlık oranını 1,9 seviyelerinde tutabiliyor. İsveç, babalık izni ve iş-yaşam dengesini kurarak gençlerin çocuk sahibi olma konusundaki kaygılarını azaltıyor. Macaristan gibi ülkeler, üç çocuk yapan annelere ömür boyu vergi muafiyeti veriyor. Türkiye neden yapamasın?

Ancak burada bir uyarı yapmakta fayda var: Bu tür politikaların etkileri kısa vadede görünmez. Bu bir sprint değil, bir maratondur. Kararlı, bütüncül ve istikrarlı bir siyasi irade şart. Kısacası, doğmayan her çocuk, gelecekte doğacak sorunların tohumudur. Bugün bebek bezi fiyatlarından şikâyet eden bir toplum, yarın çocuk sesi duyamadığı için çok daha fazla şey kaybedecektir. Bu konu, sadece ailelerin tercihi değil; bir ülkenin var oluş meselesidir. Yarın çok geç olabilir. O yüzden bugün harekete geçmek zorundayız. Çünkü bu mesele, sadece istatistik değil; aynı zamanda ülkenin kaderidir.