Düşünme Hegel'den sonra ne anlama geldi?

Murat Güzel / Açık Görüş Kitaplığı
16.01.2021

Heidegger'in en gözde öğrencilerinden biri olan H. G. Gadamer'in Hegel'in Diyalektiği, adıyla derlenip Türkçe'ye çevrilmiş kitabı, hermenötikleştirilmiş Hegel varyasyonunun önemlice bir durağı birçok açıdan. Kitap, Hegel sonrası ‘düşünme'nin ne anlama geldiğine ilişkin kapsamlı bir özet olarak okunabilir.


Düşünme Hegel'den sonra ne anlama geldi?

Descartes’ın cogito’suyla başladığı kabul edilen modern felsefenin Aydınlanma sonrası belki de en kritik ismi addedilebilir Hegel. Hegel’i Aydınlanma felsefesini en kuvvetli şekilde eleştiren bir Aydınlanma filozofu olarak kabul edilen Hegel’in Fransız devrimine değgin Kant’ın benimsediği ikircikli tutumdan ziyade Bastille ayaklanmasını ve Devrim’i ölümüne kadar sürekli kutladığı, özgürlüğün evrensel karakterini kişiliğinde ve felsefesinde cisimleştirmeye uğraştığı iyi bilinir. Modern felsefe içerisinde Hegel’in dinmeyen uğultusunu özetlemeye çalışan Güçlü Ateşoğlu’nun tasvirleriyle Bradley, Green, Collingwood gibi İngiliz İdealizmi, ABD’deki pragmatizmi Dewey, Peirce, W. James vb. eliyle besleyen bir Hegelcilik, Fransa’da Kojeve, Hyppolite, Wahl ve Sartre’ın özgün yorumlarıyla gelişen bir felsefi çizgi ayırt edilebilir gerçekten de.

Diğer yandan Wilhelm Dilthey, Martin Heidegger, H. G. Gadamer gibi isimlerinde çağdaş Alman felsefesi içerisinde hermenötikleştirilmiş bir Hegel varyasyonunu tasvir ettikleri ileri sürülebilir. 1936’da “Alman tininin dönüşümü/transformasyonu Schelling’le başladı, Nietzsche’yle devam etti ve şimdi bende” diyen Heidegger’in en gözde öğrencilerinden biri olan H. G. Gadamer’in Hegel’in Diyalektiği adıyla derlenip Türkçe’ye çevrilmiş ve Hegel’i kapsamlı bir şekilde yorumladığı eser, hermenötikleştirilmiş Hegel varyasyonunun önemlice bir durağı birçok açıdan. Eserinde Hegel’in diyalektiğinin ona özgü yönünün çağdaşlarının diyalektik kullanımından farkını belirginleştirerek ele alan Gadamer, “Onun diyalektiği bir mantıksal belirlenimden bir başkasına içkin bir ilerlemedir. Herhangi bir hipotetik varsayımla/farazi bir sanıyla değil, kavramların kendi hareketlerini takip ederek başlandığı iddia edilir ve bu diyalektik düşüncenin içkin sonuçlarını, düşüncenin kendini aşamalı bir şekilde gözler önüne serişinde ortaya koyar. Burada hiçbir geçiş dışsal olarak belirlenmez” diyor. Hegel’in bu diyalektik yöntemiyle Fichte, Reinhold gibi çağdaşlarına eleştirel olduğunu vurgulayan Gadamer, aynı zamanda onun analitik yaklaşımla kendi diyalektiği arasındaki ayrım yapmadaki özeninin de altını çiziyor.

Evrik dünya

Hegel’in kuvvetle muhtemel en zor anlaşılan ve ama en çok da yorumlanan eseri olan Tinin Fenomenolojisi’nin bazı bölümlerini “evrik dünya”, “öz-bilincin diyalektiği” gibi makalelerde yorumlayan Gadamer’e göre yirminci yüzyılın başlarında Yeni-Kantçılığın etkin olduğu Heidelberg ve Marburg’daki felsefi gelişimde kendini etkin kılan Hegelcilik, Hegel’in Kant’a yönelttiği eleştiriyi tekrarlamaktan ibaret kaldığı ölçüde Hegel’in gerçek bir felsefi güncellenmesi olmaktan uzaktı. Eserindeki bir makalede Hegel ile Heidegger arasındaki kavramsal ilişkileri de ele alan Gadamer, Heidegger’in Hegel’i Batı metafiziğinin tamamlanma noktasını teşkil ettiğini ileri süren ilk düşünür olmamakla birlikte sadece tarihsel değil, kavramsal anlamda da bu ileri sürümün Heidegger’in “metafiziğin üstesinden gelmek” olarak adlandırdığı bir görevi de gündeme getirdiğini hatırlatır. Yine Gadamer açısından, Heidegger düşüncesi ısrarla Hegel’in düşüncesinin etrafında dönmekte ve kendini ondan ayırt etmenin yeni yollarını aramaktadır. Gadamer’e kalırsa bu Hegel diyalektiğinin canlılığının bir yansımasıdır da.

Birçok açıdan Hegel sonrası ‘düşünme’nin ne anlama geldiğine ilişkin kapsamlı bir özet olarak okunabilir Gadamer’in kitabı. Onun özellikle Hegel ve Heidegger arasında, fenomenolojik yöntem ile diyalektik yöntem arasında hermenötik bakışla bulguladığı zıtlıkların da bir noktadan sonra “kavramsal düşünme”nin niteliğine ilişkin yeni bakış açılarına yol açması beklenir.

@uzakkoku

Henri Bergson'dan Plotinos dersleri

Aristoteles sonrası antik felsefede yaygınlaşmış Neo-Platonculuğun kurucu ismi sayılır Plotinos. Plotinos’un hem Aristoteles’i hem de Platon’u felsefi bakımdan merkezileştiren neo-Platonculuğunun sadece İslam dünyasında değil, bütün bir Ortaçağ boyunca epey etkili olduğunu da yeri gelmişken hatırlatalım. Plotinos’un ruh teorisini, evrensel ruhtan bireysel ruha geçişi, idea, mit ve Tanrı (Bir) anlayışı konu edinen, ayrıca onun hayat hikayesi de çarpıcı kesitlerle aktaran Henri Bergson’un verdiği derslerden oluşan “Plotinos-Tanrı, Ruh ve Mit” isimli kitap, sadece Plotinos’un düşünce dünyasını değil, Bergson’a ait felsefenin de kıvrımlarını görebilmek bakımından önemli. Kitabı dilimze Adnan Akan çevirdi.

Plotinos-Tanrı, Ruh ve Mit, Henri Bergson, çev. Adnan Akan, Fol, 2020

Avusturya-Macaristan askerinin Galiçyası

Birinci Dünya Savaşı dendiğinde genelde İtilaf devletlerine karşı savaşan Osmanlı devletinin sadece Almanlarla müttefik olduğu akla gelir. Osmanlı ordusunda da bazı önemli görevlere, sözgelimi Çanakkale cephesine getirilen Alman generaller söz konusu edilir. Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı topraklarında en az 7 bin Avusturya-Macaristan askerinin Osmanlı askerlerinin yanı başında onlarla aynı şartlar altında savaştığını ve hatta can verdiğini ortaya koyan Emre Saral ve İsmail Tosun Saral, genelde Türk tarih yazıcılığında ihmal edilen (bu ihmalde kimileyin siyasi bazı saikler de bulunabilir!) önemli bir konuyu, Osmanlı’nın Avusturya-Macaristan devleti ile ittifakının Birinci Dünya Savaşı’na etkilerini gündeme getiriyor.

Türklerle Beraber, Emre Saral-İsmail Tosun Saral, Kronik, 2020