Eğitim: Müzmin günah keçisi

Dr. Soner Önder Yıldız - Eğitim yönetimi ve denetimi uzmanı
28.04.2019

Bireysel ve toplumsal adaletsizliğin engellenmesi için birey ve kurumlara yapılan eleştirilerin dozunun ve yönünün iyi ayarlanması gerekir. Ekonomik ve demokratik sıkıntılar için sadece eğitimi suçlamak sorumluluktan kaçmaktır. Cibran’ın da dediği gibi “adil olan” kişi veya kurumların kendi yarattıkları gerçeklikle yüzleşip üzerlerine düşen payı kabullenmesidir.


Eğitim: Müzmin günah keçisi

Gerçekten adil olan,  kötülüklerin yarı suçunu kendinde bulan kişidir.

Halil Cibran

Sosyolojik olarak bir toplumu oluşturan kurumlar arasında organik bir bağın olduğu kabul edilir. Bu ön kabul; özellikle ekonomi, siyaset ve eğitim gibi kurumların iyileştirilmesi için alınacak politik tedbirlere sağlam bir temel oluşturur. Kurumlar arasındaki senkronizasyona yapılan bu vurgu, içlerinden herhangi birinin öncelenmesine gerek duyulmaması içindir de. Hal böyleyken, Türkiye’de ekonomik ve demokratik rehabilitasyon yükünün sadece “eğitim”e yüklenmesi, bahsi geçen alanlarda sıkıntılar baş gösterdiğinde işaret parmaklarının bir günah keçisi olarak eğitimin üzerine dikilmesi ne derece insaflıdır? 

Derin çatlaklar 

Küresel neo-liberal düzen içerisinde iç içe geçmiş ekonomilerin birbirleriyle olan alışverişleri yanı sıra küresel güçlerin ticari, siyasi ve jeopolitik çıkarları uğruna yapılan manipülasyonlar da bizim gibi gelişmekte olan ülkelerin ekonomilerinde derin çatlaklar açabilmektedir. Aynı şekilde, ulusal düzeyde atılan yanlış adımlar, uygulanan kısa-vadeci çözümler, birbiriyle taban tabana zıt politikalar ekonomiyi düzeltmek yerine, hasarın büyümesine, kim bilir kalıcılaşmasına zemin hazırlayabilmektedir. Dolayısıyla bütün bu hatırı sayılır sebepleri pas geçip son zamanlarda yaşanan ekonomik sıkıntıları sadece eğitimimizin geri kalmışlığıyla açıklamak veya bu sıkıntılardan dolayı eğitimi sanık sandalyesine oturtmak hiç de adil değil. 

Antik Yunan’dan bu güne insanlığın en popüler kavramlarından biri olan demokrasi için bile durum bundan farklı değildir. Şöyle ki; demokrasi, kendi tarihselliği içinde “halkın kendi kendini yönetmesi” kısırlığına hapsedildiğinden, topluma, “seçime indirgenmiş” bir demokrasi pratiğinden başka bir alternatif sunamamaktadır. Dahası, toplumun her kesimince neredeyse koşulsuz kabul gören demokrasi; bireysel hak ve özgürlüklerin kısıtlanması, kimi zaman çoğunluğun azınlığa kimi zaman da azınlığın çoğunluğa tahakkümü, temsilde adalet sorunu ve FETÖ gibi sistem karşıtı yapılanmaların aynı sistem içerisinde kendisine kolayca yaşam alanı bulabilmesi gibi yadsınamayan dezavantajlar da içerir. Demokrasinin bu yumuşak karınları ile işleyişi veya işletilişi ile ilgili sorgulamalar yaparak toplumsal barışa katkıda bulunmak varken; tüm bu olumsuzlukların ana sebebi olarak sadece “eğitimi” göstermek kolaycılık değil de nedir? 

Sorumluluk paylaşımı 

Eğitimin toplumun diğer kurumlarındaki aksaklıklardan doğrudan sorumlu tutulamayacağını anlamak için konuya pozitif yaklaşmak daha aydınlatıcı olabilir.  Mesela ekonomisi güçlü olan bir ülkenin bu alandaki başarısı övülürken, yani işler iyi giderken, ekonominin temel aktörleri olan ulusal ve uluslararası şirketler, bunların karizmatik patronlarıyla CEO’ları aslan payını alırken, eğitimden çok da söz edilmez. Eğitim, sadece bu büyük ve kârlı şirketlerin ihtiyaç duyduğu insan kaynağını sürekli güncel tutma sorumluluğuyla anılır. Bir başka deyişle, eğitim kurumları ekonominin ihtiyaç duyduğu kalite ve beceride insan kaynağı sağlayabildiğinde başarılı, sağlayamadığında başarısız olarak nitelendirilir. Eğitime yüklenen bu ikincil rolün ayrımında olmak önemlidir; zira ekonomik zaferlerde bencilce duyulan başarı hazzı, yaşanması kuvvetle muhtemel mağlubiyetlerde sorumluluğun en azından paylaşılmasını gerektirmelidir. Bu etik olgunluk, eğitimin ekonomik geri kalmışlıktan ötürü sürekli taşlanmasına bir son verebilir. 

Bireysel ve toplumsal adaletsizliğin engellenmesi için birey ve kurumlara yapılan eleştirilerin dozunun ve yönünün iyi ayarlanması gerekir. Ekonomik ve demokratik sıkıntılar için sadece eğitimi suçlamak sorumluluktan kaçmaktır. Cibran’ın da dediği gibi “adil olan”, kişi veya kurumların kendi yarattıkları gerçeklikle yüzleşip üzerlerine düşen payı kabullenmesidir. Sanırım, böyle bir yüzleşmeye hem bireysel hem kurumsal hem de toplumsal olarak fazlasıyla ihtiyacımız var. 

[email protected]