Merz döneminde açıklanan Sanayi 2030 programı, Almanya'nın endüstriyel gücünü yeni teknolojiler ve sürdürülebilirlik ekseninde güncelleme kararlılığını ortaya koyuyor. Öte yandan Çalışma Bakanı'nın çalışma saatlerinin uzatılması yönündeki teklifi, Almanya'nın ekonomik efsanesinin hâlâ güçlü ve dayanıklı olduğunu gösteriyor.
Dr. Makbule Yalın/ TBMM AB Uyum Komisyonu, Araştırmacı
Almanya, modern Avrupa tarihinin en belirleyici aktörlerinden biridir. 19. yüzyıldan itibaren gelişen sanayileşme hamlesi, 20. yüzyıldaki dramatik siyasi dönüşümler ve nihayetinde Avrupa Birliği'nin çekirdek ülkesi olarak üstlendiği rol, Almanya'yı küresel bir ekonomik güç haline getirmiştir. Ancak günümüzde, Almanya'nın bu geleneksel gücünde gözle görülür bir ivme kaybı yaşandığı da dikkat çekmektedir.
Almanya ekonomisi, pandemiden bu yana süregelen arz-talep dengesizlikleri, enerji krizi ve dış ticaretteki yön değişimleriyle birlikte klasik sanayi gücünün sınırlarını zorladığı bir geçiş dönemine girmiş durumda. Ancak her ekonomik yapı gibi, Almanya'nın da konjonktürel döngüler içinde zaman zaman daralma yaşaması olağandır. Bugün yaşanan resesyon sinyalleri, bir modelin sonunu değil; yeni bir üretim ve yatırım paradigmasına geçişin sancılarını işaret ediyor.
Nitekim Avrupa genelinde de 2027'den önce bir dip noktasına ulaşılması beklenmezken, Almanya'nın yeşil dönüşüm, yüksek teknoloji ve stratejik sektörlerdeki yeniden konumlanma çabası uzun vadeli toparlanmanın temelini atıyor. Ekonomik güç, yalnızca büyüme rakamlarından değil; dirençli yeniden yapılanma kapasitesinden doğar ve bu konuda Almanya hâlâ rakipsiz aktörlerden biridir.
Das auto, das ekonomi
Almanya'nın ekonomik tarihi, sadece rakamlarla değil, motor sesiyle de anlatılabilir. Ülke, ekonomisini adeta bir otomobil gibi tasarladı: güçlü bir motorla başladı, birkaç kez yolda kaldı, bazen tam gaz gitti, bazen de frenleri zorladı. Bu yazıda, Almanya ekonomisini bir Mercedes'in sessiz gücüyle, BMW'nin kıvrak virajlarıyla, Volkswagen'in sağlamlığıyla ve Audi'nin teknolojik vizyonuyla anlatmayı deniyorum.
Ekonomi (bazen) kuru istatistiklerden çok daha fazlasıdır. Almanya'nın hikâyesi, direksiyon başına geçtiğinizde daha iyi anlaşılır. Çünkü bu ülke, ekonomiyi mühendislikle; kalkınmayı sürüş keyfiyle siyaseti ise yol tutuşla şekillendirmiştir.
Kemerlerinizi bağlayın; tarihsel bir test sürüşüne çıkıyoruz!
Motor yeni çalıştırıldı (1871–1900)
1871'de Almanya'nın birleşmesiyle birlikte motor ilk kez çalıştırıldı. Fabrikadan yeni çıkmış bir Mercedesgibi, güçlü ama rodajda bir araç yola çıkarıldı. Direksiyona Otto von Bismarck oturtuldu; Prusya menşeli bu yeni imparatorluk, Avrupa yollarına dikkatle ama iddialı biçimde yerleştirildi. Sanayileşme süreci, fren balatalarının oturması gibi zaman aldı; ancak bu süreç sonunda sistem güven verdi, motorun ritmi yakalandı. İlk plakası takılan Almanya, artık organize bir güç olarak Avrupa sahnesine sürüldü.
Turbo takıldı (1900–1914)
20. yüzyılın başında ise Alman sanayisine adeta turbo takıldı. Kimya, çelik ve makine sektörleri ardı ardına vites yükseltti; üretim hatları hızlandırıldı, ihracat hacmi genişletildi. Almanya'nın büyüme ivmesi, atmosferik bir motora turbo entegre edilmiş bir BMW gibi hissedildi. Ancak bu sürat, yolun eğimini görünmez kıldı; Avrupa'nın giderek daralan jeopolitik koridorları, bu hızın sürdürülebilirliğini gölgede bıraktı. Yine de bu dönemde Almanya, mühendisliğe dayalı bir kalkınma modelinin güçlü bir örneği olarak konumlandırıldı.
Motor conta yaktı (1918–1933)
I. Dünya Savaşı'nın ardından Almanya ekonomisi, adeta hararet yapmış eski bir otomobile döndü. Hiper enflasyon, motorun contayı yakmasına neden oldu; fren sistemleri bozuldu, süspansiyon çöktü, debriyaj da işlevini yitirdi. Versay Antlaşması sadece hız sınırlaması değil, adeta ruhsat iptali niteliği taşıyan bir yaptırım olarak uygulandı. Weimar Cumhuriyeti dönemi, direksiyonu kopmuş bir aracı düz yolda tutmaya çalışmak gibiydi: istikamet kayboldu, ancak araç henüz hurdaya ayrılmadı. Çünkü bu efsane hâlâ yeniden tamir edilebilirdi.
Nitro Basıldı, Duvara Toslandı (1933–1945)
1930'ların başında Alman ekonomisine adeta NOS takviyesi yapıldı; sistem kısa sürede hızlandırıldı, üretim hatları genişletildi, istihdam arttırıldı. Ancak bu performans artışı kontrollü değil, saldırgandı. Nazizm'in politikalarıyla motor fazla zorlandı, yolun sonu ise kaçınılmazdı. II. Dünya Savaşı başladığında araç frenlenemedi, yön tayin edilemedi ve hızla duvara tosladı. Hasar tam kapsamlıydı: motor durdu, şasi çöktü, marka imajı küresel vicdan nezdinde silindi. Almanya sadece bir ekonomik çöküş değil, insanlık tarihinde karanlık bir iz olarak kendi yarattığı yıkımın enkazında bırakıldı.
Hurda toplanıyor (1945–1950)
Savaşın ardından Almanya, tekerlekleri yerinde ama motoru sökülmüş bir araç görünümüne büründü. Ülkenin dört bir yanına saçılmış ekonomik ve fiziksel enkaz, bir karoserin etrafında yeniden toplanmaya çalışıldı. Batı Almanya için Marshall Planı devreye alındı; yeni parçalar temin edildi, şasiye tekrar hayat verilmek istendi. Öte yandan Doğu Almanya, egzozu olmayan, manevra kabiliyeti zayıf bir sosyalist traktöre dönüştürüldü. Savaşın ardından geriye kalan, yalnızca direksiyonsuz bir gövdeden ibaretti — ama o gövde yeniden yola çıkmaya hazırlanıyordu.
Motor swap edildi (1950–1970)
Savaş enkazından çıkan Batı Almanya'ya adeta yepyeni bir motor takıldı; düşük hacimli eski bir Golf'ün yerine V8 bir performans ünitesi yerleştirildi. "Wirtschaftswunder(ekonomik mucize)" olarak anılan bu dönemde ekonomi, otobanlarda hız sınırı tanımayan bir Audi gibi ileri fırlatıldı. Üretim kapasitesi yeniden inşa edildi, sanayi tesisleri modernize edildi, ihracat patlaması yaşandı. Öte yandan Doğu Almanya ise kontrolsüz vites geçişlerine kapalı, düşük torklu bir Trabant gibi yolda tutulmaya çalışıldı. Berlin Duvarı, iki modelin aynı yolda ilerlemesini engelleyen kalın bir bariyer olarak yerleştirildi, geçmek isteyenin lastiğini patlattı. Ancak Batı, yeni motoruyla sadece yola çıkmadı; Avrupa'nın sürükleyici gücü olarak öne konumlandırıldı.
Cruise control açıldı (1970–1990)
1970'lerden itibaren Almanya ekonomisinde sabit hız modu devreye alındı; büyüme istikrarlı, sistem sessiz ama güçlü şekilde çalıştırıldı. Mercedes S-Class konforunda seyreden bu dönemde, kalkınma rotası netleştirildi, riskler minimize edildi. Alman mühendisliği yalnızca otomotivde değil, ekonomik planlamada da güvenin sembolü haline getirildi. Kalite, verimlilik ve kurumsallık ekseninde şekillenen bu yolculukta, ülke global üretim zincirlerinin merkezi konumuna yerleştirildi. Sürüş konforu önceliklendirildi; istikrar, en değerli hız biçimi olarak kodlandı.
İki araba kaynatıldı (1990)
1990'da Batı Almanya'nın Porsche'si ile Doğu Almanya'nın Trabant'ı aynı garaja çekildi ve zor bir kararla tek araca kaynatıldı. Biri yüksek enjeksiyon sistemine sahip, diğeri karbüratörle çalışan bu iki farklı sistemin tek bir şasi altında uyumlandırılması kolay olmadı. ECU'lar senkronize değildi; şanzıman zorlandı, süspansiyon dengesi defalarca ayarlandı. Ekonomik entegrasyon, yazılım güncellemesi gerektiren karmaşık bir işlem gibiydi — toplumsal uyum da aynı şekilde zaman ve kaynak istedi. Ancak Alman mühendisliği sabırla ilerletildi; hibrit yapı testlerden geçti, adaptörler geliştirildi ve bu yeni araç, ilk başta sarsak ilerlese de sonunda yolu tuttu. Bu süreçte maliyetli parçalar değiştirildi ama marka değeri ve hız potansiyeli yeniden korundu.
Az yakar çok kaçar (2000–2008)
2000'li yıllarda Almanya ekonomisi, düşük tüketimle uzun yol yapan dizel motorlu bir Passat gibi ilerletildi. Az yakıtla çok mesafe kat edilen bu dönemde, ülke adım adım dünyanın ihracat motoruna dönüştürüldü. Çin'den ABD'ye, Latin Amerika'dan Ortadoğu'ya kadar her coğrafyaya yalnızca otomobil değil, makine, kimya ve yüksek teknoloji ürünleri de ihraç edildi. Angela Merkel direksiyona geçirildiğinde gaz pedalına temkinli basıldı; rot balansı bozulmadan, sürüş konforundan ödün verilmeden ilerleme sağlandı. Ekonomi fazla gürültü yapmadan büyütüldü, dış ticaret fazlası kronikleşti ve Almanya, Euro Bölgesi'nin istikrar çıpası haline getirildi.
ABS devreye alındı
2008 küresel finans kriziyle birlikte ekonomi kaymaya başladı. Ancak Almanya'da fren sistemi zamanında devreye sokuldu; mali teşvikler, kısa süreli çalışma programları ve ihracat pazarlarına yönelik dengelemelerle araç yolda tutuldu. Tıpkı ABS ve ESP sistemlerinin kaygan zeminde sürüş güvenliğini sağlaması gibi, Alman ekonomi yönetimi de refleksif ve teknik müdahalelerle istikrar kaybını önledi. Avrupa'nın büyük ekonomileri arasında krizi en az hasarla atlatan ülkelerden biri haline gelindi. Yol kaygandı, ancak sistemler hazırdı.
Geçiş modunda Alman ekonomisi (2020–2025)
2020'li yıllarda Alman ekonomisi, dizel alışkanlıklarla programlanmış bir Audi e-tron gibi çalıştırıldı. Elektrikli motor hazırdı ama refleksler hâlâ içten yanmalı sistemlere aitti. Vites geçişleri zorlandı, fren tepkileri gecikti, yazılım güncellemeleri ise sürekli ertelendi. Bu sırada Çin menşeli elektrikli otomobiller şeritten çıktı, Almanya'yı solladı ve artık yalnızca dikiz aynasında değil, ön camda farlarını parlatan bir rakip hâline geldi.
Üç partili koalisyon hükümetiyle birlikte araçta birden fazla sürücü belirdi: biri direksiyona dokunmadan rota değiştirmeye çalıştı, diğeri fren pedalına bastı, üçüncüsü ise navigasyonu yeniden başlattı. Sistem elektrikliye geçmek istiyordu ama priz hâlâ bulunamamıştı.
Krize bağışıklık
İkinci Dünya Savaşı sonrası Almanya, Marshall Planı ve mühendislik gücüyle hızla ekonomik mucizeyi yaşadı; otomotiv ve makina sektöründe dünya çapında markalar yaratıldı. 1990'larda Berlin Duvarı'nın yıkılmasıyla Doğu Almanya'nın zayıf altyapısı Batı ile entegre edilerek birleşmiş ve güçlenmiş bir Almanya inşa edildi. 2008 küresel finans krizinde ise "Kurzarbeit" programıyla istihdam korunarak üretim yavaşlatılmadan krizden hızlı çıkıldı.
Ancak Almanya'nın en güncel ve etkileyici yeniden doğuş örneği, COVID-19 pandemisinde ortaya çıktı. Mainz merkezli BioNTech, Pfizer ile birlikte geliştirdiği mRNA aşısıyla sadece ülkesini değil, tüm dünyayı salgından korudu. Bu başarı, Almanya'nın bilimsel altyapısının ve uzun vadeli AR-GE yatırımlarının kriz zamanlarında nasıl bir güç kaynağına dönüşebileceğinin en somut göstergesi oldu.
Merz döneminde açıklanan Sanayi 2030 programı, Almanya'nın endüstriyel gücünü yeni teknolojiler ve sürdürülebilirlik ekseninde güncelleme kararlılığını ortaya koyuyor. Öte yandan Çalışma Bakanı'nın çalışma saatlerinin uzatılması yönündeki teklifi, Almanya'nın ekonomik efsanesinin hâlâ güçlü ve dayanıklı olduğunu gösteriyor. Tıpkı Volkswagen Golf gibi gerçek efsaneler ölmez; onlar zaman içinde sadece şekil değiştirir ve motorunu yeniler. Almanya da bugün, aynı efsanevi dayanıklılıkla yoluna devam edecektir.