Doktora meselesi memleket meselesi

Prof. Dr. Mahmut Özer / Bülent Ecevit Üniversitesi Rektörü
8.10.2016

Yükseköğretimde kalite konusunda en kritik hususlardan birisi, doktoralı öğretim elemanı sayısı ve doktora eğitiminin niteliğidir. YÖK’ün başlatmış olduğu ve 100 alanda 2 bin burslu doktora öğrencisini kapsayan yeni proje son derece umut vericidir.


Doktora meselesi memleket meselesi

Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 2016-2017 eğitim-öğretim yılının başlaması münasebetiyle yayımladığı mesajda, “Eğitim sisteminde Türkiye, ihanet çetelerinin istismar ettiği açıkları süratle kapatarak yoluna devam etmek mecburiyetindedir.” diyerek, eğitim sisteminin açıklarının kapatılmasının önemine vurgu yapmıştır. Eğitim sisteminin en önemli açıklarından biri ve Fetullahçı Terör Örgütünün (FETÖ) bugüne kadar ustaca sömürdüğü hususların en başında, Türkiye’deki yükseköğretim talebinin on yıllar boyunca ihmal edilmesi yer almaktadır. Gerek üniversite sınavlarına hazırlayan sayısız dershanelerin gerekse de kolej ve 15 vakıf yükseköğretim kurumunun FETÖ bağlantısı da en temelinde, Türkiye’deki yükseköğretim talebinin bugüne kadar bir türlü makul düzeyde karşılanmaması ve bunun sonucunda ortaya çıkan yarışmacı eğitim sistemi ile ilişkilidir. Dolayısıyla, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın işaret ettiği “ihanet çetelerinin istismar ettiği açıkları” kapatmak istiyorsak, o zaman yükseköğretime ilişkin serin kanlı ve ezber bozan analizler yapmak mecburiyetindeyiz.

Türkiye’de yükseköğretimle ilgili tartışmalarda hemen her zaman karşımıza çıkan bir ezber var: “Yükseköğretimde özellikle son 10 yılda yaşanan büyüme yanlış oldu; bu büyüme yükseköğretim kurumlarında kalitenin düşmesine yol açtı, dolayısıyla bu büyümenin durdurulması gerekli.” Kalitenin düştüğü ve dolayısıyla büyümenin durdurulması gerektiği şeklindeki öneri, sorgulanmaya muhtaçtır. Kaldı ki, kaliteye ilişkin bir takım kaygılarla karşı karşıya kalınca, bugüne kadar yapılan bütün her şeyi yanlış kabul edip önceki duruma dönme arzusu sorunlu olduğu gibi büyümeyi sürdürülebilir kılmaya yönelik atılması gereken adımlara odaklanmayı engellemekte ve böylece sorunların kaynaklarının üzerini de örtmektedir. Yapılması gereken sorunları ve kaynaklarını doğru bir şekilde tespit edip çözümler geliştirmek ve bu çözümleri üretecek mekanizmaları sisteme yerleştirebilmektir. Kalite, yükseköğretim kurumlarının bizatihi kendi meseleleri olmasına rağmen Yükseköğretim Kurulu (YÖK) tarafından son yıllarda özellikle yükseköğretimin ana gündem maddelerinden birisi olarak önemsenmekte ve takip edilmektedir. Bu bağlamda YÖK tarafından Yükseköğretim Kalite Kurulu’nun kurulmuş ve çalışmalarına hızla başlamış olması da konunun ne kadar önemsendiğini göstermektedir.

Toplumsal talep ve kalite

Kim ne derse desin, uluslararası kıyaslamalar yaptığımızda net bir şekilde gördüğümüz bir husus var: Türkiye, aziz milletimizin çocuklarının yükseköğretime olan talebini 10 yıllar boyunca ihmal etmiştir. Mevcut yükseköğretim kurumları da arzı artırma konusunda farklı nedenlerle direnç göstermiştir. Bundan dolayı talep bir türlü karşılanmamıştır. Yükseköğretime yönelik muazzam talebi karşılamak için siyaset kurumu, özellikle 2000’li yıllarda yeni yükseköğretim kurumları açma yoluna gitmiştir. Dolayısıyla yükseköğretimde genişleme politikası son derece rasyonel bir temele sahiptir ve bu politikanın bizatihi kendisi sorunlu değildir. Aksine, birçok olumlu sonucu şimdiden görülmüştür. Yükseköğretim kurumları ve yükseköğretimde okuyan öğrenci sayısında kısa sürede büyük artışlar elde edilmiş ve bu büyümeyle ülkemizin yükseköğretimde okullaşma oranı artmıştır. Diğer taraftan bu büyümeyle kadınların yükseköğretime erişimi de artmış, özellikle son yıllarda kadınlarda yükseköğretimde okullaşma oranı erkeklerdekini geçmeye başlamıştır. Ancak, bu olumlu gelişmelere rağmen yükseköğretim sistemimizdeki öğretim elemanı artışı bu büyümeyi destekleyecek düzeye maalesef ulaşamamıştır. Sonuç olarak öğretim elemanı başına düşen öğrenci sayısının artması hem eğitimin kalitesi hem de ülkemizin araştırma kapasitesi üzerinde olumsuz bir baskı oluşturmaktadır. Kalite konusunda en kritik konulardan birisi, doktoralı öğretim elemanı sayısı ve doktora eğitiminin niteliğidir. Dolayısıyla yükseköğretimde büyümenin bizatihi kendisi sorunlu değildir, ancak bu büyümenin sürdürülebilir olması için nitelikli ve yeterli doktora mezununun yetiştirilmesi yükseköğretim sistemimizin en acil ve öncelikli alanlarından birisini oluşturmaktadır.

Almanya sabit tutuyor

Her ülkenin doktora mezunlarına bakışı kendi durumları ve dengeleriyle ilişkili olmaktadır. Bir ülke yükseköğretim sisteminde genişleme ve büyüme sağlarken veya ekonomisini büyütürken sayıyı artırma planları yaparken bir diğer ülke doktora mezun sayısını durağanda tutmaya çalışabilmektedir. Örneğin Çin dünyada tüm disiplinlerde yılda en fazla doktora mezun veren iki ülkeden biri durumunda olup doktora mezun sayısı yıllık 50 binlere ulaşmış bulunmaktadır. 1998-2006 yılları arasında tüm disiplinlerde doktora mezunlarında yıllık ortalama artış Çin’de yüzde 40 olarak gerçekleşmiştir. Çin’de de bu hızlı büyüme dolayısıyla kalite etrafında çeşitli tartışmalar yaşanmaktadır. Ancak bu tartışmalara rağmen, doktora mezunları hem endüstride hem de yükseköğretim kurumlarında çok rahat iş bulabilmekte.

Almanya ise yılda yaklaşık 25 bin doktora mezunu verirken bu sayıyı mümkün olduğu kadar sabit tutmaya çalışmaktadır. İngiltere ve Amerika gibi ülkelerde doktora mezun sayısı kendi piyasalarının taleplerinin ötesinde özellikle uluslararası öğrenciler nedeniyle artmaktadır. Amerika’da doktora mezunlarının akademik pozisyon bulmaları her geçen gün zorlaşmaktadır. Örneğin mühendislik alanında doktora mezunlarının sadece yüzde 12.8’i akademik bir pozisyon elde edebilmektedir. Bu durum, doktora mezunlarını doktora sonrası araştırmacı (post-doc) olmaya ittiği ve oluşan oldukça rekabetçi ortam, nitelikli insan kaynağından daha ucuz bir şekilde yararlanabilme imkânı sunduğu için karar alıcıların bu duruma çok da müdahale etmedikleri görülmektedir. Kuzey Amerika’da doktora adaylarının yüzde 40-50’si doktorayı asla bitirememesine rağmen, OECD raporuna göre ABD ve Kanada’da 1998-2012 yılları arasında ileri araştırma programlarına kayıt yaklaşık yüzde 70 artmıştır.

Sorun devam ediyor

Türkiye’de doktora eğitimi ve mezun sayılarına bakıldığında, 2006 yılında Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) tarafından yayınlanan Türkiye’de Doktora Eğitiminin Durumu Üzerine Görüşler başlıklı raporda değinilen problemlerin devam ettiği görülmektedir. Raporun yayınladığı yıllarda yüksek lisans programlarına kayıtlı öğrenci sayısı 92 bin 862 iken bu sayı 2015-2016 eğitim-öğretim yılı itibari ile 417 bin 084’e, doktora programlarında kayıtlı öğrenci sayısı da 27 bin 393 iken yine 2015-2016 eğitim-öğretim yılı itibari ile 86 bin 094’e yükselmiştir. Yine doktora mezunu sayısı yılda 2 bin-2 bin 500 bandında iken bu sayı günümüzde 4 bin 500-5 bin bandına yükselmiştir. Ancak, lisansüstü öğrenci ve öğretim üyesi sayılarında önemli artışlar sağlanmasına rağmen mezun sayılarında beklenen artış sağlanamamıştır. Doktora eğitiminin kalitesi de ayrıca üzerinde durulması gereken bir başka konudur. Yine raporda 2004 yılı temel alınarak bir veya iki öğretim üyesi başına yılda bir yüksek lisans, 10 veya 11 öğretim üyesi başına ise yaklaşık bir doktora eğitiminin tamamlanabildiği ifade edilmiştir. 2013 ve 2014 yıllarına ait veriler kullanıldığında ise, yüksek lisans için aynı karakteristik (bir veya iki öğretim üyesi başına yılda bir yüksek lisans mezunu) korunurken doktora da durum daha da kötüleşmiştir (13 veya 14 öğretim üyesi başına ise yaklaşık bir doktora mezunu). Sonuç olarak, doktora mezunlarına ana talep yükseköğretim kurumlarının bizzat kendisinden gelmesine rağmen, yükseköğretim kurumları kendi taleplerini karşılayacak arzı üretmekte maalesef zorlanmaktadır.

Doktora programlarına kayıtlı öğrenci verilerine bakıldığında doktoraya talebin diğer ülkelerde olduğu gibi arttığı görülmektedir. Yukarda verilen ve yıllara göre olumsuz gelişen eğilimler, eskiden de var olan yapısal sorunlar olduğunu ve yükseköğretimdeki büyümeyle bu yapısal sorunların daha da büyüdüğünü ve girdi ne kadar artarsa artsın sürecin çıktı ile ilgili artık alarm verdiğini göstermektedir. Bu nedenle mevcut doktora programları ve özellikle doktora öğrencileri ile ilgili nitelikli saha araştırmaları yapılmalıdır. Bu araştırmalardan elde edilecek bulgularla süreçler tekrar gözden geçirilmeli ve acil önlemler alınmalıdır. Bu bağlamda YÖK’ün başlatmış olduğu ve 100 alanda 2 bin burslu doktora öğrencisini kapsayan yeni projesi son derece umut vericidir. Bir taraftan mevcut sorunları iyileştirici düzenlemeler yapılırken bir taraftan da bu gibi umut verici yeni projelerin hayata geçirilmesine büyük ihtiyaç duyulmaktadır. Bu konu sadece YÖK’ün ve üniversitelerin problemi de değildir. Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, TÜBİTAK ve TÜBA da süreçte aktif rol almalı ve birlikte çözümler geliştirmelidir. Yapılacak iyileştirmeler yükseköğretimdeki büyümeyi sürdürülebilir kılacağı gibi, eğitim sistemindeki açıkların kapatılmasına da destek olacaktır.