DSP, Yeni Bir Parti ve Türk siyasetinde liderlik

M. Taceddin Kutay/ Türk Alman Üniversitesi
2.03.2019

CHP küskünlerinin neden bir siyasal parti kurmayıp da imajı 2002 seçimlerinde yerle bir olmuş DSP’ye iltihak ettikleri sorusunun cevabı oldukça açık. Türkiye’de partileşmek için gereken en temel ihtiyaç bir lidere sahip olmaktır. İçlerinden, Türk siyasal kültürünün kodlarına hitap edecek bir lider çıkaramayacak olan bu küskünler en mantıklı olan yolu tercih ettiler ve bir ebedi lider kültünün şemsiyesi altına sığındılar. Böylelikle Bülent Ecevit siyaset sahnesine geri döndü.


DSP, Yeni Bir Parti ve Türk siyasetinde liderlik

Lider Türk siyasal kültüründe her şey demek değildir. Bunun en önemli ispatı Kemal Kılıçdaroğlu liderliğindeki CHP’nin yüzde yirmiler bandındaki oy oranını, Kemal Bey’in bütün liderlik nakısalarına rağmen muhafaza ediyor oluşudur. Cumhuriyet Halk Partisi’nin aldığı oy oranı, söz konusu partinin bir sosyolojik tabana dayandığı gerçeğini ortaya koyuyor. Evet, genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu olsa dahi CHP’nin alması mukarrer bir oy vardır ve bu Türkiye gerçeğidir. Buna mukabil lider Türk siyasal kültüründe çok şey demektir. Pederşahi hayat yorumu, siyasal kültürüne de derinden sirayet etmiş olan Türk insanı, karşısında bir riyaset görmek ve mesuliyeti, övgüyü, tenkidi bu riyasete yöneltmek talebindedir. Bu talebin bir diğer önemli sebebi de, Türk insanının soyutlamaya, soyut düşünmeye olan yatkınlığının maalesef pek de yüksek olmayışıdır. Hal böyle olunca siyasetten bah-setmek isteyen herkes, karşısında bir mücessem parti görmek, onun şahsında siyasal idealleri ete kemiğe büründürmek ve partiyi “o” olarak tasavvur etmek ihtiyacını hisseder. Dolayısıyla tabii sağ sol dağılımı sonrası siyasal skalayı asıl belirleyecek şeyin liderlik olduğunu dile getirmekte fayda var. Lider, Türk siyasetinin devamını sağlayan en önemli figürdür.

Baba figürü

Vaziyetin böyle olduğunu ispat için de doksanlara geri dönmek kafidir. Merhum Özal’ın vefatı ve Demirel’in köşke çıkması sonrası lidersiz kalan Türkiye siyaseti, Yılmaz-Çiller-Karayalçın gibi partilerinin genel başkanı olan, ancak asla lideri olamayan figürler arasına sıkışmış, sağlıksız koalis-yonlar ülkeyi felaketin eşiğine getirmişti. Bu tabloda 12 Eylül’ün bitirmeye azmettiği iki tabii lider tekrardan sivrilmeyi başardı. Merhum Erbakan ve Ecevit lidersiz kalan Türkiye siyasetine riyaset etti ve kaderin cilvesi olarak 28 Şubat’ın başat siyasal aktörleri olarak tarihe geçti. Türk insanı kendisi-ne hakikaten babalık yapacak bir figürü doksanlarda aradı. Demirel’in belki de en büyük siyasal sermayesi olan “baba” lakabı, fötr şapkası ile birlikte siyaset sahnesinden bir kenara çekildi. Ortaya çıkan büyük boşluk 2002 seçimlerine kadar doldurulamadı. 3 Kasım 2002 seçimleri, toplum-daki pederşahi taleplerin siyasette nasıl karşılık bulduğunun en önemli testi olarak Türk siyasal tarihine geçti. Kendisinde var olan tabii liderlik kabili-yeti ile Erdoğan bu damara en çok, belki de yegane hitap eden figür olarak ortaya çıktı ve Türkiye 17 senedir bilâ fâsıla süren Erdoğan iktidarı ile tanıştı.

Ebedi lider mitosu

Türkiye siyasetine 2016 yılında MHP’de yaşanan kongre kargaşasına kadar iki doğal lider etki etti. Bir tarafta Erdoğan, meşru bir siyasal lider olarak sahada yer aldı; bütün mesuliyeti hatası ve savabı ile omuzladı. Diğer yanda hedeflerini Öcalan’ın şahsında tecessüm ettiren HDP geleneği yer aldı. Bir teröristbaşı bu kaht-ı rical deminde ne yazıktır ki Türkiye siyasetinde var olan iki liderden birisi idi. Bunun haricinde CHP, genel başkanı kim olursa olsun Atatürk kültü ile lider açığını kapatmak durumunda kaldı. Ebedi Şef mitosu Cumhuriyet Halk Partisi’nin sosyolojisini bir arada tutmaya devam etti. Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun Atatürk İlkeleri ile te’vil edilemeyecek bütün hamlelerine karşın bu mitos halen o kadar diri ki, Kılıçdaroğ-lu’nun şeffaflığının ardından görünen Atatürk kültü CHP’yi “Atatürk’ün Partisi” olarak sunmaya kifayet ediyor. Saadet Partisi Erbakan sonrası lider-liği Erbakan’dan bir başkasına devredemedi. Kamalak, Karamollaoğlu gibi düşük profilli genel başkanlar CHP örneğinde olduğu gibi Erbakan liderli-ğini kendilerine referans olarak kullandı. Burada yegane dönüşüm MHP’de yaşandı. Merhum Başbuğ Türkeş kültünün yüceliği MHP içinde Akşener ve yoldaşlarının başını çektiği genel başkanlık kavgalarını doğurdu. Aynı CHP’de herkesin kendisini Atatürk’ün mirasına eşit olarak varis görmesi gibi, MHP’de de kendilerini Türkeş’e varis görenler partiyi dizayn etmeye kalktı. MHP bu safrayı attıktan sonradır ki Devlet Bey MHP’nin sadece genel başkanı değil, aynı zamanda lideri oldu. Bu liderlik 15 Temmuz’da kendisine bağlı ülkücü geleneğe riyaset etmesi ve darbeye karşı dimdik durması ile taçlandı. Evet belki Devlet Bahçeli, merhum Türkeş’in hatırası sebebi ile “Başbuğ” olamadı, ancak “Devlet Bey” olarak Türk siyasetinin liderlerinden birisi olarak tarihe geçti. MHP’de liderlik, CHP örneğinde olduğu gibi mitosun gerisinde ve önemsiz bir şey olmaktan çıktı. Bu bakımdan Cumhur İttifakı iki liderin ittifakıdır. Buna mukabil Millet İttifakı bir vekilharçlar ittifakı olarak karşımızda duruyor. Ebedi lider mitosuna sığınan üç parti ve bunlara eklemlenmiş olan HDP’nin bir araya gelmesi ile oluşmuş olan bu ittifak, cumhur ittifakı ne kadar organik ise o oranda inorganik. 24 Haziran’da oynanan maçın ikinci yarısını 31 Mart’ta izleyeceğiz. Organik-inorganik mücadelesinin sonucu Türkiye’nin yakın geleceğini derinden etkileyecek.

Tüm bu hengame içinde CHP içinde kendilerine layık gördükleri adaylıklara kavuşamayan isimlerin peyderpey DSP’ye katılımları bir diğer ve-kilharç ile tanışmamıza vesile oldu. DSP’nin halen varlığını sürdürdüğünü, bir genel başkanı olduğunu, dahası genel başkanının adını bu vesile ile öğrenmiş olduk. Söz konusu CHP küskünlerinin neden bir siyasal parti kurmayıp da, imajı 2002 seçimlerinde yerle bir olmuş olan DSP’ye iltihak ettikleri sorusunun cevabı ise oldukça açık. Türkiye’de partileşmek için gereken en temel ihtiyaç bir lidere sahip olmaktır. İçlerinden, Türk siyasal kültürünün kodlarına hitap edecek bir lider çıkaramayacak olan bu küskünler en mantıklı olan yolu tercih ettiler ve bir ebedi lider kültünün şemsiyesi altına sığındılar. Böylelikle Bülent Ecevit siyaset sahnesine geri döndü.  DSP Karaoğlan mitosu ve bu mitos etrafında yaratılan “dürüst siyasetçi”, “halk adamı” vb efsaneleri sahaya sürerek, Mustafa Sarıgül gibi yıldız adaylarını besleyecek. Adını Google’a sormadığım için şu anda hatırlayama-dığım genel başkanları da bu sürece genel başkan sıfatı ile dahil olacak. DSP bu özelliği ile aslında Millet İttifakı’nın doğal bir üyesi. Aynı Demokrat Parti gibi. Merhum Menderes’in kültünü kullanan Demokrat Parti’nin, Millet İttifakı’nın hıyn-i hâcet akçesi olduğu Mersin’de yaşanan karmaşa esna-sında bir kez daha ortaya çıktı. Dolayısıyla vekilharçlarca yönetilen, liderleri ise çoktan Rahmet-i Rahman’a kavuşmuş olan her parti Millet İttifa-kı’nın direkt-indirekt parçası olarak önümüzde duruyor.

Temkinli ve ima yollu…

Tam yerel seçimlere teksif-i nazar kıldığımız bu süreçte Abdullah Gül’ün 24 Haziran seçimleri öncesi işaretini verdiği Yeni Bir Parti “ben geldim” dedi. Abdullah Gül, 24 Haziran’da aday olmayacağını beyan ettiği basın açıklamasında “Arkadaşlarımla yaptığım istişareler neticesinde..” demişti. Bu arkadaşlar vurgusu elbette sayın Gül’ün sosyal çevresine bir işaret değildi. Aksine bir kadro ile hareket ettiği ve bu hareketin bir şekilde partileşece-ğinin en açık işareti bu vurgu idi. Ve beklenen parti nihayet ben buradayım dedi. Ancak Yeni Bir Parti’nin ortaya çıkışı, yine sayın Gül’ün karakterine uygun olarak temkinli ve ima yollu oldu. Parti’nin kendisini ilan ettiği internet sayfasında yer alan “Biz kimiz” başlığı partinin sahibinin kim olduğu-nu ortaya koymayacak kadar müphem, muğlak. Söz konusu partiye kimin riyaset edeceği bir başka soru ve sorun olarak karşımıza çıkıyor. Olanca sadası ile “Ben buradayım!” diye haykırmış bir liderin partisi değil bu parti. Aksine kendisini kadro olarak tanımlayan ve kadronun kimlerden oluştu-ğunu ortaya koymaya çekinen bir grubun partisi. Hasılı bu partinin bir lideri olmadığı gibi bir genel başkanı da yok. Bir genel başkan elbette olacak, ancak bu genel başkan lider mi olacak, yoksa Türkiye siyaseti yeni bir vekilharcın yönettiği yeni bir parti ile daha mı tanışacak? Şu anda cevabını beklediğimiz en önemli soru budur.

Doğal lider çıkar mı?

Abdullah Gül’ün doğal lideri olduğu bir parti olarak kamuoyuna lanse edilen partinin sayın Gül’ün liderliği ile iktifa edip etmeyeceği ise bir baş-ka soru. Zira sayın Gül, yapısı itibariyle Bülent Ecevit kadar bile liderlik vasfına sahip değil. Aristokrat ve açık olmaktan uzak yapısı, sayın Gül’e bir siyasal hareketin lideri olarak, bir kitleyi kendisine eklemleme esnekliği vermiyor. Belki AK Parti küskünü bir kitlenin tepki oylarını almayı başaracak bir hareket olacak Yeni Bir Parti, ancak halkta karşılığı olan bir liderin doğal bir hareketi haline hiç bir zaman gelemeyecek. Bunun en önemli sebebi Türk siyasetinde lider ile halk arasında kurulması beklenen muhabbet köprüsünü, sayın Gül’ün, yukarıda zikrettiğimiz hususiyetleri sebebi ile kura-mayacak olması. Dolayısı ile Yeni Bir Parti, bir liderimsinin vekilharcı tarafından idare edilecek bir parti olacağa benziyor. İçinden gerçek, doğal bir lider çıkaramadıktan sonra bu hareketin organik bir siyasal harekete dönüşmesi mümkün gözükmüyor. Halkta karşılığı olan, hatırası olan, hatrı olan bir lideri olmayan bu partinin, bu özelliklere sahip bir lider kültü de yok. Kim bilir belki de Yeni Bir Parti Erdoğan kültüne müracaat edecek. Eski güzel günlere atıfla varlığını “Erdoğan’ın iyi zamanlarını” yad ile mümkün görecek, Erdoğan’ın iyi zamanlarına referansla kendisini Erdoğan kültü üzerinden var edecek. Akla uzak, ancak mümkün. Kaderin cilvesi, bu partiyi en büyük siyasal rakibinin üzerinden var olmaya itecek. Siyasal bir parazit böylece siyaset sahnesine çıkacak. Aynı İyi Parti’nin Türkeş kültü üzerinden kendisini MHP’ye karşı var etmesi gibi... 

@Taceddin_Kutay