Eğitimde gerekli başlangıçlar

Asım Öz / Yazar
6.10.2018

Eserlerden ziyade edebiyat tarihi öğretimine dönüşen Türk Dili ve Edebiyatı derslerini aşacak şekilde tüm branşları kapsayan bir okuma perspektifi için metin çözümlemesine dayalı eleştiri dersi şekillendirilmeli. Ortaöğretim kurumlarına öğretmen yetiştiren bölümlerde ise Gençlik Edebiyatı ve Dünya Edebiyatı derslerini içeren bir programın çerçevesi belirlenmelidir.


Eğitimde gerekli başlangıçlar

Dünyanın hemen her yerinde eğitim sistemlerinin reforma tabi tutulması süreci devam ediyor ve aktörler daha iyi bir sistem kurmak için kıyasıya mücadele ediyorlar. Yöneticiler kitlesel eğitimi nicelik ve nitelik bakımından geliştirmeye odaklanırken eleştirel pedagojiyi “çıfıt ıslığı”na dönüştüren, yarına imza toplamaktan takati tükenen muhalifler ise şimdilik minimal uygulamalarla iktifa ediyor. Ama şurası kesin; artan okullaşma oranı, azalan devamsızlıklar, ücretsiz dağıtılan ders kitapları genellikle eğitim ortamlarını okuryazarlık pratikleri bakımından en azından şimdiye kadar anlamlı bir şekilde dönüştürebilmiş değil.

Filozoflar ve düşünürler öteden beri insani yetilerin şekillenmesinde alışkanlıkların ve eğitimin büyük bir rol oynadığına vurgu yapmıştır. Günümüzde eğitim sorunları üzerine söz alan uzmanlar, yasa koyucular ve bürokratlar, eğitimle ilgili gerçekleri çarpıtma pahasına mütemadiyen teknolojiye, sınıf mevcutlarına, kamusal kurumlara özel okul mantığıyla yaklaşır yahut bireysel eğitime odaklanan bir hikâye anlatırlar. Bunların kullandıkları belli başlı tüm argümanlarda eğitim kurumlarındaki teknolojik araç gereçler artarsa eğitim ortamlarının iyileşeceği iddiası bulunur. Elbette eğitim kurumlarının altyapısına dönük iyileştirme girişimleri teknolojiden bağımsız olamaz. Ne var ki, bu ham ölçü bazı durumlarda işe yarar olsa da, temel eğitim ve ortaöğretim kademelerindeki öğrencilerin okuma becerilerini üst düzeye çıkarmaya yetmiyor. Bu sebeple, en yalın biçimde, bireylerin okuma eylemiyle ilgili olarak edindikleri becerilerin, toplumda bir yaşama biçimine dönüşmesi diye tanımlanan okuma kültürü odaklı kazanımlar eğitim reformu girişiminin en önemli konuları arasında yer almalıdır.

Okuma kültürü

Okuduğunu anlama ve kendini ifade etme sürecinde yaşanan sıkıntılar öğrencilerin fen ve matematik alanındaki başarılarını da olumsuz etkiliyor. Ayrıca uzun zamandır öne çıkan ham ve kaba yaklaşım sebebiyle, öğrencilerin gelişim özelliklerini dikkate almadan, teknolojik bazı iyileştirmelerle kendiliğinden düzelmesi mümkün olmayan okuma sorunlarına eğilmeden yalnızca ileri teknolojiyle donanmış sınıflara odaklanmak yeterli görülüyor. Ekseriyetle teknik merkezli hedefler belirleyen hatta ders kitaplarında dahi e-kitap modelini öne çıkaran tekliflerin ciddiye alınabilir tarafları yok. Hâlihazırdaki kayıtsızlık o kadar can sıkıcı duruma gelmiş vaziyette ki Rilke gibi “Kim, bağırsam, kim duyardı çığlığımı melek saflarından” diyecek durumdayız. Hal böyleyken eğitime dair doğru dürüst bir politikanın her şeyden önce çocukların yeteneklerini ortaya çıkarıp gelişmesini sağlayacak bir dizi iyinin yaygınlaşmasını hedeflemesi gerekir.

Türkiye’de çocukların mevcut kabiliyetlerini çeşitli içsel yapabilirliklere dönüştüren başlıca unsur olarak eğitim süreçlerinde okuryazarlığın geliştirilmesi merkezi faaliyetler arasında yer almaktan çıkmış gibi. Onca vurguya rağmen okuma kültürüne kapı aralayacak nitelikler yitirilmek üzeredir; sadece teknoloji etkisiyle değil elbet. Belki de özellikle çocuklar üzerine titrediğini söyleyenlerin hamaset seviyesi yüksek klişeleri yüzünden mevcut durum iyice kötürüm hale gelebilir. Açıktır ki, buradaki kötüleşme aynı zamanda farkına varılmadan oluşuyor, okuma üzerine oluşturan söylemler meseleyi kutsallaştırıyor, fetişleştiriyor, nihayetinde okumak abideye dönüşüyor ve canlılık niteliğini yitiriyor. Böyle giderse çocukların Cahit Zarifoğlu’nu bırakın 12 yaşında okumayı, 120 yaşında bile okuyamayacağı öngörülebilir.

Düşünme zafiyeti

İşin tuhafı şu ki, cari eğitim tartışmalarının odağının sınav sistemi dolayısıyla da ortaokul öğrencilerinin hangi liseye gideceği ile sınırlı kalması, nitelik sorunlarını gölgelemeye devam ediyor. Millî Eğitim Bakanlığı’nın Strateji Belgesinin üç temel sütunundan birini teşkil eden eğitim ve öğretimde kaliteye dair henüz kayda değer çalışmalar yapılmamıştır. Öğrencilerin iyi olma halini destekleyen etkili bir yerleştirme sistemi için seçici okulların dışında kalan tüm ortaöğretim kurumlarında eğitimin niteliğinin iyileştirilmesinin aynı zamanda okuma kültürünü gerekli kıldığı nedense çok az tartışıldı.  Öğrencilerde dil kültürünün geriliğinden kaynaklanan düşünme zafiyeti giderilmediği sürece klişe haline gelmiş kalıpları tekrarlamaktan öteye gidilemeyeceğini biliniyor. Ayrıca şunu da söylemeliyiz: Türkiye’de ortaokul devresinin kendine özel bir fonksiyonunun olup olmadığı yahut liseden farkı üzerine düşünmeme alışkanlığı artık terk edilmeli.

İçinde buluğumuz acı gerçeklerden biri; eğitim ortamlarının okuma kültürü bakımından karşı karşıya olduğu sorunlarla başa çıkmak amacıyla teklif edilen yöntemlerle ilgili hemen hiçbir çalışmanın bulunmamasıdır. Bu sadece sözel derslerle de ilgili olmayıp tüm öğretim programlarına sirayet etmiş vaziyettedir. Fen, matematik ve din öğretimi alanındaki hâkim ödev verme pratiğinin hâlâ salt aktarmacı yahut bankacı modele yol açan tutumla şekillenmesi bunun göstergelerinden biri. Hâlbuki öğrencilerin okuma becerilerini geliştirmenin ve iyileştirmenin yolu daha farklı girişimleri ve eğitim sisteminin kararlı eylemliliğini gerektirir.

Türk eğitim sisteminin acil sorunlarına çare bulunmak isteniyorsa okuma kültürü ekseninde yeni bir uygulamaya geçilmeli. OECD’nin belli aralıklarla yaptığı PISA sonuçlarına da yansıdığı üzere öğrencilerin okuma kültüründen ve işlevsel okuryazarlıktan uzak kalmalarına yol açan gelişmelerin verilere dayalı analizinin yapılması gerekli. Ne var ki, Türkiye’de okuma kültürüne dair araştırmaların, verilerin ve buradan hareketle geliştirilen yorumların güçlü olduğu söylenemez.  Bu bağlamda e-okul sistemine öğrencilerin okuduğu kitapların kaydedilmesi süreci, en az ölçme değerlendirme sisteminin bir parçasını oluşturan performans ve projeler kadar önemsenmelidir. En azından kitap okuma süreci proje tabanlı ödev pratiğiyle birleştirilmeli ardından da güvenilir ve geçerli bir bilgi havuzu acilen teşekkül ettirilerek okuma kültürünün bileşenlerinden biri ortaya konulmalıdır. Daha sonra ülke ölçeğinde uygulanmak üzere okuma kültürünü geliştirici ve kültürel faaliyetlere erişimi arttırıcı stratejiler geliştirilmelidir.

Arzu edilen gelecek

Okuma kültürünün temel okuryazarlıkla kazanılan yazılı ve görsel okuma kültürünün toplamı olduğu düşüncesinden hareket edilmeli. Hiç şüphesiz bu kültürü, yapabilirlikler yaklaşımı doğrultusunda ele alırken meseleyi sadece lise düzeyinde değil ortaokul öğrencilerini bu perspektif doğrultusunda geliştirmeyi hedeflemek gerekiyor. Sözgelimi ortaokul kademesinde öğrencilerin, Türk ve dünya edebiyatının önemli yazarlarıyla karşılaşmaları için bir çerçeve belirlenmelidir. Aynı ders kitabında herhangi bir yazardan birden fazla metin alınmasının yanlışlığınaişaret etmek doğru olur.

Toplumsal okuryazarlığın temellendirilmesi bakımından önemli olan eğitim düzeyi, kültürel ve sosyal boyut ile ekonomik durumdan hareketle çeşitli stratejiler geliştirilmesi üzerinde durulmalı. Öğrencileri “hacamat sülüğü”ne dönüştüren “kitaplarla” karşılaştırmaktan ziyade müşterek kültürün nitelikli eserleriyle buluşturmayı hedefleyen bir yaklaşım geliştirilmeli.  Mesela ilkokul yıllarından itibaren Mehmet Akif’in Safahat’ından hareketle, gerek olduğu gibi, gerekse düzyazı şekline dönüştürülmek suretiyle hazırlanan okuma metinleri çoğaltılabilir. Böylelikle Akif, Nurettin Topçu’nun deyimiyle “sade merasimlerdeki gırtlak idmanlarına eseriyle sermaye olmaktan” kurtulacaktır.  Bu çerçevedeki ihtiyaç düşünüldüğünde Vural Kaya’nın Kuşların Kalbine Dokunmak kitabı Akif’in “anıt çocuğu” Dirvas’a da uğraması hasebiyle başlı başına anlamlıdır. Anadili öğretimi, Türk edebiyatının bütünlüklü bir şekilde kavratacak şekilde yapılandırılmalı, çünkü bu hem dersleri zenginleştirecek hem de keyifli hale getirecektir.

Hiç şüphesiz okuma kültürünün yalnız bir dersle sınırlandırılamayacağı son derece açık, çünkü bu kültür ancak her şeyin birbirine bağlı olduğu sistemik düşünceyle kazandırılabilir. Kültür dersleri arasında yer alan Sosyal Bilgiler ve Tarih alanında tarihi romanların iyi örneklerinin okutulması gerekliliği hâlâ idrak edilmiş değil. Din öğretimi alanıyla felsefe ve sanat arasında sahici bir bağ kurulamadığı için ahlak ve din eğitimi meselesinde kayda değer bir ilerleme sağlanamıyor. Liselerdeki Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerine Karamazov Kardeşler türü pek çok roman rahatlıkla taşınabilmeli.

Sorunların muhasebesini yapmak ve gelecekteki tartışmaları beslemek için başka teklifler de sunulabilir. Şayet okumak, başka insanlar için konuşan birinin kendisi için susmasıysa, okuma kültürü bireysel değil, sistemsel bir yaklaşımla ele alınmalı. Bu boyut kaçırıldığında yani okuma kültürü politikası öğretim programlarını destekleyen projelerle değil, geçici bir şekilde ele alma tutumu sürdürüldüğünde okuma kültüründe bir artışın sağlanması mümkün değil.

Okuma kültürünü merkeze alan politikalar hayata geçirilirken III. Millî Kültür Şûrâsı Eylem Planı’nın Yayıncılık ve Kütüphanecilik bölümünde “Okuma kültürünün geliştirilmesi için projeler gerçekleştirilmesi” şeklindeki yaklaşımdan ziyade Millî Eğitim Bakanlığının sorumluluk aldığı bir çalışmayı hayata geçirmek daha yararlı olacaktır. Çünkü okuma kültürünü sistematik bir çerçevede ele almadan herhangi bir çalıştaydan çok büyük neticeler ummak abestir. Zaten bu tür faaliyetler buz üzerine yazı yazmaktan ileri gidemez, olsa olsa kültürel alanı zayıflatır ve bu alanı araçsallaştırarak öne çıkanların ekmeğine yağ sürer.

Aslına bakılırsa Eğitim Bilişim Ağı’nda (EBA) yer alan Türkçe dersi videolarının önemli bir kısmının dil bilgisi öğretimini bir araç değil bir amaç şeklinde ortaya koyması öğretmen yetiştirme sistemiyle de ilgili. Aynı şekilde meseleyi ele alan araştırmacıların da işaret ettiği gibi ilgili videolarda öğrenme-öğretme stratejilerinden sadece sunuş yoluyla öğretim yönteminden yararlanılması da oldukça sorunlu.

İlk Gençlik Edebiyatı

Okul öncesi, çocuk ve ilk gençlik edebiyatı öğretimi için yeni bir program hazırlanması sürecinde ilgili kişi ve kurumları sorumluluk almaları gerekir. Bu bağlamda öğretmenlerin mesleki kapasitesini geliştirmek hedefiyle birtakım adımlar atılmalıdır. En azından öğretmen yetiştiren tüm fakültelere iki ayrı ders şeklinde Çocuklar İçin Edebiyat ve İlk Gençlik Edebiyatı programlarının eklenmesi için Millî Eğitim Bakanlığı ile Yüksek Öğretim Kurumu arasında iş birliği yapılmalıdır. Eserlerden ziyade edebiyat tarihi öğretimine dönüşen Türk Dili ve Edebiyatı derslerini aşacak şekilde tüm branşları kapsayan bir okuma perspektifi için metin çözümlemesine dayalı eleştiri dersi şekillendirilmeli. Ortaöğretim kurumlarına öğretmen yetiştiren bölümlerde ise Gençlik Edebiyatı ve Dünya Edebiyatı derslerini içeren bir programın çerçevesi belirlenmelidir. Ayrıca Çocuk Edebiyatı ders içerikleri birbirinin kopyası olmaktan kurtarılmalı, yazar ve kitap odaklı yaklaşımlara öncelik verilmelidir. Çocuklar için edebiyatın sorunlarının önemli ölçüde ilgili ders kitaplarının, alanın sorunlarını, canlılığını, dinamizmini, merakını ve nereye gittiğini görebilme ve ona eleştirel bir perspektifle eşlik edebilme yetisini yitirmesinden kaynaklandığı son derece açık. O zaman soralım: Tam da bu noktada acilen yapılması gereken şey çocuk ve ilk gençlik edebiyatına yeniden yön vermek değil midir?  Dolayısıyla sıralanan uygulamalar şimdiki ve gelecekteki tartışmaların en önemli konuları olmalıdır. Ancak bu sayede öğretmenlerin çocuklar için edebiyat algısı erken dönem “çocuk” klasikleriyle, Meşrutiyet dönemiyle, erken Cumhuriyet devriyle ve 1960’lardan 1980’lere uzanan yıllarla sınırlı kalmaktan kurtulabilir, Mustafa Ruhi Şirin, Behiç Ak gibi yazarların kaleme aldığı “yirmi dört ayar” metinlere uzanabilir, daha farklı edebiyatçılar da gündeme gelebilir. Böylelikle sorunlar tamamen ortadan kaldırılamasa bile hiç olmazsa anlama yetersizliği belli ölçüde de olsa giderilebilecektir.

Kitapların dünyası tabiatı gereği çoğuldur, ama herkesin iyiliği herkesin okuyabildikleri ile sağlanır. Çocuklardan gerçekleştirmeleri istenen okuma kültürü edinmeleri gibi bazı işlevler, yetişkinlikteki yapabilirlikler için gerekli başlangıçlar şeklinde düşünülmelidir. Geleceğin geleceğinin şimdi üzerinde düşünülen stratejilerden biri olduğuna inanmak için çok sebep var. Elbette yeni başlangıçların eski sonuçları aşacağının farkında olarak.

[email protected]