Dönülmez akşamın ufkuna doğru... Süpersonik füze yarışı ne anlama geliyor?

Prof. Dr. Nurşin Ateşoğlu Güney / Nişantaşı Üniversitesi
23.10.2021

Balistik füzelerden farklı olarak süpersonik füze, bugün stratejik zihnimizi şekillendiren savunma-saldırı dengesini farklılaştıracak nitelikte. Çin'in başarısız olsa da "vuslata bu kadar yakın" bir deneme yapması ABD adına korkutucu. Zaten ABD'deki "Çin'in gerisinde kaldık" telaşının yeni silahlanma dalgasına yol açmasından ürken Pekin, inkar yoluna gitti.


Dönülmez akşamın ufkuna doğru... Süpersonik füze yarışı ne anlama geliyor?

Bir süredir dikkatlerimiz Asya-Pasifik'e yönelmiş durumda. Mesele sürekli Biden'ın ABD dış politikasını Asyalılaştırması üzerinden tartışılıyor. Oysa Biden ekibi, Asya'ya dönüş kararını "beyaz bir sayfa" üzerinde almadılar, alamadılar. Yani ABD'nin dikkatini Çin'in yarattığı riske çevirmesi ve Pekin'i sınırlandırmak için açık hamleler yapması bir dış politika tercihinden ziyade stratejik bir zorunluluk gibi duruyor. ABD ve Pasifik dengeleriyle aktif olarak ilgilenebilecek güçler için bu zorunluluk Çin'in iddialı dış politikasının kaydettiği mesafeden kaynaklanıyor.

Ejderhayı dürtmek

2010'larda nükleer denizaltı geliştirdiler mi, uçak gemileri var mı, yani bu ejderhanın dişleri çıkmış mı diye bakılan Pekin, dişlerini de ateş savurabileceğini de gösteriyor. Uzun süre Çin'in güçlenmesinin popüler doktrini olan barışçıl yükseliş fikri bugün pek akıllara gelmiyor. Bilindiği üzere Pekin, Hint Okyanusu- Pasifik bağlantısı için özel bir öneme sahip Güney Çin Denizi'ndeki tartışmalı sularda bir süredir yapay adalar inşa ediyor, bu ada/adacıkların üstüne de askeri üsler kuruyordu. Bu strateji ile tartışmalı deniz alanının yüzde sekseni üzerinde hak iddia eden Çin üstelik böylece adaların silahlanması üzerinden iddialı politikasının sahasını da genişletmiş durumda. Çin'in insan kaynağı da düşünüldüğünde bu örtülü yayılma Filipinler, Vietnam, Brunei ve Malezya gibi kıyıdaş ülkeler başta olmak üzere Hint- Pasifik'teki tüm aktörleri özellikle de ABD'yi oldukça rahatsız etmekte. Zira böylece sadece Asya-Pasifikte var olan gerginlik kaynağı Tayvan sorunu, Kuzey Kore meselesi ve Çin ile Japonya arasındaki egemenlik ihtilaflarına çok ciddi bir sorun daha eklenmiş olmuyor, aynı zamanda Çin'in Hint-Pasifik ekseninde sınırlandırılmasının maliyeti de yükseliyor. Deniz yetki alanlarındaki tartışma ve egemenlik sorunları yeni değil elbette. Ama Çin'in iddiasını Hint-Pasifik bağlantısında dengeleyici adımlarla ve somut bir silahlanma ile durdurmaya çalışmak nispeten yeni bir çaba. Bu çabanın son adımı AUKUS paktının mürekkebi henüz kurudu. Her ne kadar QUAD ve AUKUS Hint-Pasifik bölgesindeki deniz ticaret yollarının açık kalması adına önemli adımlar olarak görülse de kimilerine göre ister istemez ejderha dürtülüp duruluyor. Sonuç, ABD ve müttefiklerinin istediği yönde olmayabilir.

Korkumuz Bambu Perde mi?

Adlandırılıp haritada işaretlendiği andan itibaren Hint-Pasifik dediğimiz alan, 5 nükleer güce ev sahipliği yapan kabiliyetli güçlerin var olduğu, ben de varım dediği bir sahayı temsil ediyor. Soğuk Savaş sonrası bu bölge, ASEAN mekanizmalarının varlığına rağmen iki kutuplu Soğuk Savaş yıllarını hatırlatır biçimde seyreden büyük güç mücadelesi ve rekabetinden bir türlü kendini kurtaramadı.

Yani kimi uzmanlara göre bu bölgede Yeni Soğuk Savaş'ın başlamasına gerek yok çünkü eski Soğuk Savaş hiç bitmedi. Bu büyük bir sorun çünkü büyük güç mücadelesinin tansiyonu yükselttiği, silahlı güçlerin güvenlik ikilemini derinden hissettiği bu alanda konvansiyonel alt seviyede sıcak çatışmaların yaşanması ihtimali söz konusu ve ABD yaygınlaştırılmış caydırıcılığının bu alt seviye çatışmaları önleme konusunda yetersiz kalabileceği biliniyor. Unutmayalım bölgede Soğuk Savaş'ın sembolü demir perde değildi, esnek, kırılgan, taşınabilir ve konvansiyonel mücadele içerisinde yer değiştirebilen, en önemlisi kurşun geçiren "bambu perdeydi." Bu nedenle eğer ejderhayı silahlar ve ittifaklar üzerinden dürtmeye karar verdiyseniz, bambu perdelerin inmesine ya da yanıp kül olmasına hazır olmanız gerekir. Bölgenin "yaramaz çocuğu" gibi takılan Kuzey Kore'nin ikide bir yeni bir balistik füze denemesi yapmasının nedeni Güney Kore ve ABD'ye baskı oluşturmaktan ziyade bu gergin atmosferde silahlarıyla sahada var olabildiğini göstermek. İşte bu manzara karşısında durumun vahameti üzerine düşünenler hafta başında Financial Times gazetesinde çıkan bir haber ile sarsıldılar. Bu haber şuana kadar "küçük konvansiyonel savaşlar", "yaygınlaştırılmış caydırıcılığın sınanması" ve bambu perdeler minvalinde dönen tartışmaların rotasını birden değiştirdi.

Süpersonik füze

Financial Times'ın haberine göre, Çin Ağustos ayında nükleer başlık taşıyabilen bir süpersonik füze denemesi yaptı. Pentagon bu haber konusunda fazla bir yorum yapmadı ve sadece "Pekin'in silahlanma girişimlerini yakından takip ediyoruz" gibi nereye çekilse olur bir yorumla yetindi. Konuyu bizlere aktaranlara göre, ABD istihbaratı için Çin'in son süpersonik füze denemesi tam bir sürpriz olmuştu. Haberi alan istihbarat yetkililerinin donup kaldığını ballandıra ballandıra anlatan haber siteleri az değil. Eğer doğruysa bu şaşkınlığın temel nedeni Çin'in füze kabiliyetinin şu anda gelmiş olduğu aşamayla ilgili. Balistik füzelerden farklı olarak bu kabiliyet, bugün stratejik zihnimizi şekillendiren savunma-saldırı dengesini farklılaştıracak bir nitelik taşıyor. ABD adına silahlanma maliyetini de oldukça yükseltebilir. Çin'in başarısız olsa da "vuslata bu kadar yakın" bir deneme yapması ABD adına korkutucu. Zaten ABD'ndeki "Çin'in gerisinde kaldık" telaşının yepyeni bir silahlanma ve baskı dalgasına yol açmasından ürken Pekin, Ağustos ayındaki denemenin süpersonik füze denemesi olduğunu hemen inkâr etti. Çinliler sıradan bir uzay aracı denemesi yaptıkları konusunda ısrarlılar.

Ki bu bölgede 5 nükleer gücün 5'i de yani Hindistan, Rusya, Çin, ABD ve Kuzey Kore süpersonik füze geliştirme üzerinde çalışmakta. Bu 5 güçten ABD dışında herhangi bir gücün, ABD müttefik listesi dışındaki güçlerin ipi Washington'dan önce göğüsleme ihtimali ve bunun ABD ulusal ve yaygınlaştırılmış nükleer caydırıcılığı üzerinde yapabileceği etki çok büyük olur. Keza süpersonik füze testleri başarılı olduğu taktirde füze savunma sistemlerinin geleceği ile ilgili tartışmaların başlaması kaçınılmaz. Yeni kıyamet günü senaryolarına ve şanslıysak sonrasında yeni silahların kontrolü ve azaltılması anlaşmalarına hazır olalım. Durumu şöyle özetleyebiliriz. Bu yaşadıklarınızı Yeni Soğuk Savaş sanıyorsanız, daha hiçbir şey görmediniz.

Geleceğe geri dönüş mü?

Yaşı uygun olanlar hatırlayacaktır Steven Spilberg'in "Back To Future" Geleceğe Dönüş serisi bir zamanlar çok popülerdi. Kahramanımız 1950'lerin Amerika'sına dönüyor, rock'n roll yapıp milkshake içiyordu. Her şey hem çok tanıdık hem de çok farklıydı. Filmin yıldızları geçmişi tekrar etmek ve değiştirmek arasına sıkışmışlardı. Financial Times haberiyle uluslararası kamuoyu da 1950'lere geri döndü. Yeni bir "füze açığı" telaşı ile karşı karşıyayız. Her şey hem çok tanıdık hem de farklı. 1950'lerin sonlarında SSCB, Sputnik uydusunu uzaya fırlattıktan sonra Washington, nükleer bombaları hedefe gönderme yarışında Moskova'nın yarışı önde götürdüğüne inanarak füze açığı telaşına girmişti. Sonuçta ABD silahlanmaya hız vermiş, bu silahlanma Moskova'yı tetiklemiş, iki aktör füzeleriyle Küba'da burun buruna gelmişti. Oysa, 1960'ların ortasında nükleer denge kurulduğunda ortaya çıkan uydu görüntüler, ABD'nin 1950'li yıllarda SSCB ile olan füze yarışında hiç de geride kalmadığını kanıtlamıştı. Bu durum o tarihten sonra tamamen bir algı yanılgısı olarak kayıtlara geçmiştir. Kısaca bir yarış varsa kimin önde olduğu kadar, rakibin önde olduğunun düşünülmesi de silahlanma adına son derece ciddi sonuçlar doğurabiliyor. Küba krizi, kıyamet gününün yani nükleer savaşın yakın olduğunu gösterdiğinden, ABD ve SSCB bir taraftan aralarındaki stratejik nükleer saldırı silahları mevcuduna bir tavan sınırı koymuş diğer taraftan da stratejik nükleer savunma silahlanmasını yasaklayan ABM füze karşıtı savunma anlaşmasıyla nükleer caydırıcılığı ve dolayısıyla onun dayandırıldığı nükleer dengeyi güvence altına almışlardı. Bugün aynı o günlerdeki gibi bir füze yarışı ile karşı karşıyayız. Bu yarışta kim öne geçerse stratejik caydırıcılığının devamı adına çok önemli bir merhaleyi rakiplerini sıkıştırarak ve onları muhtemelen çok pahalı bir yarışın içerisinde hapsederek kat edecek. Ancak şimdi bu yarışta füze açığı telaşını ABD, Çin karşısında hissediyor. Bu açık gerçek veya değil Washington'u hem süpersonik füze araştırmalarında hem de füze savunma sistemi konusundaki ARGE'de hırslı olmaya itecek. Üstelik bu gün söz konusu füze yarışının sadece 2 ülke arasında değil 5 ülke arasında olduğu unutulmamalı. Dolayısıyla bugün geçmişin izinden nerelerde gidilecek, nerelerde geçmişten sapılacak, bu sorunun cevabı kolay kolay verilemiyor.

Korku ve caydırıcılık

Soğuk Savaş sonrası dönemde ABD füze karşıtı savunma sistemlerini kısıtlayan ABM anlaşmasından tek taraflı olarak çekilerek nükleer yetenekli rakiplerinin balistik füzelerine karşı kendi füze savunma sistemi ile nükleer caydırıcılığını korumak istemiştir. Bu durum Washington için süpersonik füze yarışına kadar değişmeden devam etti. Ancak, bugün süpersonik füzelerin balistik füze sistemlerine kıyasla bazı teknik üstünlükleri söz konusu. Bu füzeler sesten beş misli bir hızda uçuyor ve uçuş sırasında rotasını değiştirebiliyor. Dolayısıyla bu füzelerin uçuş sırasında tespit edilmesi ve durdurulması konusunda ciddi bir belirsizlik söz konusu. Özetle süpersonik füzelere karşı mükemmel bir biçimde işleyen bir savunma mekanizmasının olmadığını söyleyebiliriz. Süpersonik füzelerin saldırı esnasında yarattığı bu belirsizlik durumu savunma pozisyonunda olan ülkenin kriz esnasında hesaplama yapmasını, mükemmel karşılık bulmasını zorlaştırıyor. Bu yüzden ileride bu tür bir silahlanma yarışı süpersonik füze teknolojisinin yayılması ile sonuçlanırsa bu füzelere sahip rakip güçler arasında bir nükleer çatışma ihtimalinin artacağını söyleyebiliriz. Bu aslında düşünülmeyen ihtimaldi.

Yeni soğuk savaş

Bu noktaya kadar büyük güçler arasında tezahür eden yeni jeopolitik rekabet belirli bölgelerde değerli alanların, boğazların, adaların, geçit ve koridorların kapatılması biçiminde gerçekleşiyordu. AUKUS ve nükleer silah teknolojisinin yayılması meselesi A2/AD -Alan kapatma rekabetinin sınırlarında gezdiğimizi, ancak henüz sınırı geçmediğimizi gösteriyordu. Oysa yeni tip nükleer füze yarışı artık büyük güçlerin kendi caydırıcılıklarını sınayacakları ve alan kapatma maliyetinin çok artacağı bir geleceği işaret ediyor. Bu rekabette yeni bir seviye demek.

Bu yeni seviyenin Çin-ABD rekabeti açısından özel bir anlamı var. Bilindiği üzere Financial Times haberine göre Çin sadece nükleer kapasitede bir süpersonik füze denemesi yaptı ve bu deneme hedefini 25 km sapma ile vurdu. Dolaysıyla, Pekin henüz yüzde yüz mükemmeliyetle çalışan nükleer süpersonik füzesini işler hale getiremedi. Ancak, Çin'in bu denemesi bile ABD için bir risk ortaya çıkardı. Bunun en önemli sebebi, füze saldırılarına karşı ABD'nin kuzey kutbundan gelecek muhtemel Rus füze saldırısına yönelik füze savunma sistemi kurmuş olması. Şimdi, Çin yakın bir zamanda nükleer kapasiteli süpersonik füzesini operasyonel hale getirirse, bu füzenin sahip olduğu kapasite sayesinde Pekin'in ABD'ye kuzeyden mi yoksa güneyden mi saldırıda bulunacağı belirsiz bir hale geliyor. Gene bu tip yeni füzenin balistik füzelerin aksine fırlatıldıktan sonra seyri net olarak tespit edilemediği- ve uçuş sırasında sürekli manevra yapabildiği için- için yakalanması neredeyse imkânsız hale geliyor. Bu nedenle, savunma hattında kalan ülkenin- ki burada biz bunun ABD olduğunu varsayıyoruz- Çin'in süpersonik füzesinin ABD'deki hedefi vurmasından önce durdurulabilmesi için Washington'a geriye çok kısıtlı bir zaman kalıyor. Eh, ejderhayı dürtmeden önce belki iki kere düşünmek gerekiyordu.

Nükleer istikrarsızlık

Sonuçta, Washington'un savunmasında ortaya çıkacak bu belirsizlik hali, ABD'nin düşman veya rakip ülkelerin olası füze saldırılarına karşı bugüne kadar kurmuş olduğu nükleer caydırıcılığını işlevsiz kılacak yeni bir kapasite ortaya çıkarıyor. Böyle bir olasılığın gelecekte gerçekleşmesi halinde ise, Soğuk Savaş yıllarındaki nükleer istikrarsızlık dönemine geri dönme riski ile karşı karşıya kalacağımızı söyleyebiliriz. Şimdilik üç hususun altını çizerek yazımızı noktalayalım. 1)- Olası bu nükleer istikrarsızlık hali yeni nükleer denge ve istikrar yeniden tesis edilene kadar devam edecek. Dönülmez akşamın ufkundayız. Vakit çok mu geç? Yeni Soğuk Savaş'ın kucağına atlamak için büyük güçler bu kadar hevesliyken maalesef "silahsızlanma" inisiyatifleri için parlak bir dönemde değiliz ama kesinlikle heyecanlı bir dönemdeyiz. 2)- Bu ortamda Avrupalılar hala kuramadıkları stratejik özerklik hakkında konuşup duruyorlar. En son birileri Avrupa bürokrasisine konuyla ilgili artık yeni bir belge üretmemesi konusunda adeta yalvardı. Asya'da olan biten Avrupa'nın hayallerini de sınırlıyor sonuçta. 3)-Gelecekte yaygınlaştırılmış caydırıcılık ve müttefiklik ilişkileri bu gelişmelerden etkilenecek. Ülkesini ABD silah ambarına dönüştüren Yunanistan gibi takipçi ülkeler gelişmelere çok uzaktan bakmanın riski ile karşı karşıya kalabilirler.

[email protected]