Ekonominin ve üretimin kalbi Doğu’ya kayarken önümüzdeki fırsat: Çin

Prof. Dr. Halit Keskin / Yıldız Teknik Üniversitesi
13.10.2018

ABD üretkenliğini geride bırakmıştır, gün geçtikçe daha fazla tüketen bir topluma dönüşmektedir. Buna karşın, Çin gibi Doğu Asya ülkeleri üretimde çığır açan gelişmeler yaşamakta ve onca nüfusa rağmen kendi tüketiminden fazla üretip ürünlerini yeni pazarlara yaymak istemektedir. 2050 yılı için yapılan projeksiyonlarda Çin yerini korurken, Hindistan ABD’yi geçmektedir.


Ekonominin ve üretimin kalbi Doğu’ya kayarken önümüzdeki fırsat: Çin

Dünya ekonomisi gün geçtikçe değişmekte ve gelişmektedir. Bu süreç boyunca bazı ülkeler kendi üretken karakteristiklerini geride bırakırken tüketim ekonomisi haline gelmekte, bazıları ise son derece kısıtlı olan kaynaklarını kullanarak mucizelere imza atmaktadır. Örneğin, ABD artık eski üretken günlerini tarih kitaplarının tozlu sayfalarında aramakta, gün geçtikçe daha fazla tüketen bir topluma dönüşmektedir. Buna karşın, Çin gibi Doğu Asya ülkeleri üretimde çığır açan gelişmeler yaşamakta ve onca nüfusa rağmen kendi tüketiminden fazla üretip ürünlerini yeni pazarlara yaymak istemektedir. Bu durum günümüzde rakamlara da yansımıştır. Yapılan araştırmalar 2016 yılında satın alma gücü paritesine göre en büyük GSYIH’a (gayri safi yurt içi hasıla) sahip ülkeler sırasıyla Çin, ABD, Hindistan, Japonya, Almanya, Rusya, Brezilya, Endonezya, Birleşik Krallık ve Fransa olurken 2050 yılında resim tamamen değişmektedir.

2050 yılı için yapılan projeksiyonlarda Çin yerini korurken, Hindistan ABD’yi geçmektedir. Aynı zamanda Fransa ilk 10’daki yerini kaybederken Almanya ve Birleşik Krallık son iki sırayı paylaşmaktadır. Yani Batı’nın ağırlığının azaldığı görülmektedir. Buna karşın Endonezya ve Brezilya üst sıralara çıkmakta ve Meksika ise alt sıralarda da olsa yer bulmaktadır. Genel olarak değerlendirildiğinde dünyanın üretiminin ve tüketiminin artık Doğu tarafından yüklenileceği ve bu konuda Çin ve Hindistan’ın ön plana çıktığı görülmektedir. Yeni ekonomik düzen artık Doğu eksenine kaymakta ve ekonominin kalbi yavaş yavaş Doğu’da atmaktadır. İşte böyle bir ortamda Çin ilk önce dünya serbest ticaret mekanizması ile entegrasyonunu gerçekleştirmiş daha sonra ise yeni pazar ve işbirlikleri geliştirme yönünde adımlar atmaya başlamıştır.

Çin Neyi Hedefliyor?

Çin ve Türkiye köklü bir tarihe ve devlet geleneğine sahip devletlerdir. Orta Asya’nın bağrından çıkan iki devlet birçok zaman karşı karşıya gelmesine rağmen çoğu zaman da birbirinin tamamlayıcısı olmuştur. Özellikle ekonomik alanda Türkiye hem bölgesinde önemli bir güç hem de Avrupa’ya açılan bir kapı konumundadır. Ülkemizin jeopolitik konumu paha biçilemez düzeydedir ve ülkemiz Asya’dan Avrupa’ya açılan yolda vazgeçilmeyecek bir önem arz etmektedir. Çin bu yüzden Türkiye’ye büyük ölçüde ihtiyaç duymakta ve bu sayede tarihte daha önce deneyimlenmiş İpek Yolu’nu uyandırmak ve ipek Yolu ülkeriyle beraber ticareti ve ekonomiyi canlandırmak istemektedir. İpek Yolu’nun yeniden canlandırılması ve işlevsel hale getirilmesi Çin’in stratejik hedefleri arasında yer almaktadır. Bu hedefe ulaşmada Rusya ve Türkiye’nin ilişkileri en etkileyici faktörler olarak gözlenmektedir. Bu ülkeler ABD’nin başlattığı ticaret savaşları ve siyasi ambargolar etkisiyle birbirine yakınlaşmaktadır ve yeni bir İpek Yolu’nun temelinin atılması için ortak hareket etmeye başlamıştır. Bu etkileşimin hızla devam etmesi hem Asya ve Avrupa kıtasının entregrasyonunu hem de tek kutuplu olan dünyanın birden fazla kutba ayrılmasını ve ABD karşısında denge unsurlarının ortaya çıkmasını sağlayacaktır. Çin Asya, Avrupa ve Afrika ekonomilerini entegre etmek için büyük bir adım atmış ve bir kuşak bir yol projesini başlatmıştır. Bu projenin mali değeri 4-5 trilyon dolar değerindedir, hedefi Çin ve diğer ülkeleri birbirine bağlayan alt yapı projelerini hızla başlatıp tamamlamaktır. Bu yüzden otoyol, demiryolu, boru hattı, liman gibi mal ve hizmet ulaşımını kolaylaştırıcı olgulara büyük önem ve öncelik verilmektedir. Bu sayede Avrupa’dan Asya’ya ülkeler hem birbirleri arasında hem de Çin ile daha kolay ticaret yapabileceklerdir. Örneğin, yeni İpek Yolu projesiyle Türkiye üzerinden Çin’in Avrupa’ya mal teslimi yaklaşık 3 kat hızlanacaktır. Bu durum gün geçtikçe küreselleşen dünyada verimliliğin ve etkinliğin tüm çevre ülkelerle paylaşılmasına neden olacaktır.

Burada, öncelerde sakin ve fakir bir balıkçı kasabası olan Gvadr’ın durumunu gözlemlemek gereklidir. Çin yaptığı liman ve demir yolları ile yöreyi 62 milyar dolar ticaret hacminin döndüğü bir koridora dönüştürmüştür. Kimsenin Pakistan’a yatırım yapmayı düşünmediği bir zamanda yapılan bu ve benzer yatırımlar Pakistan’ın gayrisafi yurtiçi büyümesini son sekiz yılda oldukça desteklemiştir. Pakistan-Çin dostluk grupları bile kurulmuştur. Benzer şekilde Çin; Belarus, Azerbaycan, Tayland, Özbekistan, Kırgızistan, Tacikistan, Türkmenistan ve hatta terör olaylarından dolayı kimsenin değil yatırım yapmak yanından bile geçmek istemediği Afganistan gibi ülkelerle de iş birliği yapmaktadır.

Fırsat mı tehdit mi?

Türkiye için Çin bir fırsat mıdır veya tehdit midir diye bir soru akıllara gelebilir. Her fırsatın yanında dezavantajları olabileceği gibi bu durum kazan-kazan stratejisi bağlamında düşünülüp değerlendirildiğinde büyük bir imkan olarak karşımıza çıkmaktadır. Öncelikle ülke içi tasarruflarımız oldukça az olduğundan yatırım açısından aç olan ekonomimizi sadece iç tasarruflar yoluyla döndürmemiz zor görünmektedir. Sadece iç tasarruflar ile yapılacak yatırımlar ekonomik büyümeyi negatif etkileyecek ve insanlarımızın refah düzeyini sınırlayacaktır.  Bu yüzden dış yatırımların gerek sıcak para gerekse doğrudan yabancı yatırım cinsinden ülkemize gelmesi gereklidir. Fakat sıcak para cinsinden gelen yatırımlar çok kolay ve yüksek risk almadan yurt içinden çıkabildiği için yeri geldiğinde siyasi tehdit aracı olarak da kullanılmaktadır. Son zamanlarda ABD ile yaşadığımız durum buna en güzel örnektir. Fakat doğrudan yabancı yatırımlar direkt reel sektörde iş yapma üzerine kurulu olduğundan hem sermaye çok çabuk bir şekilde ülkeden çıkamamakta hem de yatırımcılar ülke ekonomisinin gidişinden aynı bir yerli yatırımcı gibi etkilendiği için son yıllarda yaşadığımız Gezi, hain darbe girişimi gibi zararlı kumpaslara ve terör olaylarına alet olmamaktadır.

Bu noktada Çin devreye girmeye hazırdır. Çin yeni İpek Yolu ve Bir Kuşak, Bir Yol Projeleri çerçevesinde ticaret güzergahlarının geçtiği tüm ülkelere alt yapı yatırımları yapmayı teklif etmektedir. Öncelikle demiryolları ve limanlar gibi ulaştırma konusuna odaklanan bu yatırımlar Asya ve Avrupa entegrasyonunu daha da kolaylaştıracaktır. Aynı zamanda bu durum Kanal İstanbul gibi mega projelerin de finansmanında bir opsiyon olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu gibi mega projelerin Çin finansman ve işletme garantisi altında yapılması ülkemize büyük miktarda yabancı sermaye akışı gelmesini sağlayacak ve yapılan bu mega projeler ülke ekonomisinde katma değer artışı sağlarken işsizliği de yüksek düzeyde azaltacaktır. Tabii ki Çin bu tip yatırımları yaparken belli karşılıklar beklemektedir.

 Bu karşılıklar ABD’den gelen sıcak sermayenin talepleri gibi siyasi bir şekle bürünmemekle birlikte çoğunlukla ekonomik entegrasyonu sağlamaya yöneliktir. Öncelikle Çin içerisinde bulunduğu altyapı projelerini kendisi işletmek istemektedir. Böylece Çin tarafı mal ve hizmet ticaretinde oluşacak bürokratik ve siyasi engellerin ve yavaşlamanın önüne geçmeye çalışmaktadır. İkincil olarak Çin ticaret savaşlarının tüm hızıyla sürdüğü günümüzde yatırım yaptığı ülkelerden pazar payı almayıamaçlamaktadır. Çünkü ABD Çin’den aldığı malları yüksek gümrük vergileri ile sınırlayarak Çin’in küresel ticaretteki payını azaltmakta ve Çin’i yeni pazarlar bulmaya itmektedir. Özetle terazinin bir kefesinde ülkemizin kazancı olarak yabancı sermaye girişi, ekonomik büyüme ve işsizlikte artış varken öteki kefesinde Çin için mal ve hizmetlerin özellikle Avrupa’ya daha kolay ulaştırılması ve ülkemizde Çin kaynaklı mal ve hizmetlerin pazar payı alması ve pazar payını arttırması vardır.

Kazan-kazan dengesi

Böyle bir ikili ilişkide tüm ülkelerin kazancı olduğu açıktır. Fakat bu tür işbirliklerinin sürdürülebilir ve uzun vadeli olması gereklidir. Aksi takdirde ülkelerden birisi zamanla elde ettiği kazancı kaybedecektir. Örneğin, Çin’in yapacağı yatırımlar on yıllarla ölçülemeyecek kadar sınırlı süreli olacaktır ama aldığı işletme hakları on yıllarla ölçülecek seviyededir. Bu yüzden ülke ekonomimizin gelişme sürecinde altyapı yatırımlarının yanında Çin gibi ülkelerin finansman ihtiyaçlarımızı da karşılaması gereklidir. Özellikle Çin’e karşı verdiğimiz dış ticaret açığı 2016 yılı için değerlendirildiğinde 20 milyar dolar üzerinde olup oldukça yüksek bir seviyede seyretmektedir. Çin’e karşı dış ticaret açığımızın tolere edilebilecek seviyeye gelmesi için gerekecek zamanda Çin’in tercihli olarak Türk özel ve kamu sektörü tahvil ve bonolarını satın alması ve Türk mal ve hizmetlerine daha düşük seviyede gümrük vergileri içeren bir vergi rejimini benimsemesi de gereklidir. Ülkeler arasındaki kazan-kazan dengesi ancak bu şekilde korunacaktır.

Çin Doğu’dan doğan bir güneş gibi dünya ekonomisine yeni bir çizgi yeni bir nefes vaat etmektedir. Bu durum Türkiye açısından kaçırılmayacak bir fırsattır. Gerek yabancı sermaye akışının sağlanması ve gerekse yabancı sermaye kaynaklarının çeşitlendirilmesi ülkemize oldukça olumlu etki edecek, kendi başımıza kolayca finanse edemeyeceğimiz mega projeleri de hayata geçirebilmemizde bize ivme kazandıracaktır.

[email protected]