Dünyanın eceli mi geldi?

Doç. Dr. ORHAN YALÇIN / Niğde Üniversitesi Öğretim Üyesi
22.12.2012

Mayaların dünyanın eceline dair görüşleri varsın 100, 150 yıl hatalı olsun, sonuç değişmeyecektir. Gelecek olan her şey her an yakınlaşmaktadır. Kıyamet er ya da geç gelecektir.


Dünyanın eceli mi geldi?

Dik durmak, daimiyet ve mevcut halin sürdürülmesi kıyamdır. Bunların son bulması ise kıyametin kopması anlamına gelir. Kıyamet, Dünya’nın eceli ve bütün ölülerin dirilerek mahşerde toplanacağı zaman olarak da dini manada tanımlanır. Böylece kıyametle ilgili iki algı öne çıkar. Biri; dünya, kâinat ve mevcut evrenin yani bilinen her şeyin sonlanması, diğeri ise bu bitişin ve bundan sonraki duruma karşılık gelecek olan tarih, yani zaman.

Kıyamet fikri hemen her asırda insanları etkilemiş ve insanın içinde özel bir yer edinmiştir. İnsanın eceli bile bu kadar etkili olamamıştır. Çünkü; Dünya’nın ve evrenin eceli ve kıyametin kopma zamanı daha ağır basmıştır. Kıyamet fikrinin son günlerde gündemi çokça meşgul etmesinin altında 21 Aralık sendromu yatmaktadır. İnsanlık bunda da bir kaçış aramaktadır. Mayalar haklı mı haksız mı acaba? Oysa 21 Aralık tarihinin doğru ya da yanlış olmasının bilimsel hiç bir değeri yoktur.

Kıyametin bilimsel alt yapısı!

Bilimsel veriler mutlaka, ama mutlaka, Dünya, Kâinat/Evren’in bir gün son bulacağını göstermektedir. Bu sonun nasıl olacağı hakkında muhtelif teori vardır. Nasıl ki sinek, kuş, tavuk, koyun, deve ve insan ecel sahibi ise aynen bunun gibi Dünya, Galaksi ve Evren’i de kaçılmaz bir son beklemektedir. İşte kıyamet, bu son bulmaların tarihidir. Zaman; bilimsel olarak maddenin en küçük yapı taşındaki anlık değişmelerin ölçüsü. Günlük hayatta insanların kullanabileceği en küçük zaman ölçü birimi de saniyedir. Saniyeler kartopu gibi yuvarlanarak; dakikaları, saatleri, günleri, ayları, senleri ve asırları oluşturur. Madde itibariyle her şeyin bir ömrü/zamanı vardır. Zaman, değişken/göreceli olan bir varlık olup bu dünya da bir mahlûktur. Ayrıca zamanın uzaması ve kısalması, göreceli fiziğin bilimsel bir gerçeğidir. Bu düşüncenin islam kültüründe çok yıllar önce; “Bast-ı zaman, tayy-ı mekân” olarak kullanılmış olması da manidardır.

Asıl sorun; insanın ecelini kabul ettiği kadar, evrenin de sonlu olduğunu kabul etmekte cesur davranmamasıdır. Çünkü Dünya’nın ve Evren’in ölümlü olması; yokluk/hiç ve ölümden sonrasını hatırlatıyor. Hayatta en kabul edilmeyen durum yok olmak duygusudur. Dolayısıyla, kıyamet kopması gibi ifadeler materyalist felsefece kabul edilmemektedir. Çünkü kıyametin kopması onlar için “yok olma” olarak algılanmak istenmektedir. Mevcut evren de bir değişim ve dönüşümü kabul etmek daha akıllıca bulunmaktadır. Oysa kıyametin kopması İslam felsefesince yokluk değil, daha mükemmel ve sonsuz bir hayatın kapısıdır. Bu durumu materyalist felsefe kabul etmemektedir. Kabul ederse bu kez sorumluluk binmektedir, boynuna. Bu nedenle bir kaçış aramaktadırlar. İnsanlar tam da bu noktada ayrışıyorlar. Bu yolun yolcuları her daim vardır ve olacaktır. Söyledikleri de, görmek ve inanmak istedikleri de hep bu tercih ettikleri yolun ispatı içindir. Haklı çıkmak ister insan. Birileri kıyameti kabul etmek istemezken diğerleri hoşça karşılar. Kâinatın ilk yaratıcısını kabul edip sonra da evrenin işleyişine müdahil olmadığını öne süren Newton, midye kabuğunun bir yaratıcısı olmadığını iddia eden Darwin, bugün Newton’un görevini üstlenen Hawking ve onlar gibiler aslında kendi yorumlarına bilim kisvesi giydirip, ilmi, materyalizmin yorumu olarak en baştan kabullenmişlerdir. Böylece asıl maksatları olan İslam felsefesine göre ölüm sonrası hayatın olmadığını dikte edip, maddeci felsefenin hizmetkârlığını yapmışlardır. Oysa Batı felsefesinde temel teşkil eden bilmenin sadece görmekten ibaret olduğu tezinin kaynağı Yunan felsefesidir. Bu yolun yolcuları madde temelli dünya ve evren anlayışına sahiptirler.

Kâinatın kuantum mekaniğinin esaslarıyla gerçekleştiğini gören Schrödinger, ilmin materyalizmle çatıştığını ifade eden Sperry, fizik dünyanın temellerinin eridiğini ve mistik okyanusa bıraktığını gören Davies, sebep-sonuç zinciri olmaksızın kuantum mekaniğine göre her şey her şeyle bağlıdır diyen David Bohm gibiler maddeci Yunan felsefecilerinden ayrılırlar. Kuantum dehlizlerinde; atomdan/zerre galaksilere kadar bütün maddi ne varsa hepsi, değişim ve enerji hamuru şeklindedirler. Bu enerji hamuru sürekli maddeye ve tekrar enerjiye dönüştürülmektedir. Yani her an her şey Hayy-ı Kayyum tarafından yeniden yaratılmaktadır. Yollar çift görünse de gerçekte; “iz bir yol tekdir”. Tercih insanın elindedir. Batı ve onun orijininde Yunan felsefesi mana derinliğinden yoksun, akıl, kalp, şefkat ve muhabbet algısını kavramaktan acizdir. Bu nedenle modern kuantum mekanik çerçevede bilimsel çalışmalar yapan Einstein bile en nihayetinde kendi çalışmasını (E=mc2) reddetmek durumunda kalmıştır. Çünkü Newton sebep-sonuç felsefesine inanmıştır. Yani, bilimsel olmayan tercihini materyalist Yunan felsefesinden yana kullanmıştır. İngiliz kraliyet ailesinin Sir unvanına layık gördüğü ve asıl amaçları da bu yönde fikirlerini bilim kisvesinde dünyaya empoze etmekle görevli Newton ve şimdilerde Hawking ve bunların eserlerinin Türkiye gibi ülkelerde özellikle sosyal medyada yıllarca en önde tutulmuş olmasını hayretle izledik. Hawking bir defa, o kadar bilimsel veriler ve hedefler söylüyor ki en sonunda “bir yaratıcıya ne gerek var” diyerek bilim sahnesinin en önemli yerinde asıl görevini yapıyor.

İnsanlar, kıyametle ilgili konularda hiç bir zaman aynı düşünmeyeceklerdir. Kıyamet alametleri çıkmış, çıkıyor ve çıkacak olsa bile. Çünkü konum, zaman ve uzay gibi kavramlar değişkendir. Ömür; sinek, insan ve dünya için çok farklı sürelerdir. Ye’cüc-me’cüc, Dabbetü’l-arz ve Güneş’in batıdan doğması gibi konuların hâlâ çok tefrikalı olmasının nedeni budur. Bir sineğin kanat çırpışındaki rüzgar dalgalanmaları, kartopu gibi büyüyerek bir anda evrenin başına olmadık işler açabilir. Büyük bir gezegen, gök taşı ya da bir cisim her an dünyaya çarpabilir. Kıyametin kopmasına karşılık gelen süre, en fazla bir saniyenin yarısı kadar olabilir. Çünkü saniyenin ilk yarısı bu evrene diğer yarısı öteki hayata ait olacaktır. İş gelip kıyametin ne zaman kopacağında düğümlenmektedir. Mayaların dünyanın eceline dair görüşleri varsın 100, 150 yıl hatalı olsun. Gelecek olan her şey her an yakınlaşmaktadır.

Kıyamet alametleri

Ruh, çevrede olup biteni bu göz penceresinden seyreder. Beden ölünce ruh beden kafesini terk eder, asli memleketine uçar. Kalp de ruhun bu dünyada seyrettiği ne varsa hepsini arzu eder, bu yönüyle sonsuzluğa açılan bir penceredir. Kalp, geçici aşklarla tatmin olmaz. Işık bu dünyaya ait en büyük nimet iken göz bu yönüyle de kalbin aynasıdır. Kalp; sonlu ve kısıtlı muhabbetlerle tatmin olmaz. Her an her şeyi bir anda ister. Ruhun asıl memleketine kalp de gitmek ve cisim itibariyle bulunmak ister. Böylece her büyük sıkıntıdan sonra büyük dünyaların açılması kıyamet kopmasıyla (maddeden bağımsız mükemmel bir hayat) mümkündür. Bu yönüyle yeni doğan bir çocuk için bu dünya anne karnından daha büyük bir nimetken, kıyametin kopması da ruh ve kalp için en büyük nimettir. Göz; görme organı, suyun kaynadığı yer, delik, kusur, eksiklik ve yokluk anlamlarına gelir. Evren için göz, diğer aleme açılacak olan kara delik ve buna benzer anlamları da karşılar. Göz açıp kapayıncaya kadar ifadesi, evrenin anladığımız manada mevcut evrenden farklı bir kâinata geçiş için bir göz, bir delik olabilir.

Hiç kimse bakmadığında Ay’ın yerinde olup olmadığı söylenemez. Bir eşyanın şimdiki hali bilinmediğinden geleceği de bilinemez. Her şey apaçıkken bunun en büyük sır olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır. Kâinata dair gerçek sorununun ne olduğu tanımlanamaz. Gerçek manada kâinatta hiç bir problem yoktur. İşte bunların hepsi modern bilimin en son verileridir. Her şey mükemmel. Sadece doğru yaşamak yeterli. Asıl üzerinde düşünülmesi gereken mevzu her şeyin nasıl ve neden yaratıldığıdır.