Döviz üzerinden yapılan sözleşmelerin akıbeti

Cüneyd Altıparmak / Hukukçu
4.12.2021

Ortada imzalanmış ve doların artması ile fiyatı durduk yerde kat be kat artan sözleşmeler var. Bu beklenmeyen durum karşısında vatandaş ne gibi haklara sahip? Gelişen süreçte neler yapabilir? Döviz cinsinden yapılan sözleşmeler durduk yere bir taraf lehine "fahiş" ve "sebepsiz" bir zenginlik oluşturur mu?


Döviz üzerinden yapılan sözleşmelerin akıbeti

"İnsanoğlunun temel sorunu üç değişkeni bir araya getirmektir: Ekonomik verimlilik, sosyal adalet ve bireysel özgürlük" diyor Keynes. Son günlerde yaşanan döviz kurlarındaki ani değişim bir ekonomik durum. Ama sadece ekonomi ile izah edilecek veya düzeltilebilecek bir durum da değil. Hükümet bu durumu ekonomik gelişme modelindeki değişikliğin bir sonucu olarak izah ediyor ve devam edebileceğini belirtiyor. Bu tür iktisadi gelişmeler, bunalımlar, krizler, sorunlar hemen her ülkenin gündeminde... Yaşanan pandemik sürecin, ülkelerin yaptıkları tercihlerin, bu tip sorunlarda payı var ancak bunların dışında başka küresel faktörlerin de olduğunu görmek gerekiyor. Devletlerin bir görevi de ekonomik sorunlar kapıya dayandığında bununla mücadele etmek, vatandaşı olabildiğince korumaktır. Zira "piyasa" denilen olgunun tamamen serbest bırakılması çeşitli sorunları da beraberinde getirecektir. Çünkü Keynes'in dediği gibi "piyasalar mantık ile değil hayvani içgüdüler ile hareket eder". Devletler tedbirlerini kurallar koyarak alır ve vatandaş hakkını yargıya başvurarak arayabilir.

Hukuk ve ekonomi

1970'li yıllardan sonra gayet süratli biçimde gelişen "liberalizasyon" yaklaşımı neticesinde, piyasaları düzenleyen katı kurallar gevşedi veya yerini piyasaya müdahale edilmemesi yönünde kurallar getirilmesine, "serbest piyasanın" mutlaklığını koruyan hukuki düzenlemelere bıraktı. Bu ekonomik sistem nedeniyle bir yanda "krizleri" öbür yanda "küreselleşmeyi" yaşıyoruz. Bugün piyasayı denetleyen, düzenleyen, gözetleyen birçok kurumun bir hukuki mevzuatı var. Olağan dönemin kurallarının yanında olağanüstü dönemlerde yapılaması gerekenler de hukuk eliyle belirlenmiş durumda. Sahte para basmak, stokçuluk gibi cezai durumlar; milli paraların korunması, bankacılığın denetlenmesi gibi önleyici yapılar; para basma, Merkez Bankasının müdahalesi gibi düzenlemeler meselenin en basit örnekleridir. Hukuk ile ekonomi arasındaki ilişki bununla sınırlı değildir pek tabii. Uluslararası yatırımcıyı koruma altına alan düzenlemeler, küresel ticarete uygun olarak uyuşmazlıkların çözülmesi de bir ülkedeki yargısal faaliyetlerin niteliği de hukuk-ekonomi ilişkisinin parametresi arasında.

Dövizin etkisi

Sayın Erdoğan'ın Türkiye'nin "yeni ekonomi modelini" "yüksek faiz vererek sıcak para çekme politikasını elimizin tersiyle itiyoruz. Düşük faizle yatırımı ve ihracatı destekleyeceğiz" şeklinde özetlemesinden sonra, dövizde bir artış oldu. Bu belirsizlik ve artış trendi TL bazındaki mevduatların da döviz cinsine tahvil olması sonucunu doğurdu. Pek tabii, iktisadi politikadaki bu değişim, belirli zorluklar içeriyor. Tıpkı, belirtilen iki tercihten diğerinin seçilmesinde de olabileceği gibi. Burada gözden kaçırılmaması gereken iki temel nokta var: Birincisi iktidar bir değişim olduğunu teyit ediyor ve buradaki odağını "üretim ve istihdamın" desteklenmesi olarak belirliyor. İkincisi ise hükümet bu konunun çeşitli sancıları olabileceğini de belirtiyor. Bu konuda kim ne derse desin üç gerçek var: (1) Tüm dünyada rutin dışı gelişmeler (2) Ekonomilerin tamamında devlet müdahalesi (en basit örnek para basma izinlerinin arttırılması) (3) Ekonomik krizlere yapılan en meşru müdahalelerin "hükümet" tarafından yapılanlar olması. Bu izah ettiklerimiz makro durum. Meselenin mikro düzeyi, vatandaş boyutu var bir de. Ortada imzalanmış ve doların artması ile fiyatı durduk yerde kat be kat artan sözleşmeler var. Bu beklenmeyen durum karşısında vatandaş ne gibi haklara sahip? Gelişen süreçte neler yapabilir? Döviz cinsinden yapılan sözleşmeler durduk yere bir taraf lehine "fahiş" ve "sebepsiz" bir zenginlik oluşturur mu?

Uyarlama hakkı

Bu tür olağanüstü durumlarda "mağdur olduğunu düşünen kimseler için" hukuken bir yol var: "Uyarlama talep etme hakkı". Uyarlama hakkı, karşılıklı sözleşmelerde edimler arasındaki dengenin tarafların kusuru olmadan, olağanüstü değişimler ile alt üst olması ve bunun sonucu olarak borcun ifasının güçleşmesi halinde ortaya çıkan bir durumdur. Türk Borçlar Kanunun 138.maddesinde bu hak tüm sözleşmeler için düzenlenmiştir. Merkez Bankasının yıl sonu tahminlerini de aşan bu olağanüstü dalgalanma "uyarlama hakkının" kullanılmasına olanak veren bir durum. Bunun için yapılması gereken, karşı tarafa bu talebi iletmek, şayet kabul edilmez ise dava açmak. Davanın açılacağı mahkeme işin mahiyetine göre farklılık göstermektedir. Burada dava açılacak mahkeme işçi-işveren uyuşmazlıkları için iş mahkemesi olacakken, ticari alım satım gibi bir konu var ise Ticaret Mahkemesi, taraflardan biri tüketici ise Tüketici Mahkemesi, kira ile ilgili ise Sulh Hukuk Mahkemesi ve diğer özellik arz etmeyen durumlarda Asliye Hukuk Mahkemesi olacaktır... Bu davanın açılması için bir süre şartı yoktur. Ancak makul süre içinde bu hakkın kullanılması gerekir. Sözleşmedeki edimlerin bir kısmı yerine getirilmiş olsa bile henüz sözleşme bitmediği için dava açılması mümkündür. Misal, döviz karşılığında bir mal alınmış ve beş taksitten üçü ödenmişse, sözleşmenin tümü için dava açılıp, ödenen tutarın, ödeneceklerden mahsubu talep olunabilir.

Döviz ile sözleşme yasağı

Türk Parası Kıymeti Korumu Kanunu (1567 s. Kanun) çerçevesinde de bir takım düzenlemeler söz konusudur. Kanun, gerekli adımların atılması için Cumhurbaşkanına yetki vermiştir. Cumhurbaşkanı bu yetkisini "Türk Parası Kıymetini Koruma" kararları ile kullanır. Bu konuda 85 sayılı karar ile birtakım düzenlemeler yapılmıştır. Buna göre özetle; ülkemizde ikamet eden kimseler kendi aralarında yapacakları gayrimenkul satışlarına ilişkin sözleşmeleri döviz veya buna endeksli biçimde yapamayacaktır. Bu yasaklanmıştır. Bu durum (birtakım istisnaları olsa da) taşınmaz kiraları için de geçerlidir. İş sözleşmeleri için durum biraz faklıdır. Türkiye'de yerleşik kişilerin kendi aralarında akdedecekleri gemi adamlarının taraf oldukları veya yurt dışında ifa edilecek iş sözleşmelerinde dövizle sözleşme yasağı bulunmamaktadır. Aynı durum Türkiye'de çalışan yabancılar için de geçerlidir. Yine "serbest bölgeler" içinde döviz veya endeksli sözleşme yapmak mümkündür. Anılan 85 sayılı kararda, yasak ve istisna kapsamındaki sözleşmeler ve işlerin türleri gösterilmiştir. Burada döviz ile akdedilme yasağı bulunan sözleşmelerin bu kuralı ihlal etmesi de ayrıca dava konusu edilebilir. İstisna kapsamındaki durumlarda ise uyarlama davasına gidilebilecektir. Dövizdeki artış nedeniyle açılan davada dosyayı inceleyen hâkim, işin mahiyetine, sözleşme tutarına, tarafların durumuna ve konuya ilişkin varsa özel durumlara bakarak meseleyi değerlendirecektir. Vereceği karar sözleşmenin mali yönüne ilişkin yeniden bir belirleme yapmak olacaktır.

Artan kiralar

Burada kiralamalar konusuna da ayrıca değinmek gerekir. Son dönemde konut kiralarında fahiş ve anlamsız bir artış söz konusu. Talep edilen tutarlar özellikle ticari kiralarda sanki dövize endeksli arttırılıyor veya artıyor. Kafe, restoran sahibi de bu artışı kabul etmek zorunda kalıyor. Ancak böyle bir duruma maruz kalan kimselerin kira bedelinin tespitini istemesi veya yaşanan sorunlar nedeniyle uyarlama talep etmesi mümkün. İstinaf mahkemelerinin değerlendirmelerini onayarak içtihat oluşturan Yargıtay özetle şunu kabul ediyor: Sözleşmenin başlangıcında var olan dengenin kiracısının kusur olmadan bozulduğu bu gibi durumlarda, gelirin düştüğü işletme defterleri ile ispatlanmış ise mahkemece karar verilerek kira parası indirilebilir veya yeniden belirlenebilir. Konut kiralarında da krizi fırsat bilip astronomik düzeyde zam yapmak isteyen ev sahiplerine karşı atılabilecek hukuki adımlar var. Kira sözleşmesinin ilk imza edildiği tarihten itibaren beş yıl içinde ev sahibinin keyfi arttırım yapması mümkün değildir. "Burada kiralar katlandı, dolat gitti nereyi buldu" şeklinde bir talebin hukuki bir karşılığı bulunmuyor. Burada artış oranı TÜFE üzerinden olacaktır. Beş yılın sonun da rayiç bedel üzerinden bir belirleme yapılacaktır. Buna da itiraz etmek veya tespit istemek mümkündür. Krizlerin fırsat doğurduğu doğrudur, ancak krizi fırsat bilmek demek değildir bu!

Fırsatçılar ile mücadele

Fırsatları değerlendirmek ile krizlerde fırsatçılık yapmak çok ayrı şeyler. Bu ortamda, böyle bir sorun varken bir kimsenin parasının değer kaybetmemesi için elinden geleni yapması ile bu ortamın getirdiği bulanıklıktan istifade ederek zam yapmak, haksız fiyat belirlemek, rekabet koşullarını sarsacak adımlar atmak kamu düzenini bozucu davranışlar içinde yer alır. Gerek 6585 sayılı Perakende Ticaretin Düzenlenmesi Hakkındaki Kanunda gerekse Türk Ceza Kanunu bu konuda düzenlemeler getirmiştir. 6585 sayılı Kanuna göre, (1) üretici, tedarikçi ve perakende işletmeler tarafından bir mal veya hizmetin satış fiyatında fahiş artış yapılması yasaklanmıştır. (2) Üretici, tedarikçi ve perakende işletmeler, piyasada darlık yaratıcı, piyasa dengesini ve serbest rekabeti bozucu faaliyetler ile tüketicinin mallara ulaşmasını engelleyici faaliyetler yani stoklamak, satmaktan kaçınmak yasaklanmıştır. Alışveriş sırasında fahiş fiyat uygulandığını veya satımdan kaçınıldığını düşünüyorsak yapacağımız üç temel adım vardır: Birincisi ALO 175'de şikâyet etmek, diğer ise Haksız Fiyat Bildirim (HFA-BİLDİRİM) uygulaması üzerinden konuyu bakanlığa intikal ettirmektir. Son olarak durumu belediyeye bildirerek zabıta denetimi istemektir. Bu şekilde bir haksızlık var ise ilgililer hakkında idari para cezası uygulanacaktır.

Piyasayı etkileme suçları

Durum bununla da kalmamaktadır. Daha ağır yaptırımlar Türk Ceza Kanunu'nda öngörülmüştür. Buna göre Kanunun 237. maddesinde işçi ücretlerinin veya besin veya malların değerlerinin artıp eksilmesi sonucunu doğurabilecek bir şekilde ve bu maksatla yalan haber veya havadis yaymak veya sair hileli yollara başvurmak suç olarak kabul edilmiştir. Kanunun 238. maddesi ise taahhüt ettiği işi yerine getirmeyerek, kamu kurum ve kuruluşları veya kamu hizmeti veya genel bir felaketin önlenmesi için zorunlu eşya veya besinlerin ortadan kalkmasına veya önemli ölçüde azalmasına neden olunmasını suç olarak düzenlemiştir. Bu suçlar için ön görülen ceza üç aydan üç yıla kadar değişmektedir. Ekonomik sorunlarla hukuken mücadele etmek zor olan bir yoldur. Ancak bu yola başvurmanın gerekli olduğu zamanlarda tereddüt edilmemesi gerekir. Hiçbir ekonomik kriz bir başkasını sebepsiz olarak zenginleştirme aracına dönüşmemelidir. Devletler bu dengeyi tesis etmek zorundadır. Bir tarafı mağdur eden değişim; döviz kuru, faiz veya herhangi bir sebeple gündeme gelse bile vatandaşın uyarlama, şikâyet veya başka hukuki yollar ile gündeme getirmesi ve haklarını koruması mümkündür. Bu hukukun makro ekonomik gelişmelere karşı güçsüz olan bireyin kendisini koruyabilmesi için tanıdığı haklar bütünüdür. Bunun temelinde sosyal devlet ilkesi ve insanın ekonomik hakları vardır.

[email protected]