Egemenlik mi hakimiyet mi?

Ali Osman Sezer / Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi
15.01.2021

Latince hegemonia ile aynı içeriğe sahip olan egemenlik bir liderin toplumu ve diğer toplumlar üzerindeki gücünü, üstünlüğünü veya bir devletin diğer devletler üzerindeki baskısı ve hegemonyasını ifade eder ki bu ifadenin, hakimiyetin kayıtsız şartsız millete ait olduğu hak bilinci ile özgür bir milletin hakimiyetinin adı olan cumhuriyeti ifade etmesi mümkün değildir.


Egemenlik mi hakimiyet mi?

Foucault, kavramların düşüncenin nesneleri olduğunu söylüyor. Bu durumda düşünce, hangi kavramları kullanırsa onların imkan ve içerikleriyle şekillenecektir. Aslında bambaşka bir temayla yazmaya başladığım bu yazı, sıkça kullandığım egemenlik kavramının, cumhuriyetin içeriğini ifade etmeye geçit vermeyişi üzerine asıl bağlamın hakimiyet olduğu ayrımına vararak böyle bir içeriğe dönüştü. Türk Milleti’ni Millet yapan hak bilincine dayalı hakimiyetidir. Bizi millet, bu toprakları da vatan yapan bu hakikatin dili olmuştur. Türkiye’de gerçekleşen bütün darbe ve darbe teşebbüsleri öncelikle bu dilin hak iddiasını ortadan kaldırmaya yönelir; bu başarılırsa zaten, gerisi kendiliğinden gelir düşüncesiyle. Bu yüzden milletin hak bilinci ruhuyla tüm devlet teşkilatını biçimlendiren Anayasadan başlayarak bu dili tahkim etmek elzemdir. Aksi takdirde milletin hakimiyet iradesini sözde bırakmayı amaçlayan söylem ve girişimlerin önü alınamaz.

Cumhuriyet tasavvuru

Kelimelerin bir dile olan aidiyeti, o dilin mekanında kendini ifade eden milletin tasavvurunda ortaya çıkar. Cumhuriyet tasavvuru da böyle bir süreçle ortaya çıkmıştır. Burada dillerin karşılıklı kelime alışverişi yapmaması gerektiğinden söz etmiyorum, bu mümkün de değildir. Bu, kavimlerin karşılaşıp tanışmalarının, bütün dillerin insan dili olmasının en doğal sonucudur. Bugün kullandığımız kalem, kitap, ev, millet, vatan, devlet, cumhuriyet, demokrasi ve daha nice kelimenin Türkçe olmadığı söylenebilir mi? Bu ve bunun gibi birçok kelime farklı kökenleri olsa da artık, aynı zamanda Türkçe kelimelerdir. Bu sürecin gerçekleşmediği herhangi bir dilden söz edilemez. Dikkat edilmesi gereken husus, zaten o milletin dilinde mevcut bir anlamın varlığını ortadan kaldırıp onun yerine bambaşka bağlamlar ifade eden kavramlar koymaktır. Bir kelimenin bir dile eklemlenebilmesi o milletin tasavvurunda uyumlu bir yer bulması süreci ile gerçekleşebilir. Bu süreç dışında dile yapılan müdahale millete karşı yapılmış olur. Bir toplum kendi kelimelerini koruyarak onun nüanslarına ilişkin farklı kelimelerle tasavvurunu zenginleştirebilir. Ancak bunlar da o dildeki asıl anlamı yerinden kovup onun yerine geçemez. Zaten kelimeler arasında, birinin öbürünün yerine geçebileceği tam bir eş anlamlılıktan da söz edilemez.

Al ve kırmızının eş anlamlı olduğundan bahisle al bayrak yerine kırmızı veya kızıl bayrak denilemeyeceği gibi ki bağlamları bambaşkadır, milletin hakimiyeti yerine milletin egemenliği ifadesindeki hakimiyet ve egemenlik de bambaşka bağlamlara sahip ifadelerdir. Anayasanın birinci maddesi “ Türkiye devleti bir Cumhuriyettir.” hükmü ile başlıyor. Bu hüküm cümlesindeki hakimiyet, Cumhuriyetle ifadesini bulan millete aittir. Bu cümledeki asıl vurgu devlet aygıtının varlığını ortaya çıkartan hak ve ona dayalı hukukun milletin hak bilincinden ayrı olamayacağıdır. Cumhuriyetin en temel niteliği bu hak bilincinin cari kılınarak hakimiyetin kayıtsız şartsız millete ait olduğu ve diğer tüm niteliklerin de buna bir istisna getiremeyeceğidir. İşte Anayasanın birinci maddesi bu yönüyle devleti, milletin hak bilinciyle hakimiyetinin carı kılınacağı cumhuriyetle ifade ederek, cumhuriyetin en temel niteliğinin milli hakimiyet vurgusu ile başlamakta, ikinci maddede yer alan diğer nitelikleri cumhuriyetinin anlamıyla bağlamaktadır. Kısaca cumhuriyet rejimi hakimiyetin kayıtsız şartsız millete aitliği ilkesine aykırı hiçbir işlemin meşru sayılmayacağının beyanıdır. Ancak kelimeler köklerine ilişkin hakikatleri ile kavramsallaştırılamadıklarında, bağlamlarından kopartılıp hakikati örtbas ederek, içeriklerinden bağımsız bir hikayenin kahramanlarına dönüştürülebilir. Bu ülkede laiklik kelimesinin gerçek anlamından kopartılarak alet edildiği hikayeyi bilmeyen yoktur.

24 Anayasasının 3. Maddesi Cumhuriyeti “Hakimiyet bila kaydü şart Milletindir.” İfadesi ile tanımlarken 61 ve 82 Anayasalarında bu tanım “Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir” şekline dönüştürülmüştür. Ayrıca 24 Anayasası 4. maddesinde TBMM’nin yasama yetkisini izah ederken, ”Milletin namına hakkı hakimiyeti istimal eder” demekle yasa yapma yetkisinin, millet adına, milletin hak bilincine uygun olan hakkı hakim kılmak için kullanılabileceğini amir hüküm olarak beyan etmektedir. Burada milletin Cumhuriyeti kurma iradesi tarife imkan bırakmayacak kadar açıktır. Kurtuluş savaşı bu toprakları, sömürgeci egemenlerin hegemonyasından kurtarıp milli hakimiyeti gerçekleştirilmek amacıyla yani onlar gibi olmamak için verildi. 24 Anayasasının ilk dört maddesindeki vurgu cumhuriyetin hangi ruhla kurulduğunu hatırlamamız bakımından önemlidir. Ancak Türkiye’de gerçekleşen tüm darbe ve darbe girişimleri işte bu bilinci aşındırmaya yönelik yapılmıştır.

Güç ve egemenlik

Egemenlik güç ile doğru orantılıdır ve gücün kadar egemen olma imkanıyla daha güçlüye boyun eğmeye, hiyerarşik ve yukarıdan aşağıya hegemonik bir akla geçit veriyor. Bükemediğin eli öpeceksin demeye gelen bir içeriği var yani. Güç dışında bir hak referansı içermez ve daha güçlü olanların belirlediği hiyerarşide yer alır. Oysa hakimiyet hak iddiasına dayanarak, bu hakkı çiğnetmemek için karşısındakinin gücüne bakmaksızın Milli Mücadele’de olduğu gibi varlığını ortaya koymaktır. Hiyerarşik Olimpos Tanrıları gibi hareket eden emperyalist hegemonyanın, çocuklarım dediği 60 darbesini yapan hegemonik irade, ilk iş olarak çıkardığı 1 sayılı kanunla, Anayasanın yerine yenisini yapıncaya kadar, milli olmadığı tartışma götürmez “Milli Birlik Komitesi” olarak kendisini koydu ve sonra yukarıda belirttiğimiz nüansları törpüleyen bir anayasa yazdı. 80 darbesini yapanların da aynı iradenin motivasyonuyla hareket ettiği zaten herkesin malumu. Bu yüzden Türkiye’de gerçekleşen tüm darbe ve darbe girişimlerinin amacı, hegemonik hiyerarşinin emrinde, nerede olup olamayacağımızın onlar tarafından belirleneceği, oranın dışında her yerin bataklık olduğu, dışarı çıktığında ise buna gücümüzün yetmeyeceğini ifade eden adeta had bildirir tonda, orda ne işiniz var diye azarlayabileceği bir konuma tıkmaktır.

Hak bilinci olmazsa...

Bu milleti, tarihsel süreci içerisinde, sömürgecilik gibi insanlık dışı bir konuma düşmekten koruyan, sahip olduğu hak bilincini cari kıldığı hakimiyetidir. Hak bilinci olmayan, amacına ulaşmak için her şeyi yapabilir. İşte cumhuriyet iddiası, hiçbir hak bilinci ifade etmeyen egemenlik değil, onu millet yapan hak bilincini cari kılan milli hakimiyettir. Buna rağmen Anayasadan milletin hakimiyeti iradesini kaldırarak, bunu egemenlikle ikame etmek bu milletin bir hak iddiasına dayanan cumhuriyet iradesini de bağlamından koparma tehlikesini barındırıyor. Bunun hakimiyet kelimesinin anlamını daha iyi açıklamak için yapıldığı da söylenemez. Çünkü bu ülkede egemenlik nedir sorusu hemen herkes tarafından hakimiyet olarak ifade edilir. Oysa hakimiyet nedirin cevabı, kendinde olan anlamıyla, hakkın hakim kılınması olarak herkesçe zaten biliniyor. Bu durum, bu konudaki esas algımızın hala hakimiyet olduğunda ısrar ederek haktan soyutlanmış gücün meşruiyetine direnildiğinin göstergesidir.

Milletin hakimiyet bilinci tercümeye muhtaç değildir. O onun tarihi süreçteki tecrübeleriyle ulaştığı, normal olan ile anormal olana dair bilincidir. Millet, değerlerini ve normlarını kendisini hak bilinci ile dengelediği normale yaslanarak üretir. Bu bilincin dikkate alınmaması milletin normlarını üreteceği hak dengesini bozar. Egemenlik kavramı, Hıristiyan kültürünün reformasyon süreçleriyle evrilerek, gücün ve servetin çokluğunu iman derecesi olarak ölçen ve ‘hak etmeseydik Tanrı bunu bize nasip etmezdi’ tevilinde her ne yolla olursa olsun güce ve servete ulaşmayı meşrulaştıran bir hak anlayışını tatmin edebilir. Ancak Türk Mileti’nin hakimiyet bilinci, güce ve servete dayalı değil kendi çıkarına olmasa da ulaştığı hak bilincini yerine getirmeyi adalet olarak tanıyan bir bilinçtir. Türk Milleti’nin hakkın üstünlüğünü yerine getirme ideali olan hakimiyeti onun adalet anlayışıdır. Sömürgeciliğe evrilmiş batı kültürünün adalet bilinci ise makyavelist, güce ve servete ulaşmak için her yolu mübah sayıp sömürdüklerini paydaşları ile nasıl paylaşacakları ölçüsüne dayanan, sahiplik sıfatı ile kendini ifade eden bir anlayıştır. Haklılığını sahip olduğu güç ve servetle gerekçelendiren bu ulus (millet değil) ve devlet anlayışının hegemonik olması kaçınılmazdır. Bu anlamda Huntington’un medeniyetler çatışması tezini, adeta kudretinden sual olunamaz olarak nitelediği Batı ile, ona eklemlenmeyi reddedenler arasında bir çatışma zemininde kurması gücü ve serveti ele geçirmek için dünyayı ateşe vermekten çekinmeyecek hegemonik yapının hadsizliğini yeterince ifade ediyor.

Kurtuluş Savaşı, emperyalist hegemonyaya direniş olarak gerçekleşti ve bu direniş sonunda zafer, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde millet namına hakimiyetin kayıtsız şartsız millete ait olduğu cumhuriyet iradesi olarak ilan edildi. Türk Milleti’nin iddiası hakkı gerçekleştirmek olan hakimiyetiyle sömürgeci hegemonyaya geçit vermemektir. Bu açıdan Milletin hakimiyet bilinci ve Anayasanın en temel kavramı olan Cumhuriyet kavramı ile çelişkiler taşıyan egemenlik kavramı gözden geçirilmelidir. Hakimiyet yerine egemenliği koyan irade, zaten hakimiyeti kastettiğini ileri sürse de hegemonik anlamı ile egemenlik, içeriği itibari ile hakimiyeti ima bile edemez. Hakimiyeti ancak hakimiyet ifade eder. Kelimeler onları üreten kökenden bağımsız anlamları temsil edemez ve var oldukları ortamda kök anlamlarını cari kılacak bir misyona sahiptirler. Bu yüzden aynı yapı içinde birbiriyle çelişen ifadeler yer aldığında bu durum, aslında bu kelimenin anlamı şudur budur gibi tevilleri hiç umursamadan akli bağlamların sembollerini tahrip eder. Milletin hakimiyetinin tam karşılığı Anayasanın birinci maddesinde, devletin tanımının yapıldığı cumhuriyettir. Cumhuriyetin etimolojik yapısı üç unsurdan oluşuyor. Kelimenin kökü sıklıkla cumhur olarak öne çıkarılsa da asıl kök topluluğu ifade eden cem kelimesidir. Ancak bu aşamada bu topluluğun niteliği henüz görülmüyor. Bunun için ikinci unsur olan hur, hür veya özgürlük kelimesine ihtiyaç var. Bu kelime ile birlikte cem olan topluluğun niteliği belirginleşerek, onu herhangi bir topluluktan ayrıştırıyor. Ortaya çıkan cumhur kelimesi bu topluluğun özgür bir toplum olduğunu ifade ediyor. Özgürlük, tamamen içsel bir durumun dışarıda yansımasıyla ortaya çıkar. Özgür olma hali, kendi isteği, iradesi ve değerleri ile yaptığının öznesi olmayı ve elbette ki yaptıklarının da sorumluluğunu üstlenmeyi ifade eder. Bu durum ancak bir kişinin veya topluluğun sahip olduğu değerler ile neyi yapıp neyi yapmayacağı hususunda, sınır çizen hak bilincinin öncelikle kendi üzerindeki, sonra da sahip olduğu sahadaki hakimiyetiyle gerçekleşebilir. İşte cumhur, her istediğini yapan değil ürettiği hak bilinci ile hukuki sorumluluğu olan, insana ve tüm varlığa ilişkin eylemlerini bu sınırlar içinde gerçekleştiren ve yaptıklarının da sorumluluğunu alarak özgürlük bilincine ulaşmış toplumu ifade eder ki bu toplum artık millettir. Son olarak aidiyet kelimesinin de eklenmesi ile cumhuriyet, hakimiyetin, hak bilinci ile özgürleşmiş millete ait olduğunu ifade eder.

Kayıtsız şartsız milletindir

Sonuç olarak; Türk Milleti’nin hakimiyet bilinci, hak bilinci ile ürettiği hukukla kurduğu devletinde cisimleşen, milletin hakimiyetini gerçekleştirme yetkisi ile hür bir yaşam iradesini ifade eder. Aynı zamanda bunun bütün milletlerin hakkı olduğunu da tanıyarak, hiçbir milletin hak anlayışı dışında yönetilemeyeceğini de savunarak, milletler arası ilişkilerini de mütekabiliyet çerçevesinde bu özgürlük bilincinde üretir. Latince hegemonia ile aynı içeriğe sahip olan egemenlik ise bir liderin toplumu ve diğer toplumlar üzerindeki gücünü, üstünlüğünü veya bir devletin diğer devletler üzerindeki baskısı ve hegemonyasını ifade eder ki bu ifadenin, hakimiyetin kayıtsız şartsız millete ait olduğu hak bilinci ile özgür bir milletin hakimiyetinin adı olan cumhuriyeti ifade etmesi mümkün değildir. Egemenlik daha çok Machiavelli’nin Prens’i ile Thomas Hobbes’in Leviathan’ına yükledikleri statüyle uyuşuyor. Biz özensizce kullandığımız kavramlarla aslında ne demek istediğimizi ifade etmeye çırpınsak da kavramlar içerikleri dışında bir bilince izin vermiyor.

Hak vurgusu içermeyen egemenliği temsilen ortaya çıkacak devlet egemenliğinin, millet üzerinde, bir hakka dayanmayan yaptırım aracına dönüşmesi riskine karşılık Rousseau’cu mantıkla, -devlete bu yetkiyi hak ve özgürlüklerinizin bir kısmından feragat ederek siz verdiniz, sonuçlarına niye itiraz ediyorsunuz, diyerek haksızlığın faturasını millete maletmeye meyyal bir yapısı var. Oysa bizim devletimiz, Rousseau’nun izah ettiği biçimde hak ve özgürlüklerimizden vazgeçerek kurduğumuz bir devlet değil, hakkımızdan, özgürlüğümüzden vazgeçmeyerek ve vazgeçmemek için kurduğumuz, hakimiyetin kayıtsız şartsız millette olduğu bir cumhuriyettir.

[email protected]