Atıklar, fosil yakıtlar, havaya salınan zehirli gazlar atmosferde sera etkisi oluşturup dünyanın yüzey ısısının 1 dereceye yakın artmasına neden olmuştur. Dünya Doğayı Koruma Vakfı'na göre eğer bu ısı artışı 3 dereceye çıkarsa, bütün ekosistemin bozulmasına, küresel çapta bir felaketin yaşanmasına neden olacaktır.
Günay Çambaşalı / Felsefe Grubu Öğretmeni
İnsanın doğayla ilişkisi, karşılıklı trajik sonuçları olabilecek çizgiye yaklaşmaktadır. Ve eğer hem bireyler hem tek tek devletler hem de Birleşmiş Milletler, AB, OECD gibi çatı örgütler olarak radikal kararlar alıp uygulanmaya başlanmazsa, yakında distopik filmlerde görmeye alışık olduğumuz sahnelere benzer olaylarla karşılaşabiliriz. Amacımız da bu gerçekleşmeden önce gezegenimizi tehdit etmeye başlayan çevre ve iklim değişikliği konularını dile getirip bireylerde farkındalık oluşturarak kamuoyunun dikkatini çekmek ve ekonomik olarak büyük bazı ülkelerin üzerine düşen sorumluluğu hatırlatarak bir şeyler yapmalarını sağlamaktır. Özellikle dünyayı en çok kirleten Çin, ABD, Hindistan, Rusya, Japonya gibi ülkelerin bu konudaki sorumluluğu dünyanın geriye kalanından daha fazladır(1).
Antroposen Çağı
Eski çağlardan beri insanoğlu, doğanın içinde her iklim ve çevresel şarta uyum sağlamasına, onun vermiş olduğu her türlü nimeti kullanmasına rağmen aynı zamanda doğayı yok etme çabasına girmiş gibi davranmaktadır adeta. Doğaya karşı olan bu tutumumuz ve sorumsuz eylemlerimiz, canlı/cansız bütün varlıkları hatta ironik olarak insanın kendisini bile tehdit edecek hale gelmiştir. Bu eylemler özellikle insan nüfusunun ve faaliyetlerinin görünür duruma geldiği Sanayi Devrimi ile dünyayı etkilemeye başlamıştır. Başlangıcı konusunda farklı görüşler olsa da bazı bilim insanları bu dönemi Antroposen Çağı, yani insanoğlunun dünyayı en çok etkilediği çağ olarak adlandırmaktadır(2). Ve bu etki giderek doğanın genlerinde olan mucizevi denge ve ahengi bozmaya başlamıştır. Ancak doğal yaşamın evrimsel bir şekilde kendini yenileme gücü, insanoğluna bazen doğal felaketler bazen de hastalıklar vasıtası ile galip gelse bile kendinden de bir şeyler eksilmesine mani olamamıştır. Dinozorlar ve nesli tükenmiş birçok türün bazen doğal nedenlerle bazen de insan etkisiyle yok olması ve biyolojik çeşitliliğin azalması gibi...
Tarihsel süreç bize göstermiştir ki insan müdahalesi sona erdiğinde, her türlü hor kullanma, yakıp-yıkıp yok etme ve felakete uğratılmasına rağmen, doğa her defasında kendini yenileyip özüne dönme eğilimindedir. Bundan dolayı yüzyıllar, hatta bazen on yıllar sonra sanki orada kurulmuş ve ona şekil vermiş bir medeniyet, bir kültür, bir kent yokmuş gibi ağaçların her yeri sarması, bitkilerin her yerden fışkırması, eski bir sur duvarındaki devasa taşları çatlatıp içinden geçen ağaç kökleri bizi şaşırtmıyor. Aksine antik bir kenti gezerken gördüğümüz agorayı sarmış olan otlar ve yabani bitkiler; bir amfitiyatronun toprakla dolmuş basamaklarından ağaçlar çıkmış hali, yosunla kaplı yıkılmış, kırılmış heykel ve sütunlar bize estetik bir haz bile vermektedir. Yani doğa, her şartta var olmaya programlanmış gibi kendini hep yeniler ve bütün etkilere karşı reaksiyon göstererek değişikliklere uyum sağlar.
Doğanın insana ihtiyacı yok
Fakat doğa bazen masumca ve yavaş yavaş değişmez. Kendisine karşı saygısızca ve mütecaviz bir şekilde davranan insanoğlunu agresif bir olayla; deprem, kasırga, tsunami, sel, insan kaynaklı ya da doğal yangın, yıldırım, virüslerin neden olduğu hastalıklar gibi felaketlerle tehdit de eder. Böyle doğal felaketler sonrasında insan doğanın gerçek gücünü görüp dehşete kapılabilmektedir. Dolayısıyla insan eğer Stoacı filozofların savunduğu gibi doğayla uyumlu yaşamazsa bu felaketler her defasında daha da şiddetli gelecektir. Ancak buradan doğanın bilinçli bir varlık olduğu anlamı çıkarılmasın. O bir özne gibi bilinçli hareket etmez. Canlı olduğu için tepki verir. Doğa’nın varlığını sürdürmesi için bilinçli olmasına gerek de yoktur. Hatta doğanın insana ihtiyacı bile yoktur, o olmadan da var olabilir. Belki de hakiki özünü böyle daha rahat oluşturabilir. Çünkü insanın ona olumlu bir katkısı yok denecek kadar azdır. Öte yandan insanın yaşayabilmesi ve var olabilmesi için doğaya ihtiyacı vardır. Buna rağmen bu bariz gerçeği unutup; onun ormanlarını kesip yakmaya, denizlerini ve nehirlerini kirletmeye, azla yetinmeyip daha çok avlanıp biyolojik çeşitliliğin ve bazı türlerin yok olmasına sebep olmaktadır.
Daha çok üretip bütün canlı ve cansız varlıklara zararı dokunacak şekilde havayı kirletmeye, bin yıllarca yok olmayacak tehlikeli nükleer atıkları toprağa gömüp sulara salmaya, büyük kentlerin çevresinde çöp dağları yığmaya, okyanuslarda çöpten adalar oluşmasına neden olacak şekilde atık üretmeye fütursuzca devam etmektedir. Ve gerek üretim sırasında, gerekse tüketim sırası ve sonrasında ortaya çıkan atıklar, fosil yakıtlar, havaya salınan zehirli gazlar atmosferde sera etkisi oluşturup dünyanın yüzey ısısının 1 dereceye yakın artmasına neden olmuştur. Bu değişiklik, bugün gezegenimizde İklim Krizi olarak adlandırılan birçok sorunun temelinde yatan unsurdur. Dünya Doğayı Koruma Vakfı’na göre eğer bu ısı artışı 3 dereceye çıkarsa, bütün ekosistemin bozulmasına neden olacak, küresel çapta bir felaketin yaşanmasıyla sonuçlanacaktır (3). Fakat maalesef dünyanın göndermiş olduğu tüm işaret ve uyarılarına rağmen insan, büyük bir hızla yıkıcı faaliyetlerine devam etmektedir!
İnsanoğlunun hırsları ve doğa
Belki klişe olacak ama sınırsızca tüketen günümüz insanının bir kesiminin bitmek bilmez isteklerini ve doymak bilmez açgözlülüğünü göstermesi bakımından Hollywood da bu konuya birçok filmle dikkat çekmektedir. Senaryosunu yazıp yönetmenliğini de üstlenen James Cameron’ın, fantastik ve fütürist öğelerle bezediği Avatar(2009) filmi bunlardan sadece biridir. Bu filmde vahşi kapitalizmin; hiçbir insanî, toplumsal, kültürel, biyolojik ve etik değere önem vermeyerek nasıl ihtiraslı bir şekilde kendi kazançlarının peşinde koştuğunu çok çarpıcı bir şekilde vurgulanmaktadır.
Hâlbuki insan; herhangi bir hayvanı ölçüsüzce avlayarak onların neslini tükettiğini bir daha avlanacak hayvanın bulunamayacağını, toprağı zehirli tarım ilaçlarıyla kirlettiğinde yemeye sağlıklı besin bulamayacağını, deniz, göl ve nehirleri kirlettiğinde yeterli balığın çıkmayacağını ve içmeye temiz suyun bile kalmayacağını, havayı kirlettiğinde her nefeste daha da zehirlendiğini bir anlayabilse… Kısacası insan doğanın canlı bir varlık
olmanın vermiş olduğu reaksiyonla, zaman zaman küçük uyarılar yaparak kendisine gönderdiği bu işaretlere bakıp
tehlikeyi görebilse tabiata daha saygılı olur, ona karşı daha ölçülü davranır ve kesinlikle onunla daha uyumlu yaşayabilmek için üzerine düşen her sorumluluğu yapmaya çalışır.
Kaynaklar:
1. https://www.activesustainability.com/environment/top-5-most-polluting-countries/
2. http://www.acikbilim.com/2015/08/dosyalar/antroposen-cagi-basrolde-insan.html
3. https://www.wwf.org.tr/calismalarimiz/iklim_ve_enerji/