İdlib’de gerilim, Moskova’da buluşma: ‘Dondurma diplomasisi’ nasıl işe yaradı?

Prof. Dr. Nurşin Ateşoğlu Güney / Bahçeşehir Kıbrıs Üni. İİSBF Dekanı - CEMES-Akdeniz Güvenliği Merkezi Başkanı
1.09.2019

Ankara dengenin dengeleyicisi konumunu, iki büyük güç dahil bütün sınamalara karşı caydırıcılığını işlettiği bir güç projeksiyonuna dayandırıyor. Yani, karşı tarafın taktik amacı ne olursa olsun (oyalama, zaman kazanma vb), Ankara taktik amaçlarla çok ilgilenmiyor. Pençesi vurmaya hazır yukarı kalkmış bekliyor.


İdlib’de gerilim, Moskova’da buluşma: ‘Dondurma diplomasisi’ nasıl işe yaradı?

Geçen yazımızı noktalarken, ABD ile Türkiye arasında Fırat’ın doğusuna yönelik pazarlıkların geldiği noktanın ve evirileceği yönün Moskova tarafından çok dikkatli bir biçimde izlenip, takip edildiğini söylemiştik. Nitekim, Kremlin, “Ben de buradayım” demek konusunda gecikmedi ve Rejim güçlerinin İdlib’de, İdlib Mutabakatına rağmen, demografik değişim yaratacak şekilde muhaliflere karşı saldırı düzenlemesine müsaade etti. Kimi yorumculara göre durum, Türkiye-Rusya ilişkileri adına ciddi bir kırılmaya işaret ediyordu çünkü, Rejim güçleri Morik’deki 9 numaralı askeri gözlem noktasına TSK kuvvet intikali gerçekleştirirken bir hava saldırısı düzenlemiş, stratejik önemdeki kimi noktaların ve M5 karayolunun kontrolünü ele geçirmek üzere harekete geçmişti. Ankara’nın kendi caydırıcılığından taviz vermediği, hatta kuvvet intikalini artıracağı işaretlerini verdiği yaklaşık bir haftalık bir sinir harbinden sonra Erdoğan ve Putin arasında, Cumhurbaşkanının Moskova ziyareti sırasında gerçekleşen sıcak diyalogları dinliyoruz. Herkes, bir soğuma, kırılma vs. beklerken, süreç dondurma diplomasisine ön açtı. Aslında dondurma diplomasisinin Moskova ve Ankara arasındaki sorunları şimdilik nasıl dondurabildiğini anlamayanların, bir haftada değişen havaya şaşıranların görmekten imtina ettiği üç önemli gerçek var. 

Üç önemli gerçek 

Gerçek 1: Türkiye-Rusya ilişkisinde hem Ankara hem Moskova kazanıyor.

İlk gerçek, Rusya-Türkiye ilişkilerinin doğasıyla ilgili. Ankara ve Moskova arasındaki ikili ilişkinin 2016’dan itibaren sürekli yeni bir boyut kazanarak derinleşmesi bir tesadüf değil. Türkiye’yi kaybetmemek, Rusya için jeopolitik nedenlerle neredeyse bir zorunluluk ve bu zorunluluğun görünürlüğü; ABD, havuç veya sopayla ya da İsrail/BAE/Suudi Arabistan üzerinden Kıbrıs’ın, Yunanistan’ın, Mısır’ın, Azerbaycan’ın kapısında kuvvetli bir biçimde görünürlük kazanırken daha da artıyor.

Artık gazete, dergi okuyup, haberleri seyreden sıradan vatandaşın bile öğrendiği üzere, Rusya’nın ABD ile girdiği yarı açık mücadele ve Moskova’nın ABD/NATO kuvvetleri karşısında görece güçsüzlüğü dolayısıyla Türkiye Rusya karşısında pazarlık gücünü artırmış durumda. Tabii Türkiye’nin bu yeni pazarlık gücü belirli nedenlere (Montrö rejimindeki üstünlüğü, Ege’deki deniz üstünlüğü, Irak-Suriye’ye atabildiği pençeler, Doğu Akdeniz’deki askeri varlığı, kritik sektörler -savunma sanayi/enerji altyapısı vb- düşünüldüğünde ticaret yapılabilen bir aktör olması) dayanıyor ve pazarlık gücünün devamı bu alanlara Türkiye’nin gücünü artırıcı yatırım yapılması gerekliliğini de beraberinde getiriyor. Kısaca, Türkiye-Rusya ilişkisi, iki aktörün farklı artılarına ve eksilerine rağmen jeopolitik bir amacı da olan ve jeopolitik bir amacı olduğu için gittikçe simetrik hale gelen bir karşılıklı bağımlılık ilişkisine dönüşüyor.  

Bozucu güç ve dengeleme

Ayrıca Türkiye, ABD’nin sunmak zorunda kaldığı değersiz havuçlara da arsız sopalara da direnebileceğini bugüne kadar göstermiş bir ülke olarak Kremlin için yapılan yatırımdan zararlı çıkılmayacak bir ülke haline de geldi. Üstüne üstük ABD’nin uzman kadrosunun özelde Türkiye genelde Ortadoğu siyasetinin duvara tosladığı bir dönemde olunması, Kremlin’in Ankara ile diyaloğunda gülümseyen yüzünü göstermesini kolaylaştırıyor -ki tarihte bu tür fırsatlar Rusların eline pek geçmez. Sözün özü, Türkiye-Rusya ilişkilerinin jeopolitik derinliği ve bu derinliğin hem Ankara hem Moskova için Ortadoğu- Akdeniz- Balkanlar- Karadeniz çemberinde farklı açılardan ABD’nin bozucu gücünün dengeleyicisi olarak görüldüğü gerçeği günümüzün bölgesel jeopolitiğini belirleyen verilerden bir tanesi. Ve bu veri Suriye’deki mücadeleyi hem etkiliyor hem o mücadeleden etkileniyor ama her iki durumda da Türkiye ve Rusya’nın bir uzlaşı alanı yaratma ihtiyacını ortadan kaldırmıyor tam tersi güçlendiriyor. 

Gerçek 2: Erdoğan ve Putin’in ABD’ye iletilecek mesajı var. 

İkinci gerçek de tam bu noktadan filiz alıyor: Erdoğan da Putin de jeopolitiği anlayan ve okuyabilen liderler- daha da ötesi jeopolitiği anlamak ve okumak zorundalar. Türkiye ve Rusya arasındaki pazarlığın (tıpkı Türkiye-ABD arasındaki pazarlık gibi) bölge güç/tehdit dengelerini etkileyebileceğini biliyorlar. Bu nedenle, Putin ve Erdoğan’ın son el sıkışmalarının fotoğrafı Moskova’da düzenlenen Uluslararası Havacılık ve Uzay Fuarının birlikte açıldığı sahnede çekildi. Erdoğan, Türkiye’nin havacılıkta ne kadar geliştiğini (iyi bir alıcı, üretici ve satıcı olarak) Putin’in yanında anlattı; Putin Türkiye’ye uzay ve havacılık alanında Rusya’nın vermek istediği desteği Türk kozmonotunu uzaya davet ederek gösterdi. İki lider SU-57’lerin başında sıcak diyaloglara imza attı (Erdoğan: - bunlardan mı alacağız biz; Putin- isterseniz alabilirsiniz). SU-57’lerle ilgili teknik ve siyasi tüm argüman ve karşı argümanları bir tarafa bırakırsak S-400’lerin başlangıç hikayesindeki benzerliği hatırlayan Washington DC’dekilerin tüyleri bu manzara üzerine diken diken olmuştur. F-35’lerle S-400’ler aynı ülkede olmaz diye açıklama yapan Pentagon’da hala rahatsız olmayanlar varsa olmasını garanti etmek için S-400 bataryalarının ikinci partisinin Türkiye’ye teslimi için tam da Putin ve Erdoğan’ın SU-57’nin yanında inceleme yaptığı anların seçildiği unutulmamalı. Kremlin’de birileri Batı’ya doğru dönerek; Türkiye’yi kaybetmedim ki, Ankara her şeyin farkında dedi. Bunu derken, hala bir süpergüç gücüne sahip olmadan süpergüçmüş gibi hareket edebildiğini de dosta, düşmana göstermiş oldu. Washington DC’ye – DC’de duymayı hiç istemeyecekleri türden bir mesaj da Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan, Ankara’ya dönerken uçakta gitti. Erdoğan, Türkiye’nin sınırdan PYD unsurlarının çekilmesiyle ilgili yalan haberlerle oyalanamayacağını, Fırat’ın doğusu ile ilgili hedefinin değişmediğini, Türkiye’nin operasyona hazır beklediğini, beklentisinin karşılanmadığı takdirde Fırat’ın doğusuna TSK unsurlarının gireceğini söyledi. Herkes, iki kulağını- iki gözünü açmış, Ankara ve Moskova’nın soğuk bir biçimde İdlib’de neler olacak diye konuşmasını beklerken, iki lider rüzgârı sürpriz bir biçimde farklı yerden üfledi ve hala Astana mutabakatının temel mantığı yaşıyor; Suriye’de ABD’nin yıkıcı etkisi dengelenecek mesajı verdi. 

Gerçek 3: Astana sürecinin asgari ve azami uzlaşı kriterleri hala geçerli. 

Üçüncü gerçek, Astana’dan itibaren Türkiye’nin Fırat’ın batısı ve doğusunda aldığı yolla ilgili. Bilindiği üzere Fırat’ın batısı ve doğusuyla ilgili bu bölünme bir zamanlar Rusya ve ABD tarafından ayrı ayrı sahiplenen PYD/PKK unsurlarıyla ilgili pazarlığı kiminle yapacağınızı göstermek için kullanılıyordu. ABD, PYD’nin Rusya’yı dışlayacak ve Suriye’yi kuzeyden bölecek şekilde Irak’tan Akdeniz’e bir koridorla inmesi için yani PYD/PKK’nın Amerikalılaşması için o kadar canı gönülden, bonkörce destek verdi ki; sadece Çekiç Güç’ten itibaren rahatsız ettiği Türkiye’yi değil, belki paylaşım sofrasında ikna edebileceği Rusya’yı da kaybetti. Washington’da birileri uzakta ve sınırsız güce sahip tanrılar gibi yaşamaya alıştığından bölgesel güçleri ittirip kaktırabilecekleri tahtadan oyuncaklar gibi görüyorlardı ki, bölge güçleri yani Türkiye, Rusya ve İran, Suriye üzerinden kimlik/güç ve varlıklarının sınanmasına karşı çıkmaya karar verdiler. Böylece Fırat’ın batısı, Astana süreci denilen ve Soçi, İdlib gibi ayaklarla devam eden üçlü/ikili askeri-sivil diplomasinin düzenleyicisi olduğu bir şekillendirme sürecine girdi. Astana, hem Ankara hem Moskova adına farklı nedenlerle bir başarı hikayesiydi. Hatırlanacaktır, Astana süreçlerinin esas amacı, Astana üçlüsü arasındaki farklılıkları ortadan kaldırmak değil asgari müşterekte Suriye’de askeri, siyasi hatta ekonomik olarak var olan üç gücün uzlaşmasını sağlamaktı. Ki bu asgari müşterek; Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması olduğu müddetçe Rusya, ABD’nin PKK’yı tekelleştirme ve Irak federasyon modelinin Suriye’ye dayatma planlarını akamete uğrattığını biliyordu. İşin ilginç yanı, ABD planlarının en açık biçimde bozulduğunu gösteren, Suriye-İran-Rusya ortak operasyonları değildi çünkü bu Şam üçlüsünde Rejim hep eski Suriye’nin peşinde ama çok güçsüzdü, İran’ı ise – dişine göre olduğundan-İsrail’in hayaleti yalnız bırakmıyordu.  Astana’nın asgari ruhunu hayata geçiren bu nedenle Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde yaptığı askeri operasyonlar ve yarattığı zimmi güvenli bölge idi. Dolayısıyla, aslında Moskova, Türkiye’nin kontrolündeki güvenli bölgenin Suriye toprak bütünlüğünü garanti edeceğini söylerken sadece Ankara’ya hoş bir mesaj vermiyor; Astana gerçeğini Şam’a tekrar hatırlatıyor. Astana süreci olgunlaşırken, ABD Suriye’de üst üste hatalar yapmaya devam etti ve Astana üçlüsünü, bu sefer azami müşterekte birleşmeye doğru itti: ABD’nin dengelenmesi. 

Zorlu ve zorunlu işbirliği 

Ancak, Astana öyle bir süreç ki, başından beri bu asgari ve azami müşterekler arasında Astana üçlüsünün özelde de Türkiye ve Rusya’nın farklı düşündüğü, farklı pozisyonlar aldığı pek çok önemli mesele, en önemlisi de Suriye muhalefetinin kimliği, geleceği ve hangi aktöre yakın olacağıyla ilgili mesele var. Bu asgari ve azami müşterekler arasındaki boşluk durduğu sürece – ki Türkiye bu noktada kendi çıkarı ve güvenliğinin öngördüğü pozisyonu koruyup bu pozisyonun korunması üzerinden pazarlık yapmaya devam edecektir, Ankara-Moskova uzlaşısı ancak bu zorlu pazarlıkların sonunda adım adım olacaktır. Meselenin çetrefilliği, Suriye rejiminin çok çok güçsüz ama güvenilmez olduğu gerçeği ve Türkiye’nin kendi çıkarlarından taviz vermeme kararlılığı düşünüldüğünde doğal olan da budur- Astana’nın işleyişinde aksayan ayaklar olacak, zaman zaman tansiyon yükselecek, Rusya-Türkiye ilişkisi kırılıyor mu soruları yine yeniden sorulacaktır. Fakat merak edilmesin, her seferinde Ankara ve Moskova başka başka “dondurma diplomasileri” bulmayı başaracaktır. İdlib Mutabakatı (doğasının tüm zorluğu ve Rusya’nın tüm isteksizliğine rağmen) Rusya-Türkiye ilişkisinin asgari-azami müşterekler arasında nasıl evirileceğini görme/gösterme bakımından bir deneme tahtasıydı. 

Yeni gerçeklik  

Ciddi hasarlar meydana geldi, Rusya Türkiye’nin caydırıcılığını sınadı ve Ankara’nın caydırıcılığının işlediğini gördü. Sonrasında iki lider “Astana devam ediyor ve edecek”, “İdlib Mutabakatı da şimdilik devam ediyor” (12 gözlem noktası muhafaza edilecek) açıklamalarıyla, sorunlar yumağını, ciddi meselelerin üzerinden ciddi pazarlıkları Eylül ayında Ankara’da gerçekleşecek üçlü Astana buluşmasına havale ettiler. Rusya-Türkiye zorlu ve zorunlu işbirliği, bu adla veya başka bir adla, dikenli bir yolda yürürmüş gibi, orası-burası çizilerek işlemeye devam edecek. Nitekim, Moskova buluşmasından, Eylül’e kadar Türkiye ve Rusya’yı idare edecek uzlaşının hangi anlayışa ve hangi geçici tedbirlere dayanacağı da çıktı: Buna göre ortak anlayış, hem Rejim’e hem teröre dur denilmesi. Şimdi, şüpheciler haklı olarak iki taraf Rejim’i farklı görüyor, Rusya için bu terörist, Ankara için şu terörist; farklılıklar baki diyeceklerdir. Oysa burada ortak anlayışın ifade ettiği “dur”, karşılıklı olarak Ankara ve Moskova’nın caydırıcılıklarının işlemesidir. Tüm saldırılara Türkiye sahadaki askeri kuvvetlerini güçlendirerek, yani caymadan, caydırıcılığını güçlendirerek cevap vermiş, 9 nolu gözlem noktasından kritik bir süreçte dahi çekilmemiş ve askeri sevkiyatına devam etmiştir. Şimdi de Rus askerleri geçici bir tedbir olarak Rejim ve TSK unsurları arasına konuşlanarak TSK’ya yönelik bir saldırıyı caydırmaktadır. Bu geçici tedbirlerin ne şekilde uzun vadeye döküleceğini görmek için Eylül’ü beklememiz gerekecek.   

Moskova’daki buluşmada Putin, geçici tedbirlerin ötesinde Ankara’yı selamlamak istemiş olacak ki, güvenli bölge ile ilgili uzun süredir sürdürmüş olduğu muhalif duruştan geri adım atıp, Fırat’ın doğusuyla ilgili Türkiye’nin duruşunu Astana süreci ve Suriye’nin toprak bütünlüğüne bağladı. Artık çocuklar bile Fırat’ın doğusunda pazarlığı Kremlin ile değil ABD ile yaptığımızı biliyor ama yine de Rusya’dan kopartılmış bu sözler Ankara’nın meşru duruşu açısından önemli. Aslında Türkiye-Rusya arasındaki son gerilim ve gerilimin liderler-arası diplomasi içinde ABD’ye mesaja dönüştürülmesi, bize Türkiye-ABD arasındaki gerilimin güvenli bölge mutabakatına dönüştürülmesi sürecini hatırlatıyor. Denilecek ki Türkiye aynı anda hem Rusya’yı hem ABD’yi dengelediğinden, dengenin dengeleyicisi olduğundan bu benzerlik doğal. Bu doğru bir nokta, ancak son üç ay içerisinde iki büyük güç ile yürütülen pazarlıkların biçimi bize bir gerçeklik daha gösteriyor. Zihninizde Fırat’ın batısı ve doğusuyla ilgili iki krizi karşılaştırın; göreceksiniz, her iki krizde de, büyük güçlerin her ikisi de farklı biçimlerde önce Türkiye’nin caydırıcılığını sınıyorlar. Bu sınama ile Türkiye’yi taviz verme aşamasına getirip getiremeyeceklerini de test ediyorlar. Türkiye’nin sahadaki askeri caydırıcılığı çalışıyor, hatta caydırıcılığı kuvvetlendirmek için Türkiye sahadaki askeri varlığını artırıyor. Türkiye’nin caydırıcılığı işlediği anda karşı taraf da kendi caydırıcılığını işleterek zarar kontrolü yapıp, Ankara’yı tamamen kaybetmemek için diplomasi/pazarlık masasını çalıştırıyor. Tabii verilen mesajların sıcaklık derecesi büyük güçlerin kendilerini ne oranda dev aynasında gördüklerini de gösteriyor. Trump Türkiye’ye karşı hataların faturasını Obama’ya kesiyor, Putin beraber uzaya çıkalım diyor. 

Kısaca, Ankara dengenin dengeleyicisi konumunu, iki büyük güç dahil bütün sınamalara karşı caydırıcılığını işlettiği bir güç projeksiyonuna dayandırıyor. Yani, karşı tarafın taktik amacı ne olursa olsun (oyalama, zaman kazanma vb), Ankara taktik amaçlarla çok ilgilenmiyor. Pençesi vurmaya hazır yukarı kalkmış bekliyor. Çok zor değil mi; sürekli sallanan, oraya buraya savrulan Suriye-Irak-Ortadoğu-Doğu Akdeniz treninde caydırıcılığını sınamaya kalkanlara vurmaya hazır beklemek, yeri geldiğinde de savrulmadan, tökezlemeden vurmak. Ankara bu zor işin altından kalkıyor; tren menziline ilerlerken güç projeksiyonuna dayalı diplomasi Ankara’yı askeri olarak daha da güçlendiriyor. Ve akıllı görünmeyi çok seven Moskova, Ankara’nın bu yeni stratejisini ABD’den önce fark etmiş görünüyor. 

 @nursinguney