Eğitim, ifade ortamının imkanları kadar mümkündür

Ali Osman Sezer / Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi
22.04.2022

Her varlık anlamını içinde bulunduğu zamansal ve mekânsal süreçte ifade eder. Dolayısı ile varlık ile doğrudan bağlantılı kavramlar da anlamını bu ortamda sürdürebilir. Böylece varlık, içinde varlık bulduğu ortamın süreçlerinde kendisiyle çelişmeden sürekli kendini ifade ederek var olur.


Eğitim, ifade ortamının imkanları kadar mümkündür

İfade, varoluşun göstergesidir. İfade yoksa varlık da yoktur. Bu doğrultuda ifadenin kapasitesi doğrudan doğruya varlığın kapasitesinin de göstergesidir. Hatta varlıklar arası sınıflandırma (taxinomia), her varlığın yoğunlaşan ifadelerinde ortaya çıkan karakterleriyle gerçekleşir. İnsan dışındaki varlıklar için bu ifade varoluş özelliklerine bağlı öz ile bağlı iken insan, akıl ve eylemleri ile varlığın ve kendisinin ifadesine müdahale edebilir. Bu özelliği ile insan stabil değil, adeta ne isterse o olabilecek kapasitede bir varlıktır. İnsanı diğer varlıklardan ayıran en önemli özellik ifadenin okur-yazarlıkta odaklanan kapasitesiyle öne çıkmasıdır. Çünkü ifadeleri anlayabilmek okumak, anladığı ifadeleri kalemle, sesle veya herhangi bir ürünle ifade etmek ise yazmaktır. Anlamın herhangi bir ürünle ifadeye dönüşmediği bir ortamda, onun anlaşıldığını gösteren okumadan ve anlamın vücut bulduğu nesnel bir durum olan yazmadan söz edilemez. Bu açıdan okuma öznel iken yazma faaliyeti ortaya koyduğu eser üzerinden nesneldir. Ancak bu eser kendi içinde nesnel iken onun anlamına ilişkin anlama faaliyetinin yeni konusu olarak öznel bir durum olan okumanın konusuna dönüşür ve bu dönüşüm, eğitim faaliyetinin sürekliliğini oluşturur. İşte anlama faaliyeti olan okumanın kapasitesi bu anlamla üretilen yazılım ürünleri olan nesnel durumun ifadesi üzerinden ölçümlenebilir.

Eğitimin ontolojisi

İstendik davranış ve kapasite oluşturma süreci olan eğitimin ontolojisi insanın bu değişebilme yeteneğine dayanıyor. Diğer varlıklar gibi kendi kapasitesini değiştirme yeteneği olmasaydı, insan için bir eğitimden de söz edilemezdi. Eğitim klasik tanımında istendik davranış geliştirme süreci olarak ifade edilir. Dolayısı ile eğitim, her halükarda düşünsel altyapıya yaslanan davranış odaklıdır. Bu davranışın istendik olan tarifi ise zaman zaman eğitimden beklenen amaç ile çatışabilir. Özellikle istendik davranış kalıbında yer alan istencin hangi irade tarafından belirleneceği eğitim sisteminin daha işin başında yer alan en önemli unsurudur.

İnsan yaşamının doğal ortamı olan sosyal ortam aslında bir eğitim ortamı olarak ortaya çıkar ve bu ortamın değerler sistemi istendik davranışların merkezinde yer alır. Bu sistemin değerlerinin dikkate alınmadığı ortam ise istendik davranışın içeriği ile çelişir. Bu açıdan aileden başlayarak mahalle ve okul ortamları katmanlar halinde eğitim sürecinin gerçekleştiği ortamlar olarak öne çıkar. Aile ve mahallenin eğitim süreçleri, nüansları olsa da genelde o toplumun doğal hali diyebileceğimiz değerleri üzerinde gerçekleşir. Okul merkezli eğitim sistemleri ise formal nicelikleri öne çıkan ortamlardır. Bu formal yapının niteliği, içinde var olduğu sosyal yapının değerleri ile uyumlu olup olmamasına göre önemli sonuçlara evrilebilir.

Yeni toplum inşası

Toplumsal hiçbir değeri dikkate almaksızın seçili bir ideolojiyi merkeze alan eğitim sistemleri mevcut olan toplumu ideolojik bir aygıta dönüştürüp yepyeni bir toplum yaratmayı amaçlar. Böyle bir sisteminin tüm değerleri sosyal ortamın değerleri ile çatışma halinde olacağından, bu sistemler bölünük veya kamplaşmış ortamları ivmeler. Elbette ki bu ortamda insan olarak kendini ifade etmek değil buyruk olarak vazedilen davranışları yerine getirmek makbul sayılacaktır. Böylece sistemin vaazettiğini ifade edenin makbul vatandaş olarak kabul edildiği bu ortamda, akleden insan olmak hoş karşılanmayacaktır. Ancak insan olmanın en önemli göstergesi sorumluluk bilinciyle kendisini özgürce ifade edebilmeye dayanır ve dolayısı ile eğitim sisteminden beklenen en önemli istendik davranış da değer odaklı, kavramsal bağlamlarla akleden ve yaptıklarının sorumluluğunu alan özgür insanın gelişebileceği ortam kurabilmektir.

Bu açıdan bir ülkede var olan eğitim ortamları katmanlar olarak ortaya çıkar ve eğitimden beklenen sonuçların elde edilebilmesi ise bu katmanların iç içe olan uyumuna dayanır. Bu durum hakimiyetin, yani milletin hak bilincinin hakim olacağı ilkesine dayalı cumhuriyet rejimlerinin cari kılınabilmesinin de temel unsudur. Çünkü cumhuriyet, o ülkede hak algısını açığa çıkartacak temel unsur olarak milleti yani o toplumu millet yapan değerler sistemini esas alarak bu değerler çerçevesinde bir gelişmeyi öngörür. Bu açıdan eğitim sisteminin hiyerarşik yapılanmasında o milleti millet yapan değerler sistemi en kapsamlı kümeyi oluşturur ve diğer eğitim ortamları bu sistemin içinde onunla çatışma halinde olamaz. Bu durum eğitim ortamının statik bir yapıda olacağının değil tam aksine onun ideolojik kalıplara zorlayarak aklı devre dışı bırakan statükoya izin vermeyeceği anlamını içeriyor. Bir toplumu millet yapan değerlerin o toplumun varoluşu ile birlikte gelişeceği, milli değerlerin merkeze alınmadığı ortamda ise o toplumun olmadığı içeriklerle kendi aleyhine savrulacağı kaçınılmazdır. Zaten hiçbir toplum kendi iradesi ile kendi değerlerini dikkate almayan bir sistem kurmaz. Buna aykırı sistemlerin, yani bir milleti millet yapan değerleri dikkate almayıp, o millete bambaşka içerikleri dayatarak onun millet halini ortadan kaldırmaya yönelen iradenin cumhuriyetten ne anladığının ele alınması gerekir. Çünkü kavramlar içerikleri dikkate alınmadan kullanıldığında kendi gerçek anlamlarını yok edecek aygıtlar üretebilir. Cumhuriyet adı altında kendi ideolojisinin ve yaşam tarzının dışında hiçbir şeye geçit vermeyeceğini ifade eden iradenin cumhuriyetle ilgisi elbette ters orantılıdır.

Değerlerle uyum

Sonuçları toplumun tüm katmanlarında görünür olan sistemlerin temeli sosyal ortamı kuran değerlerle uyumlu olması gerekir. Aksi takdirde o sistemin ürünlerinin sosyal ortamda cari olması mümkün olmayacak ve kendi ürettiği çelişkiler o sistemin en büyük sorunu olacaktır. Oysa sistemlerin amacı sorun üretmek değil sorun çözmektir. Bu açıdan her toplumun sorunları kendi yapısı üzerinden ortaya çıkar ve bir topluma iyi gelen yöntem farklı bir topluma zarar verebilir. Özellikle sonuçları doğrudan doğruya sosyal ortamın tüm katmanlarında görünür olan eğitim ve hukuk sistemi o toplumun özgün yapısı ve değerleri dikkate alınarak temel dinamiklerinde özgün olmalıdır.

Eğitim ortamı salt bir düşünme ortamı değil aksine düşüncenin de varlığını var edebileceği ifade ortamıdır. İfadesi olmayanın varlığından söz edilemeyeceği gibi ifade edilmeyen düşüncenin varlığından da söz edilemez. Değişim de ifadelerle gerçekleşen yeni bir ifade aşamasıdır. Eğitimden beklenen istendik davranışın vücut bulabilmesi düşüncenin ve düşünceye dayalı değerlerin ifade edilebilmesiyle doğru orantılıdır. Sosyal ortamın değerlerinin eğitim sisteminin katmanlarının temelinde olması, o ortamda farklı bir düşüncenin ifade edilemeyeceğini değil milleti millet yapan değerlerin hedef alınamayacağını ifade eder. Zaten bu değerler sürekli bir gelişim halinde olarak farklı düşüncelerin var olduğu ortamda sentezlenerek var olur ve millet halinin sürekliliği de o ortamda farklı düşüncelerin(eser ve ürünlerin) üretilebilmesine ve bunların dinamik yapıda var olan sosyal ortamda sentezlenebiliyor olmasına bağlıdır.

Bu bağlamda sosyal ortamın gelişimi, bireysel düşünce ürünlerinin bu ortama arzı ile gerçekleşir. Elbette bu süreç özellikle eğitim sisteminin meselesi olarak istendik yönde, insani olana dair düşünce ürünlerinin üretilebilmesi ile gerçekleşir. Burada devreye eğitim sisteminin doğrudan muhatabı olan bireyler giriyor. Bireyler kavramı ortak özellikleri ile genellenmiş bir topluluğu değil, bir toplulukta olan her bir kişiyi ifade ediyor.

Asgari standartta zemin

Elbette eğitim sistemi genel ilkeleri ile bir standarda sahiptir. Bu standartlar sistemin zeminini oluşturur. Önemli olan bu asgari standardın oluşturulup bu zemin üzerinde bireysel yeteneklerin gelişimini gerçekleştirebilmektir. Bu bağlamda eğitimin odak noktası olan bireyleri nasıl bir tanımla kavramsallaştıracağımız, onların nasıl bir ifade kazanarak değişimlerini gerçekleştireceklerini, kısaca değişim sürecindeki fonksiyonlarını belirleyecektir. Hali hazırda bu topluluk, öğrenci yani öğrenici olarak ifade ediliyor ve genel olarak bir sınıf ortamında kendisini ya hiç ya da çok az ifade imkanı bularak öğreticinin nesnesi durumunda gerçekleşiyor. Elbette böyle bir süreç kendini ifade etme seçeneklerine imkan vermediğinden, eğitim ortamı öğreticinin öğrettiklerinin ne kadar öğrenildiğinin ölçümlendiği bir değerlendirme ortamıyla sonlanıyor. Elbette bu durum bütün eğitim kurumları için aynı düzlemde değildir. Örneğin Meslek liselerinin son yıllarda becerilerini ifade imkanı bulan öğrencileri ile yarattığı farkı fark etmemek mümkün değil. Eğitim sürecinde uygulamanın içinde yer alan öğrenci, doğal olarak sadece öğrenici değil, bu uygulamanın aşamalarında ulaştığı tecrübeleri deneyimleyerek yepyeni talepler ileri sürerek gelişim ve değişimine kendisinin de müdahale ettiği aktif bir talebe yani talep eden özne potansiyeline haizdir.

Pasif ve edilgen bir kavram olan öğrencinin bu pasif kavramsal ortamdan çıkıp aktif olabilmesi, talep üreterek bu taleplerin tartışma ortamında gerçekleşebileceği bir sistemin kurulabilmesine bağlıdır. Böylece kavramsal yeterlilik süreci başlayıp kavrama eylemine ilişkin aktif taleplerle sürecin tartışma ortamı gerçekleşebilecektir. Aksi takdirde neyin ne olduğuna ilişkin hazırcevaplarla tüm çerçevenin aktarımına dayalı, öğrencinin pasif olduğu bir ortamda, konuya ilişkin yeni görüş ve keşifleri içeren bir ifadenin ortaya çıkması mümkün değildir.

Karmaşık ve formal ağlarla örülü öğretici bir sistem yerine, herkesin dahil olabileceği basit bir sistemde öğrenmenin talep konusu olarak ve bu taleplerle sistemleşerek kendini inşa eden eğitim ortamı, tüm katmanlarda ifade bulan ürünleri ile kendisini zaten dinamik olarak üretecektir. Bu sistemin dinamizmi, zaman-mekan bağlamında arz ve talep ilişkisinin taraflarınca karşılıklı algılanıp gerçekleşebilmesine bağlıdır. Böylece eğitim ortamı bu sürece dahil olanların, insan dahil tüm varlıkla konuşma ve onu anlayabilme becerisi diyebileceğimiz bilimsel faaliyetin mekanı olarak kendisinden beklenen ortamı gerçekleştirecektir. Ancak zaman-mekan bağlamından kopuk sloganik söylem ne felsefi ne de bilimsel bir ifadeye geçit vermeyecektir. Her varlık anlamını içinde bulunduğu zamansal ve mekânsal süreçte ifade eder. Dolayısı ile varlık ile doğrudan bağlantılı kavramlar da anlamını bu ortamda sürdürebilir. Böylece varlık, içinde varlık bulduğu ortamın süreçlerinde kendisiyle çelişmeden sürekli kendini ifade ederek var olur. İnsanın okuması da bu yönüyle varlığın süreç içinde gerçekleşen ifadesini anlayıp çözümleyen kendi ifadesiyle gerçekleşir. Varlık karşısında bu anlamsal ifade becerisine ulaşamayanın okur-yazarlığından söz edilemez. Çünkü okumak, anlamak ve anladığını ifade etmektir. Okumanın kapasitesi de yazmakla(ürün vermekle) açığa çıkan ifade ortamının niteliği ve niceliğine bağlı olarak var olduğumuz dünyayı inşa ediyor.

[email protected]