Dram trajediye dönüşürken kayıtsızlık artıyor

Hamit Emrah Beriş/ Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi
22.06.2023

14 Haziran'da Akdeniz'de batan göçmen teknesi, beş zenginin Titanik enkazını incelemek için girdikleri ve Atlantik'te kaybolan denizaltı kadar haber olmadı bile. Denizaltı kazasında ABD, İngiltere, Fransa ve Kanada donanmaları derhal devreye girip çok geniş kapsamlı bir arama-kurtarma faaliyeti yürütürken göçmen teknesinin batışının ardından karşılaşılan sessizlik durumun vahametini oldukça iyi anlatıyor.


Dram trajediye dönüşürken kayıtsızlık artıyor

Son dönemde dünyanın her yerinde nüfus hareketliliği giderek artıyor. Söz konusu göç dalgası, büyük oranda devletlerin kontrolü dışında ve düzensiz şekilde gelişiyor. Çok sayıda insan yoksulluk, açlık, terör ve iç savaş gibi sebeplerle ülkelerini terk ederek başka yerlere sığınma çabasında. Öyle ki bu insanlar, kendileri ve çocukları için daha iyi bir gelecek umuduyla hayatlarını tehlikeye atmaktan kaçınmıyorlar. Buna karşılık, gelişmiş devletler başta olmak üzere pek çok ülke yoğun göçü önlemek için olağanüstü bir çaba harcıyor. İnsanların her ne pahasına olursa olsun göç etme isteğiyle devletlerin bunu engellemek için verdiği amansız mücadele buluşunca vahim manzaralar ortaya çıkıyor.

Afrika ve Orta Doğu'nun Avrupa'ya açılan kapısı olan Akdeniz, göç yolunda kullanılan en önemli güzergâhlardan biri. Bu özelliği, Akdeniz'de her gün yenileri eklenen kaçak göç olaylarının belirmesine neden oluyor. 14 Haziran 2023 günü, bu bölgede son dönemdeki en büyük deniz kazalarından biri yaşandı. Yunanistan'a ait Mora Adası yakınlarında batan bir göçmen teknesinde ilk tespitlere göre seksenin üzerinde insan hayatını kaybetti. Kazadan yüz civarında insan sağ kurtarılabildi. Ancak daha vahim iddia, batan teknede yedi yüz elliden fazla insanın bulunmasıydı. Kazadan kurtulan görgü tanıkları, sırf geminin ambarında yüz civarında çocuk olduğunu ifade etti. Birleşmiş Milletler, ilk belirlemelere göre beş yüzden fazla kişinin kayıp olduğunu açıkladı. Yine görgü tanıklarına göre teknedeki bazı insanlar açlık ve susuzluk gibi sebeplerle kazadan daha önce hayatlarını kaybetmişlerdi. Bu konuda hiçbir resmî veri olmadığı için faciada gerçekten kaç kişinin hayatını kaybettiğini bilmek mümkün değil. Dahası ortada hiçbir rakam olmadığı için bu can kayıpları istatistiklere bile girmeyecek.

Denizaltı kadar ilgi çekmedi

Tekne faciasının haberlere yansımasıyla birlikte başka bir durumla da karşılaşıldı. Teknenin batmadan önce yaklaşık yedi saat boyunca Mora açıklarında hareketsiz beklediği, bu süreçte Yunan makamlarının hiçbir şekilde yardım etmediği iddiaları ortaya atıldı. Yunanistan'ın öteden beri göçmenlerle mücadele açısından oldukça sert bir tutum benimsediği biliniyor. Nitekim Yunan sahil güvenlik güçlerinin göçmenlere yönelik olumsuz tavrını ortaya koyan çok sayıda örnek var. Ancak burada tek sorumlunun Yunanistan olmadığı açık. Yunanistan, bir bakıma, deniz yoluyla göç açısından Avrupa Birliği'nin ileri karakolu durumunda. AB'nin diğer ülkelerinin de Yunanistan'la benzer bir yaklaşıma sahip oldukları ve dolaylı olarak bu tavrı destekledikleri biliniyor. Nitekim onca sayıda insanın etkilendiği bu kazadan sonra doğru dürüst kurtarma çalışması yapılmadı. Söz konusu kaza, beş zenginin Titanik enkazını incelemek için girdikleri ve Atlantik'te kaybolan denizaltı kadar haber olmadı bile. Kuşkusuz her insanın hayatı değerli. Ancak denizaltı kazasında ABD, İngiltere, Fransa ve Kanada donanmaları derhal devreye girip çok geniş kapsamlı bir arama-kurtarma faaliyeti yürütürken göçmen teknesinin batışının ardından karşılaşılan sessizlik durumun vahametini oldukça iyi anlatıyor. Bir bakıma, Batı dünyası, göçmenlerin mağduru olduğu olayların dramdan trajediye dönüşüne daha kayıtsız kaldı.

Düzensiz göçün devletler açısından en önemli güvenlik tehditlerinden biri olduğu açık. Devletler, bu göç dalgasını kesmek için dozu giderek daha da sertleşen tedbirlere başvuruyorlar. Ancak bu durum, göç sorununun çözümü açısından hiçbir anlam ifade etmiyor. İnsanların içinde yaşadıkları ülkedeki şartlar değişmediği sürece göç etmek için her türlü yolu deneyecekleri söylenebilir. Dolayısıyla ne tedbir alınırsa alınsın göçün insanlığın kaderindeki yerini koruyacağı açıkça görülüyor. Buradan hareketle, göç olgusunu yalnızca güvenlik önlemleriyle ilişkilendirmenin yanlış olduğu görülüyor. Düzensiz göçle mücadele kaynak ülkedeki insanî şartların iyileştirilmesiyle başlayacak bir süreç. Bunun yanında, göçün engellenemediği durumlarda oluşan yükün devletler rasında adaletli bir şekilde paylaşılmasını sağlayacak mekanizmaların hayata geçirilmesi bir diğer öncelik olarak beliriyor. Ayrıca göçmenlerin sığındıkları ülkedeki hayat şartlarının iyileştirilmesi için uluslararası düzlemde işbirliği mekanizmalarının geliştirilmesi bir diğer başlık.

Asıl sorumluluk kimde?

Öte yandan bu yoğun ve kitlesel göçte asıl sorumluluğunun Batı dünyasına ait olduğunu söylemek mümkün. Batılı ülkeler, dünyanın geri kalanını kendi kontrolleri altında tutabilmek için devlet kapasitesinin geliştirilmesine izin vermediler. Yüzyıllar boyunca Afrika başta olmak üzere farklı coğrafyaların hem ekonomik hem de insanî kapasitesi Batı dünyası tarafından sömürüldü. Batı ülkeleri, aslında hâlâ dünyanın geri kalanını ucuz işgücü piyasası olarak görüyor. Bu bakımdan, bazı istihdam alanlarında maliyetleri düşürmek amacıyla sınırlı şekilde gerçekleşen düzenli ve düzensiz göçe göz yumulduğu biliniyor. Asıl sorun ile göçün hacmi ve hızı arttıkça karşılaşılıyor. Son yıllarda çok sayıda ülkede istihdamda yaşanan gerileme ve işsizliğin artması, göçmenlere yönelik olumsuz tepkinin de güçlenmesini beraberinde getiriyor. Bunun yanında, Batı ülkeleri geçmişte emperyalist hedeflerinin odağında yer alan devletlerin ekonomik ve toplumsal açıdan kalkınmasına izin vermediler. Vekâlet savaşları aracılığıyla bu ülkelerin sürekli bir güvenlik tehdidi içinde yaşamasına neden oldular. Terör örgütlerini devreye sokarak Batı dışı dünyada istikrarlı siyasî yapıların gelişmesini engellediler. Amaç, bu ülkelerin kendi potansiyellerini kullanmalarını engelleyerek üzerlerindeki Batı hegemonyasını sürekli hâle getirmekti. Dolayısıyla göç veren devletlerin içinde bulundukları durumda Batı dünyasının doğrudan sorumluluğu bulunduğunu söylemek mümkün. Şimdi ise bu sorumluluğun gereklerinin yerine getirilmesinden kaçınıldığı görülüyor.

Göç olgusuyla mücadele etmek için devletlerin ortak hareket etmesi oldukça önemli. Öncelikle insanların kendi ülkelerini terk etmelerine neden olan faktörleri doğru değerlendirmek ve içinde bulundukları şartları iyileştirmek önem taşıyor. Bunun yanında, ne tedbir alınırsa alınsın göçe neden olan tüm insanî krizler çözülemeyeceğine göre göçü somut bir olgu olarak kabul etmek gerekiyor. Dolayısıyla göçle ilgili sorunlarda devletlerin sorumlulukları paylaşmaları elzem. Oysa pek çok ülke, göç meselesinde sorumluluktan kaçmaya ve tüm yükü birkaç devletin üzerinde bırakmaya çalışıyor. Bu durumun en belirgin örneklerinden biri Suriye İç Savaşıyla birlikte gerçekleşen göçler vesilesiyle görüldü. ABD, bu topa neredeyse hiç girmezken AB ülkeleri sorumluluktan mümkün olduğunca kaçmaya çalıştılar. Türkiye, başta olmak üzere Suriye'yle sınırı olan ülkeler hızlı ve kapsamlı bir göç sorunuyla yüz yüze kaldılar. AB ülkelerinin bu süreçteki başlıca kaygısı, sığınmacıları kendi coğrafyasından uzak tutmaya çalışmak oldu. Buna karşılık, Türkiye, izlediği açık kapı politikası aracılığıyla Suriye'de yaşanan insanlık dramına kayıtsız kalmadı ve rejimin yanı sıra DEAŞ ve PKK/PYD/YPG tarafından gerçekleştirilmesi muhtemel katliamların önüne geçti. Üstelik Cumhurbaşkanı Erdoğan, izlenen bu politikanın iç kamuoyu bakımından oluşabilecek risklerini de üzerine aldı.

Türkiye, en baştan itibaren göçmenler konusunda insanî bir yaklaşım sergiliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, sığınmacı sorununun iç politika malzemesi haline getirilmesine izin vermedi. Seçim zamanında muhalefetin en önemli kara propaganda malzemesi ülkedeki sığınmacılar olmasına rağmen Erdoğan bugüne kadar süren yaklaşımını terk etmedi. Muhalefet, tamamen manipülatif bir şekilde, sığınmacıların ekonomik maliyetlerinden suçla ilişkilerine kadar pek çok konuda gerçeklerle ilgisi olmayan veriler ortaya attı. Özellikle ikinci tur öncesinde Kılıçdaroğlu'nun tüm kampanya stratejisi sığınmacı karşıtlığı üzerine kuruldu. Ancak Erdoğan, Batı'da gittikçe yükselen göçmen karşıtı popülist dilin Türk siyasetini esir almasını neredeyse tek başına engelledi. Elbette Suriye başta olmak üzere dünyanın farklı yerlerinden gelen göç dalgasına karşı somut ve gerçekçi adımlar atılması önemli bir husus. Ancak bu süreçte, tartışılan konunun insan hayatı olduğu gerçeğini gözden kaçırmamak gerekiyor. Türkiye, Suriye'den gelen sığınmacıların ülkelerine geri dönüşü için güvenli bir ortam yaratılmasına çaba harcıyor. Hem bunların gidecekleri güvenli bölgeler oluşturulması hem de sağlıklı konutlarla hayat alanlarının inşası bu süreçte Türkiye'nin attığı adımlardan bazıları. Nitekim bölgede güvenliğin sağlanmasına paralel şekilde geri dönüşlerin başladığı görülüyor. İlerleyen dönemde, Suriye'de istikrarın sağlanmasıyla geri dönenlerin sayısında ciddi bir artış olması beklenebilir. Ancak bunun için Türkiye dışında diğer devletlerin de ellerini taşın altına koymaları gerekli.

Akdeniz'de yaşanan trajik hadise, Türkiye'nin izlediği insanî politikalardan vazgeçilmesi durumunda karşılaşılabileceklerin küçük bir özeti durumunda. Göçmenlerin kendi kaderlerine terk edilmesi, karşılaşacakları tablonun vahametini daha da artıracak. Bu insanlar, insan ticaretinden organ kaçakçılığına, fuhuştan uyuşturucuya kadar pek çok suçun mağduru durumunda. Organize suç grupları kadar terör örgütleri de özellikle entegrasyon sorunu yaşayan göçmenleri kendileri için hedef kitle olarak belirliyorlar. Yani bu insanların dramları, göç etmeyi başarıp istedikleri ülkeye gitseler de bitmiyor. Üstelik ülke içinde karşılaşılan ekonomik sorunlardan asayişe kadar pek çok meselede göçmenler günah keçisi ilan ediliyorlar. İçinde yaşadıkları topluma uyum sağlayamamaları ve dışlanmaları ayrı bir mesele şeklinde beliriyor. Tüm bunlardan hareketle, devletler tarafından göçle ilgili ortak çalışmaların yapılmasının önemi her geçen gün artıyor. Türkiye'nin sığınmacılar konusunda izlediği insanî yaklaşımın dünya geneline yayılması göç sorununun çözümü için katkı sağlayabilecek. Ancak bunun için öncelikle uluslararası toplumun inisiyatif alıp gerçek anlamda harekete geçmesi gerekiyor.

@heberis