Eğitimde fırsat eşitliğinin neresindeyiz?

Dr. İsmail Gündüz/Siyaset Bilimi Uzmanı
3.05.2014

Dershanelerin dönüştürülmesinde ABD’de uygulanmakta olan, özel okulları ve bu okullarda çocuklarını okutmakta olan aileleri destekleyen “Eğitime Katkı Çeki” ve “Charter School” uygulaması benzeri projelerin muhakkak şekilde kamuoyu desteği de alınarak hayata geçirilmesi gerekmektedir. Bu uygulama özel okullara gitmekte olan öğrenci sayısını artıracaktır.


Eğitimde fırsat eşitliğinin neresindeyiz?

Osmanlının son yüzyılından başlayarak günümüze kadar tartıştığımız ve kanımızca daha nice 10 yıllar boyunca tartışacağımız konulardan birisi eğitim olmuştur. Ülke gerçekleriyle yüzleşen ve medeniyet yarışında geride kalmamızı sorgulayan her Türk okumuş insanı eğitimin olanı ve olması gerekeniyle karşı karşıya kalmaktadır. Osmanlının son dönemlerinde Anadolu ve Rumeli’nin hemen her köşesinde var olan yabancı menşeli okullar, Osmanlı tebaası olan Müslim ve Gayrimüslim nüfus arasındaki eğitim ve nitelik farklılığını doğurmuştur. Tanzimat ve meşrutiyet dönemleri ile Cumhuriyetin ilk yılları insanımız açısından böyle bir olumsuz tablo içinde geçmiştir. Aynı dönem Sultan Abdülhamit yıllarından başlamak üzere toplum içindeki eğitim imkânlarına ulaşma açısından var olan bu olumsuz tabloyu iyileştirme çabalarına sahne olmuştur. Eğitim öğretimin yaygınlaştırılması çabaları, zorunlu eğitim uygulamaları ile ülkedeki ekonomik ve sosyal atılımlarla birlikte, eğitim alanında da ciddi gelişmeler olmuş, Türkiye’de yaşamakta olan her çocuğun eşit oranda ve aynı imkânlarla eğitim fırsatından yararlanabilmesi açısından önemli ilerlemeler sağlanmıştır.

Bugününün Türkiye’sinde insanımız çocuklarının geleceği için daha iyi bir eğitim imkânına nasıl ulaşılabiliriz gayreti içerisindedir. Önceleri devlet okullarında kamunun sağladığı imkânlardan yararlanarak çocukları için iyi bir gelecek arayan aileler, son çeyrek asırda gittikçe artan bir eğilimle özel okulların kapısını da çalmaktadır. Hem kamunun sağladığı imkânlardan daha fazla yararlanmak ve hem de kendi imkânlarını zorlamakta olan bu insanlar, kendi bugünlerine yönelik harcamalardan vazgeçerek çocuklarının geleceğine yatırım yapmayı tercih etmektedir. Bu yönüyle kısıtlı ekonomik imkânlarını zorlayarak veya zaten varsıl olmasına karşılık çocuklarının eğitimine harcama yapmaktan kaçınmayan bu ailelerin tercihleri saygı ile karşılanmalı ve teşvik edici tutum takınılmalıdır. Eğitime böyle olumlu yaklaşan kişilere karşılık toplum içinde öyle bir grup var ki, sadece toplumun sağlamış olduğu tüm imkânlardan yararlanmakta yetersiz kalmalarının yanı sıra, çocukları için yeterli bir eğitim imkânından yararlanmakta da yetersiz kalmaktadır. Toplumun sağlamış olduğu olanaklardan yararlanmada yetersiz kalan bu toplumsal gruplara batı ülkelerinde ve dillerinde “Dezavantajlı Gruplar” denilmektedir. Biz ise bu tanımlamayı biraz manevi boyutuyla ele almakta, biraz da örf ve adetlerimizin yönlendirmesiyle “fakir-fukara”, “garip-guraba” olarak adlandırmaktayız.

Fakirlik miras olmasın

“Fakir-fukara ve garip-gurabalar” toplumun en alt gelir düzeyinde yer almakta ve en alt sosyal tabakasını oluşturmaktadır. Bu gruplar toplumun kendileri için sağlamış olduğu sağlık, eğitim, sosyal, güvenlik gibi hizmetlerden yararlanmakta yetersiz kalmaktadır. Yine bu gruplar hayatlarını asgari düzeyde idame edebilmeleri için gerekli olan barınma, beslenme gibi hayati ihtiyaçlarını temin etme-elde etmede yeterli imkân ve fırsatları olmayan insanlarımızdır. Bu grupların sadece kendileri, kendi aileleri ile içinde bulundukları kuşak dezavantajlı durumda olmakla kalmayıp, gelecek nesillerini oluşturan çocukları da aynı konumdan etkilenmektedir. Tüm toplum tarafından tedbir alınmadığı takdirde bu genç kuşak dezavantajlı olma durumlarını gelecek yıllara da taşıyarak, yaşam boyu aynı konumda olmayı bir kader haline getirmektedir. Yani toplum tarafından tedbir alınmaması durumunda bu çocuklar ve gençlik için “yoksulsun sen, yoksul kal!” ön yargısı ve hak etmedikleri yazgıları devreye girmekte, “fakir-fukaralıkları, garip-gurabalıkları” gelecek on yıllara bu gelecek nesil ile birlikte taşınmaktadır. Batı toplumlarında yapılan sayısız araştırmada yoksulluk ve dezavantajlı olma halinin sanki bir yazgı veya genetik miras gibi nesiller arasında aktarıldığı ortaya konulmaktadır.

Konuyu biraz daha açarak incelemek istersek, toplumun bir kesimi olarak kimdir bu dezavantajlı gruplar sorusuyla karşılaşırız:

Ekonomik yönden dezavantajlı olan gruplar; yeterli ekonomik getiriye sahip olmayan, yaşamak için gerekli maddi ihtiyaçlarını kendi çabasıyla temin edemeyen ve ancak toplumsal destekle hayatını devam ettirebilen kesimlerdir. Yani bizim tabirimizle fakir-fukaralardır.

Sosyal ve kültürel açıdan dezavantajlı olan gruplar; toplumun sosyal yönden en alt sosyal sınıfını oluşturan, sürekli bir işi olmayan, yaşadığı bölge ve yaşadığı konut açısından asgari standartlarda imkânı olmayan, hiç eğitim almamış veya yetersiz almış topluluklardır. Bu gruplar büyük oranda şehirlerin varoşlarına veya kent merkezlerindeki çöküntü bölgeleri olarak tanımladığımız sosyal, kültürel ve güvenlik açısından yeterli olmayan bölgelerine kümelenmiştir. İç ve dış göç yoluyla şehirlere gelerek yerleşmiş, hâkim kültürden farklı kültüre sahip (alt kültür) ve ulusal dilden başka dil (yerel diller) kullanan kimselerdir. Büyük şehirlerin gece kondu bölgelerini doldurmuş, bu bölgelerde kendi gettolarını oluşturmuş, sosyal yönden kentin diğer bölgelerinden kopmuş ve içine kapanmış kesimlerdir. Günümüz Türkiye’sinde bu bölgelerde yaşamakta olan gruplar ağırlıklı olarak Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinden gelerek kentlerin varoşlarına yerleşmiş olan Kürt kökenli insanlarımız, göçerlikten bir aşama ileri geçerek yerleşik düzene adım atmaya başlamış olan Romanlar (Çingeneler), savaş ve diğer nedenlerle ülkemize gelen sığınmacılar (mülteciler), mevsimlik tarım işçileri ve benzeri gruplardır. 

Tüm bu dezavantajlı grup insanları bazı tahminlere göre nüfusun yüzde onunu bulan bir kesimini oluşturmakta, toplumun gelecek yıllardaki huzurlu ve müreffeh bir şekilde gelişmesi ve yapılanmasına bir tehdit oluşturmaktadır.

Ülkemizde son on yılda bu grupların sorunlarını çözmeye yönelik ciddi çalışmalar yürütülmeye başlanmıştır. Bizim görüşümüze göre gerçek ihtiyaca kıyasla yetersiz kalan bu çalışmalar, ancak “yetmez ama evet” yaklaşımıyla izah edilebilmektedir. Bu gruplara yönelik çalışmalarda başat olarak devlet organları ve imkânları yer alırken, toplumun tüm kesimleri ve uluslar arası organizasyonlar da üzerine düşen görevi üstlenmelidir. Şu ana kadar mevcut hükümetin genel bütçe kaynaklarından yapmakta olduğu sosyal transferler ile bu sorunun çözümünü yönelik çalışılmaktadır. Şartlı nakit yardımı, ısınma desteği (kömür yardımı), gıda desteği, genel sağlık sigortası uygulaması, periyodik olmayan nakdi destekler bu kapsamda değerlendirilebilir. Ancak tüm bu çabalar dezavantajlı grupların sorunlarını kökünden çözme açısından yetersiz kalmaya mahkûmdur. Bu çalışmalara ek olarak bu grupların gelecek nesillerinin (future generation) dezavantajlı durumdan kurtulmalarını ve yeni fırsatlar kazanmalarını sağlayacak çalışmalar planlanmalı ve yürütülmelidir.

Neler yapılabilir?

Dezavantajlı grupların çocuklarının geleceğini şekillendirecek en önemli toplumsal enstrüman ülkenin sahip olduğu eğitim imkanlarından yararlanmalarını sağlamaktır.

Bu grupların en önemli dezavantajları eğitimden yararlanmaları ve hatta toplumun sağlamış olduğu eğitim imkânlarından haberdar olmamalarıdır. Aynı şekilde toplumun kendileri için sağlamış olduğu sağlık imkânlarından yararlanmakta da bilinç eksiklikleri nedeniyle yetersiz kalınmaktadır. Bu nedenle “herkes için eğitim hakkı” sloganını tüm topluma yayarken, dezavantajlı grupların çocuklarının eğitimden eşit oranda ve hatta pozitif ayrımcılık sağlayacak şekilde yararlanmalarına imkân sağlanmalıdır.

Dershanelerin dönüştürülmesinde ABD de uygulanmakta olan, özel okulları ve bu okullarda çocuklarını okutmakta olan aileleri destekleyen “Eğitime Katkı Çeki” uygulaması ile “Charter School” uygulaması benzeri projelerin muhakkak şekilde kamuoyu desteği de alınarak hayata geçirilmesi yararlı olacaktır. Bu uygulama özel okullara gitmekte olan öğrenci sayısını artıracaktır. Uzun vadede ise hem devlet okullarındaki derslik başına düşen öğrenci sayısında azalmaya imkân sağlayacak ve hem de eğitim maliyetlerindeki azalmayı beraberinde getirecektir. (Bu konu eğitimin farklı bir boyutunu ve özel okul alanını ilgilendirdiğinden tartışmayı başka bir yazıya bırakarak kısa geçiyorum).

Dershanelerin dönüştürülmesi projesinde dezavantajlı çocuklara-öğrencilere yönelik pozitif ayrımcılık yapılacak bir yaklaşım yapılmalıdır. Bu öğrencilerin gidebilmesine mahsus olacak şekilde Özel Meslek Liseleri açılmalıdır. Bu meslek liselerinin öğrencilerinin tamamı devlet tarafından seçilmeli, alanları ve müfredatı yönlendirilmeli ve okul giderlerinin %100 devlet tarafından karşılanmalıdır. Dezavantajlı grupların eğitime devam eden erkek ve kız çocukları için sağlanmakta olan şartlı eğitim yardımları devam ettirilmelidir. Mütevazı ölçülerde yapılmakta olan bu desteğin dezavantajlı gurup çocuklarının (özellikle kız çocuklarının) temel eğitime devam etmelerinde müthiş bir katkı sağladığı fark edilen bir gerçek olmuştur. Günümüzde hayat şartlarındaki değişim ve eğitim masraflarındaki artışlar nedeniyle devlet tarafından sağlanmakta olan 30 TL-55 TL arası aylık desteklerin biraz daha yukarı çekilmesi yararlı olacaktır.

[email protected]