Fatma Barbarosoğlu ve Nazife Şişman, Adı Konmamış Çağda Yeni Anne Babalar kitabında, anne babalığın nasıl bir değişime uğradığını, nasıl yeniden şekillendiğini, bu değişikliğin toplumda nasıl tezahür ettiğini, gündelik hayat pratiklerinden örnekler özerinden detaylandırarak ele alıyor.
Esra Özdil / Yazar
Ekonominin, siyasetin, dinin ve toplumun kesiştiği belki de yegâne kurumdur aile. Zaman içinde farklı toplumlarda çeşitli görevler üstlense de ailenin hiç değişmeyen vazifesi, yeni nesli yetiştirmektir. İlk insandan beri her toplumda "çocuk yetiştirmek" şeklinde ifade edilen bu görevde son elli yılda bir vurgu değişikliği gerçekleşmiş ve "ebeveynlik" terimi ön plana çıkmıştır. 1970'li yıllardan itibaren yaygınlaşan bu kavram, hem dönüşen toplumun hem de farklı bir anne-babalık tarzının habercisidir.
Ailedeki, anne babalıktaki dönüşümü birçok sebeple açıklamak mümkündür. Mesela Eva Illouz'a göre aileyi dönüştüren iki kültürel ikna metodu vardır. Biri Freudcu psikanalitik yaklaşım, diğeri ikinci dalga feminizm. Psikanalitik yaklaşımda çekirdek aile, benliğin kaynak noktası, yani kişinin hikayesinin ve geçmişinin başladığı alan olarak ortaya çıkar. İkinci dalga feminist söylemlerde ise aile, benliğin patolojilerinin açıklanmasında ana metafor olarak kabul edilir. Kişinin değişebileceğine ve kendisini şekillendirebileceğine dair yeni psikolojik anlatılar, yani kendini gerçekleştirmenin terapötik anlatısı, günümüzde oldukça yaygın hale gelmiştir. Çünkü destek grupları, talk şovlar, danışmanlık, rehabilitasyon programları, kâr amaçlı seminerler, terapi seansları ve internet gibi oldukça çeşitli sosyal alanlarda kullanılmaktadır ve bu alanların tümü de benliğin performansı ve geliştirilmesi içindir. Muhakkak ki annelik ve babalık da bu yeni anlatıdan nasibini almıştır.
Fatma Barbarosoğlu ve Nazife Şişman, Adı Konmamış Çağda Yeni Anne Babalar (İnsan Yay., 2021) kitabında, işte bu dönüşümü konu ediniyor ve bu vurgu değişikliğinin toplumda nasıl tezahür ettiğini, sonuçlarının neler olabileceğini tartışmaya açıyor; tüm bu süreçlerin etkisi altında anne babalığın nasıl bir değişime uğradığını, nasıl yeniden şekillendiğini, gündelik hayat pratiklerinden örnekler özerinden detaylandırarak ele alıyorlar. İki yazarın karşılıklı sohbet şeklinde ele aldığı meseleler, esasen her birimizin ebeveyn ya da evlat olarak belki de farkında olmadan gerçekleştirdiğimiz birçok rutini sorgulamamıza yol açacak izlekler sunuyor.
'Uzman piyasası'
Geleneksel toplumların aksine, bu yeni çağda ebeveynlik artık doğal ve sıradan bir fiil değildir; öğrenilmesi ve doğru uygulanması gereken bir pratiğe dönüşmüştür. Bu durum hem yaşlıların hem yetişkinlerin hem de çocukların rollerini yeniden tanımlamayı gerektirmiş, nesilden nesile aktarılan tecrübe ve deneyim geçerliliğini yitirdiğinden yaşlı kuşağın yerini danışılan bir "uzman piyasası" almıştır. Kitap, annemizin tecrübesine değil, Instagram annesinin pratiğine talip oluşumuzu, yargılayıcı bir eleştiri üslubuna teslim olmadan, bu dönüşüm içinde nasıl yorumlamamız gerektiğine dair sorular sordurması açısından önemli, bizim kuşağımızı için. "İyi ebeveynlik", artık çocuk bakımının çok ötesinde bir beceri kümesi olarak ele alınıyor, "çocuk-merkezli, uzman-rehberli, duygusal olarak tüketen, emek yoğun ve finansal olarak pahalı" bir davranışlar bütünü olarak tanımlanıyor. Peki ebeveynler, kendileri için bu kadar yıpratıcı olan bu koşturmacanın içinden niçin çıkamıyorlar? Barbarosoğlu ve Şişman, bu sistemin sürdürülebilmesini, ideal ebeveynliğin devamlı dönüşerek çocuğun pedagojik ihtiyaçlarının neredeyse geometrik hızla artması ve kapitalizmin de bu ihtiyaçlara yönelik yeni ürün ve hizmetler sunmasıyla açıklıyor. Bu tamamlanamamışlık hissinin arka planına işaret ederken hatırlattıkları ilke benim açımdan çok çarpıcı: Evlatlar anne babaya verilmiş bir emanettir. Esasında bizi önceki kuşaklardan farklı bir yere savuran hususların başında geliyor bu şuur. Ama hiçbir ilke ve şuur, toplumsal bir boşlukta vuku bulmaz. Arka planında ekonomik, kültürel, siyasal değişim ve dönüşüm söz konusudur. Bu bakımdan kitap, tarım toplumunda üretim merkezi olan hanelerin, günümüzde tüketim merkezi haline dönüşmesi sürecinin, dolayısıyla modernleşme, kentleşme, gündelik yaşamın dönüşümü ve kuşaklar arası farklılaşma bağlamında birçok meselenin dikkate alınması gerektiğine işaret ediyor.
Uzaktan ebeveynlik
Bu çerçevede toplumsal değişimde dikkate alınması gereken temel meselelerden biri de dijitalleşme. Yeni ebeveyn kuşağının içine doğduğu çerçeve olarak internet; çocukların ekran saatinin düzenlenmesi, uzaktan ebeveynlik, anıların biriktirilmesi ve paylaşılması, bu paylaşımlarda çocuğun mahremiyetinin ne kadar korunması gerektiği gibi sorular ve sorunlar ortaya çıkarıyor. Henüz yeni baş gösteren bu meseleleri tartışmaya açan yazarlar okuyucuyu, olası sonuçlara kafa yormaya davet ediyor.Tanzimat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemi romanlarında da işlenerek günümüze taşınan ve çocuk yetiştirmeyle irtibatlı olarak en fazla telaffuz edilen soru, "kadınlar çalışmalı mı?" sorusudur. Bu soruya verilen olumlu ve olumsuz iki cevabın da eleştirel bir bakış açısıyla yorumlanması, benim kitapta en çok dikkatimi çeken bölümlerden biri oldu. Zamanları aşan, uygulanabilir tek bir model fikrine karşı çıkıyor yazarlar. Kadınların iş gücüne katılımı ile birlikte pek yeni mesele ortaya çıktı: 'Kaliteli zaman geçirmek', 'proje çocuklar', 'annelerin vicdan azabı', 'mahallenin yitirilmesi'... Çalışan kadının bakıcı ve dadı talebinin yarattığı 'ulus aşırı bakım zinciri' de göz ardı edilmemesi gereken bir toplumsal vakıa. Bütün bu toplumsal meseleleri, sosyo-ekonomik bakış açısının yanı sıra aynı zamanda kendi hayat tecrübelerinden yola çıkılarak da analiz ediyor, yazarlar.
Kitabın bir diğer güçlü tarafı ise, şimdiki zamanda zihinleri işgal eden güncel meselelerin eskiden nasıl ele alındığı sorusuna romanlardan, öykülerden, dönemsel gazete yazılarından cevaplar araması. Günümüzün sorunlarına bu kadar odaklandıktan sonra bir anda karşınıza çıkan Refik Halid Karay, Fatma Aliye Hanım, Halit Ziya, Ahmet Mithat Efendi gibi isimler, çocukluğun ve kadınlığın geçmişte nasıl ele alındığıyla ilgili çarpıcı karşılaşmalara kapı aralıyor. Edebi eserler eşliğinde çıkılan tarihsel bir yolculuk içinde bu dönüşümü takip etmek, sosyal dönüşümün boyutlarını daha berrak bir şekilde anlamamızı sağlıyor.
Aşırı psikolojikleştirme
Yeni Anne Babalar'da, romanların yanı sıra, film ve belgesellerin analizi de toplumsal değişim ve dönüşümü takip edebileceğimiz bir yöntem olarak teklif ediliyor. Ebeveyn yalnızlığı ve çocuk yalnızlığı temaları, filmlerde buna çözüm olarak sunulan ütopik ve distopik ölümsüzlük hedefini de ortaya koyuyor. Bu çabanın başka bir neticesi olarak, hayatın döngüsünün doğal bir süreci olan ölüm mefhumunun çocukların dünyasında ağır bir sansüre maruz kaldığını görüyoruz. Bu 'aşırı psikolojikleştirmenin' klasik metinleri, dini kıssaları, öğretileri, masalları gelecek nesillere aktarmada anne babaların elini kolunu bağlayan bir meseleye dönüşmesi meselesi de kitaptan öğrendiğimiz mühim bir husus. Kitap, pedagojinin ve çocukları korumanın sınırlarını tartışmaya açarak oldukça cesur bir yaklaşım sergiliyor. Yeni Anne Babalar, toplumsal dönüşümün anne babalık pratiğine yansıyan resmini, sosyolojik kavramlarla, edebi eserler, romanlar, öykülerle, filmler ve belgesellerle çerçeveledikten sonra; dünün çocukları ile günün çocuklarını buluşturmak için bir zemin önerisi sunuyor. Çizilen bu çerçeve, klişe bir yargı-eleştiri tuzağına düşmeden, yaşanan dönüşümü anlamlandırma ve farkındalık uyandırma çabası olması açısından önemli. Bunu yaparken verilen referanslar ve tartışmaya açılan kavramlar, akademik açıdan da kitabın yaslandığı sağlam temeli ortaya koyuyor.