Dürüstlük erdem olmaktan çıksın, normal olsun

Prof. Dr. Bengül Güngörmez / Bursa Uludağ Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü
18.02.2023

Bütün bir Batılılaşma hikayemiz şunu gösteriyor: Kendimize ait olmayan bir elbiseyi zorla giymeye uğraştık. Yıkılan binalar Cumhuriyetin mimari anlayışıyla yapılmış binalar. Halbuki “Bu bina tipi ontolojik ve başka bakımlardan bize ne kadar uygun?” diye sormamız gerekir. Kat kat düz beton, hiçbir estetik yok, fonksiyon desen o da yok. Mahremiyet dersen sıfır. Doğayla barışık değil, diklemesine doğaya saplanan bir bıçak gibi.


Dürüstlük erdem olmaktan çıksın, normal olsun

Niçin hikayemiz bu kadar acıklı? Kahpe felek peşimizi hiç mi bırakmayacak? Yoksa bir yazarın dediği gibi doğum tarihimiz aslında idam cezamız mı? Ve neden türkülerimiz hep böyle kahırla dolu? "Hep sen mi ağladın hep sen mi yandın, Ben de gülemedim yalan dünyada. Sen beni gönlünce mutlu mu sandın? Ömrümü boş yere çalan dünyada. Ah yalan dünyada yalan dünyada. Yalandan yüzüme gülen dünyada." Ya da, "Şu dağlarda kar olsaydım. Bir asi rüzgar olsaydım. Arar Bulur muydun beni? Sahipsiz Mezar olsaydım... Şu yarada kan olsaydım. Dökülüp ziyan olsaydım. Bu dünyada yerim yokmuş. Keşke bir yalan olsaydım." Yalnızca kişisel hikayelerimiz değil, toplum olarak da hikayemiz hep hüzünlü. Bizi millet yapan, vatanı vatan yapan yoksa bu acıklı hikayemiz mi?

Ve ne zaman "adam" olacağız? Dürüstçe yaşamayı ne zaman öğreneceğiz? Dürüstlük ne zaman erdem olmaktan çıkıp yaşam tarzımız haline gelecek? Sadece soru sorabiliyorum. Bir cevabım ise maalesef yok.

Tanrı'yı kandıramazsın

Tarihin efendisi Allah'tır. Bize diyor ki "Dürüst olun", "Sahtekarlık yapmayın". Bunları Allah'ın peygamberleri insanlığa bildireli çok oldu. Antik Yunanlıların büyük filozofu Platon da söylüyor aynı şeyi: Tanrıları rüşvetle ya da başka bir şeyle kandıramazsın.

Depremde yıkılan binaları yaptıkları için müteahhitlere kestiğimiz fatura. Deprem sonrasında her gün bir müteahhitin tutuklandığını duyuyoruz. Kabul etmemiz gerekir ki aslında herkes kendi muhitinin müteahhitti olabilir, olabilir değil, öyledir. Bir rektör, sırf tanıyor diye liyakatsiz insanları bir üniversiteye doldurduğunda o rektör oranın müteahhitidir. Bir doktor sırf para kazanmak için gereksiz ameliyat yapıp ilaç yazdığında o sağlık kurumunun müteahhitidir. Bir yönetici yolsuzluk yaptığında sitesinin, tapu dairesinde bir memur rüşvet aldığında kendi bürokratik kurumunun müteahhitidir. Yolsuzluk ya da hainlik yapan bir siyasetçi kendi vatanının müteahhitidir. Din istismarı yapan bir cemaat lideri kendi cemaatinin, çocuk istismarı yapan ya da geçmeyecek öğrenciyi mezun eden bir öğretmen kendi okulunun müteahhitidir. Yalan haber yapan bir medya mensubu kamusal iletişim alanının müteahhitidir. Etik sorun(lar)umuz büyük. Mesele gelip insanın iyiliği ve kötülüğünde, vicdanı ya da vicdansızlığında düğümleniyor. Ben yine de bu ülkenin, Anadolu'nun mayasının sağlam olduğuna inanıyorum. Bu türden insanlara itiraz edecek insanların her zaman var olduğuna inanıyorum. Anadolu insanının sezgisine inanıyorum. Allah'a olan inancının büyüklüğüne inanıyorum. Vatanımızı dürüst insanların bu türden soytarılara bırakmayacağına inanıyorum. Allah Kerim!

Bizim olmayan bir elbise

Toplumsal felaketlerimizin gelecekte bizi adam etmesini de belki umabilirim. Ama biliyorum ki, biz yasa toplumu değiliz ve hiçbir zaman olamadık. Almanlar, İngilizler, Fransızlar yasa toplumu olmuş olabilirler. Modernleşme onlar için başka bir yerden aldıkları, ithal ettikleri bir süreç değildi. Kendi içlerinde yaşadıkları bir süreçti. Biz ise başkasına benzemeye çalıştık. Bütün bir Batılılaşma hikayemiz şunu gösteriyor: Kendimize ait olmayan bir elbiseyi zorla giymeye uğraştık. Yıkılan binalar Cumhuriyetin mimari anlayışıyla yapılmış binalar. Halbuki bu bina tipi ontolojik ve başka bakımlardan bize ne kadar uygun? diye sormamız gerekir. Kat kat düz beton, hiçbir estetik yok, fonksiyon desen o da yok. Mahremiyet dersen sıfır. Doğayla barışık değil, diklemesine doğaya saplanan bir bıçak gibi. Batı'da klasik anlayıştan kopan modern sanat ve mimari Ortaçağ'ın estetiğini bir yana bırakıp fonksiyon üzerinde durmuştur. Mimarinin fonksiyonu, işlevselliği önemlidir. İlginç olan bizim binalarımız hiç de fonksiyonu olan binalar değil. Arazinin biçimine ya da müteahhitin ucuza mal etme anlayışına göre yapılmış. Oysa bir de kendisine ödül verilen ama mimari anlayışımızda akla bile getirilmeyen Turgut Cansever gibi mimarlar, düşün adamları var. Cansever, Kubbeyi Yere Koymamak adlı eserinde diyor ki "meydana getireceğimiz biçimler insan ölçüsünde olmalıdır, insanla ezmeden, rahat ve bilinçli ilişki kurulabilmelidir. Küçük, onun için güzeldir; 'Küçük güzeldir' sloganı onun için gündeme geldi." Turgut Cansever Batı'dan alınan çok katlı mimari yapı anlayışını eleştirmiş, bu türden bir yapılaşmanın Osmanlı ve Selçuklu eserlerinin bulunduğu şehirleri çirkinleştireceğini söylemiş, Osmanlı mirasına karşı takınılan tavrı beğenmemiş ve eleştirmiştir. Kendisine ödül verilen bu mimarın anlayışı maalesef bir politika haline getirilememiştir. Elbette mevcut mimarinin ortaya çıkışının arkasında kentleşme, sanayileşme ve göç gibi sosyolojik unsurlar da bulunmaktadır. Bunu reddetmiyorum ama bu betonarme kökeninde ideoljiktir. Bir yaşam tarzının (!) geleneksel yaşam tarzına dayatılmasıdır.

Kendi varoluşumuzu, kendi kültürümüzü ve tarihimizi yansıtmayan beton binaların içinde yaşarken deprem bizi ne zaman vuracak diye tedirgin bir bekleyiş içerisindeyiz. Biz binalar depreme dayanıklı mı diye tartışıyoruz ya da soruyoruz da yahu bu binalar bize, varoluşumuza, komşuluk, akrabalık kültürümüze, dünya görüşümüze uygun mu diye niye sormuyoruz?

Yasa toplumu olamadık belki ama yaşanan deprem bizim hala birbirimizle tarihsel, kültürel, insani ve dinsel bağlarımızın kuvvetli olduğunu gösteriyor. Yasa toplumu olamayanların sığınacağı tek yer "etik" olmak zorunda. Birbirimizle bizi birleştiren etik kodlar ortadan kalkarsa toplum olmayı da yitiririz. Yasa sürekli delindiğine göre ahlak delinmemeli. Etik rafa kaldırılmamalı. Yasa toplumu olmayı beceremiyorsak en azından etik sistemi olan bir toplum olmak zorundayız.

İç göç bizi bekliyor

Deprem sonrasında sosyolojik olarak büyük oranda bir iç göç bizi beklemektedir. On ilde yaşayan insanlar ister istemez göç edeceklerdir. Göçmüş insanlara yardımcı olmak, onların hayatlarını kolaylaştırmak ve onları teselli etmek boynumuzun borcu. Siyasi ihtilaflarımız ne olursa olsun bu konuda ahlaki ihtilafa düşmememiz gerekir. Etik bir gün herkese lazım olabilir.

Son olarak siyasiler, aydınlar ve millet olarak liyakat konusunu tekrar düşünmeli ve sık sık gündeme getirmeliyiz. Liyakatsiz bir kişi mühendis, doktor, üniversite hocası, müteahhit, öğretmen, müezzin, subay hatta gazeteci vb. olmamalı. Unutmayalım ki bir yere liyakatsiz insanlar yerleştiğinde onların seçecekleri insanlar da liyakatsiz olacaktır ve torpil, nepotizm alıp başını yürüyecektir. Böylece aşağıdan gelen yetenekli ve çalışkan gençlerin önü kapanacaktır. Bu minvalde karar mercilerine ehliyetli insanların atanması olmazsa olmazdır.

Deprem olduğu günden beri kahır belimizi büktü. Kitaplar tuğlaya dönüştü. Elim kaleme gitmedi. Depremden çıkan insanları, yakınlarını enkaz başında bekleyenleri gördükçe çocuğuma sarılıp sarılıp ağladığım zamanlar oldu. Çaresizlik, korku, tükenmişlik hisleriyle ve bolca duayla depremzedelerin acılarına ortak olmaya çalıştım. Bir akademisyen, bir sosyal bilimci ne yapabilir? Ne arama ne de kurtarmadan anlayan ben oralara gitsem en fazla tırnaklarımla enkazı kazıyabilirdim. Bu işleri bilmediğim için kendi yeteneksizliğime çok kızdım ve üzüldüm gerçekten. Keşke yüzlerce insanı doyurabilecek yeteneğe sahip bir aşçı olsaydım. Okumak ve yazmak dışında ne özelliğim var? Teori tamam da ya pratik? Ya hayat? Ne kadar zavallıyım? Ancak kişisel olarak maddi bir yardımda bulunabiliyordum. Kurtarma ekiplerimiz gerçekten muhteşem insanlar. Omuzlarına büyük bir yük bindi. Onların çabaları bize şunu göstermiştir: Bir afet sosyolojimizin acilen oluşturulması, her bireyin arama kurtarma işlerinin temel bilgisine en azından sahip olacağı bir eğitimin verilmesi gerekiyor. Organizasyon kabiliyetimizin geliştirilmesi gerekiyor. Bunların göstermelik olarak değil, gerçekten yapılması gerekiyor. (Mesela Üüniversitelerde bu işler maalesef göstermelik yapılıyor, diğer kurumları bilemiyorum.)

Bu süreçte kaybettiğimiz, dertleştiğimiz depremzede öğrencilerimiz oldu. Bu büyük felakette buradan ölenlere rahmet, akrabalarına, sevenlerine baş sağlığı diliyorum. Milletçe siyasi kavgaları bırakıp birbirimize sahip çıkma, birbirimize sarılma zamanı. Hepimize büyük geçmiş olsun.

[email protected]