Elektrikle şaka olmaz

Dr. Hülya Bulut / Marmara Üniversitesi
15.07.2022

Son 1-2 yıldır yaşadığımız fahiş fiyatlamanın arkasında sıradışı bir üretim gideri yok, sıra dışı ve belirsiz bir uluslararası ilişkiler girdabı var. Batı dünyası siyasi cüceliğiyle halen darbelerden, kandan, savaştan beslenmek istiyor.


Elektrikle şaka olmaz

Dünyada hemen her sektörün iç siyaset ve uluslararası ilişkiler açısından az veya çok bir etkisi vardır. Ancak öyle sektörler vardır ki; ilişkinin yoğunluğu ileri boyutta iken, derinliği de çok fazladır. Bunlardan hemen şöyle 3-5 tanesini sayalım desek; ilk akla gelenler arasında (1) ilaç-sağlık, (2) inşaat-altyapı, (3) savunma-havacılık, (4) enerji-petrol-gaz ve (5) finans-bankacılık bulunur. Bunlar stratejik, köklü, eski, birikimli, güçlü, yapılanmış ve örgütlenmiş sektörlerdir.

Her stratejik sektörün, yukarıda ifade edilen sektörler kadar iyi örgütlü, güçlü ve etkili olduğu söylenemez. Örneğin pandemi döneminde ve sonrasında dar boğaz yaşandığı için kitleleri zorlayan, açlıkla terbiye eden tarım-gıda sektörü fazlaca dağınık ve etkisizdir. Her ne kadar bu alanda istihdam edilmiş işgücünün sayısı diğerlerinden açık ara yüksek olsa da; köylüler, çiftçiler, değirmenler, mandıralar ve benzeri küçük ve orta ölçekli üreticiler genel olarak dünya çapında sahipsizdirler. Dernekleri, birlikleri, kooperatifleri vardır, ancak temel işlevlerinin ve ihtiyaçlarının kıt kaynak karşılamaktan ileri gittiği söylenemez. Günlük ve anlık işlere fazlaca boğulmuş her şirket, kurum ve sektör gelecek planlaması yapamaz, lobi faaliyetlerini yürütemez, politikalar geliştiremez. Daha edilgen bir şekilde; gıyabında yapılmış olan büyük planların mütevazı ve uyumlu parçaları olmayı kabul etmek durumunda kalırlar.

Sınırı demografi çizmedi

Çok eskilere gitmeye gerek yok aslında; yaklaşık 150-160 yıl kadar önce başlar petrolün keşfi ve yavaş yavaş yaygın kullanıma girmesi, odunun, kömürün yerini alması. Aslında 1870'lerde ABD'de tekelleşmeyi, para sahibi büyük birkaç iş adamının sektöre el attığını, servetine hızlıca yeni servetler eklediğini, sonrasında dışarıya açıldığını, gerektiğinde savaşlar çıkarttığını, sınırlar çizdiğini pekala çoğumuz biliyoruzdur. Hatta bugün farklı sebepler ve güncel gelişmelerden dolayı daha iyi anlıyoruz ki Türkiye'nin güneyindeki Suriye-Irak sınırı da demografik ve sosyolojik olarak çizilmemiştir. O kadar ki 1999 yılında çekilmiş olan "Propaganda" isimli film bize bu durumu komediyle anlatmaktaydı. Ya da tarihe meraklı okuyucularımız Sykes-Picot isimleriyle ne demek istediğimizi gayet iyi anlayacak durumdadır.

O gün Osmanlı İmparatorluğu'na istediğini dayatabilen Sykes-Picot'u, günümüz Türkiye'sinin yine önemli, caydırıcı ve stratejik bir sektör olan milli savunma ve havacılık sektörüyle aşmaya çalışması not edilmeye değer. Peki Osmanlı 100 yıl önce neden arzu ettiği gibi direnememişti? Çünkü yukarıda listelenmiş sektörler başta olmak üzere birçok alanda bilgi ve sermaye birikiminde, fen ve sanayide, teknoloji üretiminde gelişmiş ülkelerle mücadele edecek seviyede değildi. Birkaç kitap geliyor insanın aklına: Bunlardan ilki Ruchir Sharma'nın "Rise and Fall of Nations", bir diğeri Jared Diamond'un "Tüfek, Mikrop ve Çelik"i ve üçüncüsü de Daron Acemoğlu ve James A. Robinson'ın ortak çalışması olan "Why Nations Fail. The Origins of Power, Prosperity and Powerty". Meseleleri anlamak için kitaba dokunmak, okumak, tartışmak, olaylara ve olgulara biraz daha geniş çerçeveden bakmaya çalışmak faydalı olabilir.

1930-1940'ların yayılmacı, emperyal Japonya'sı da, Almanya'sı da başta kömür ve demir olmak üzere madenlere ve kaynaklara, tabii ki petrole kavuşmak için savaşlar açarak yok edici ve yıkıcı maceralara girişmişlerdir. Hani bazen Japonya'da bir maç sonrasında stadyumu temizlemeye çalışanları görüp göklere çıkartıyoruz ya; aman dikkat çoğu toplumun birbirine tahmin ettiğimizden daha fazla benzediğini gözden kaçırmayalım. Pek çok toplum fırsat yakaladığında, güçlü hissettiğinde kendisi için hep daha fazlasını talep etmeye başlar, bunu kendisine doğal bir hak olarak görmeye başlar. Bence, tıpkı kişilerde olduğu gibi toplumlarda da bilinçaltı analizi için onları test etmek, etki-tepkilerini ölçmek ve aslında ne kadar samimi olduklarını anlamaya çalışmak faydalı olabilir. O yüzden dereyi görmeden paçaları sıvamayalım derim hemen. Malum menfaatlerin dur durak bilmediği bir çağda yaşıyoruz ne yazık ki.

Elektrik nasıl fiyatlanır?

Konudan çok uzaklaşmayayım; bugün hemen hemen tüm akıllı cihazlarımız, ev aletlerimiz, klimalarımız, işyerlerinde kullandığımız neredeyse tüm alet ve makinelerimiz elektrikle çalışır. 24 saat boyunca elektriklerin kesildiğini düşünsenize! Yaşamımızın en büyük problemlerinden birisi ile karşı karşıya kaldığımızı zannederiz. Her gün on binlerce insanın temel gıda ve su bulamadığından hayatını kaybediyor olması bile bize daha büyük bir problem gibi gelmez. Çok şaşırtıcı ve kendini önceleyen, bencil bir tercihtir aslında. Adeta uyuşturucuya, sigaraya, alkole, markaya, sosyal medyaya olduğu gibi elektriğe de bağımlı hale gelmiş yaşamlarımız ama adını da tam olarak koymuş değiliz. Bu elektrik nerede, nasıl üretilir, hangi şebekeden yüzde kaç kayıpla taşınır, nasıl fiyatlanır, nasıl evde, ofiste, fabrikada zayi edilir; bunlara pek de kafa yormayız. Öyle ya her şey kendi doğrularımıza, kendi sınırlarımıza, kendi keyfimize uygun olsun isteriz, gerisi de pek umurumuzda olmaz nedense! Eeee, modern insan denilen de böyle bir tipoloji değil mi zaten!

Elektrik farklı yöntemlerle üretilir; barajlarda tutulan sudan da elektrik üretilir, kömür ve daha temiz bulunan doğalgaz çevrim santrallerinden de. Tabii son 10 yılda tamamen yenilenebilir kaynaklar olarak bilinen rüzgar (RES) ve güneş (GES) enerjisi de başta Avrupa olmak üzere belli bölgelerde yaygınlaşmaya başladı. Türkiye'nin bu alanlarda yapmış olduğu yatırım ve kurmuş olduğu kapasite de şaşırtıcı boyutlarda. Tabii bir de devam eden yeni yatırımlar var. Türkiye enerji ihtiyacını karşılayabilmek için yapmış olduğu çeşitli altyapı yatırımları sonucunda 2022 itibariyle103 bin megavat kurulu güce sahip. Bu seviye son 20 yılda 3 katına çıkmış durumda. Elektrik kullanımında ihtiyaç artıyor çünkü özellikle sanayi üretimi (yeni yatırımlar ve kapasite kullanım oranı) güçlü bir şekilde artıyor. Hem sanayi hem de hizmet sektörü ve medeni bir yaşam elektriksiz kendisini sürdüremiyor ne de olsa.

Alternatif teknolojiler

Türkiye'nin kurulu gücünün yaklaşık yüzde 11'i rüzgar türbinlerinden, yüzde 9'u da güneş enerjisi için yapılan panellerden sağlanıyor. Özellikle son 5-6 yıla sığan büyük yatırımlar sonucunda toplamda yüzde 20'yi aşan bu iki kaynağın payı umut veriyor. Çünkü Türkiye halen petrol ve doğalgaza bağımlı bir ekonomiye sahip. Kendi imkanlarını zorladıkça, yenilenebilir kaynakların payını arttırdıkça, alternatif teknolojilere yöneldikçe belki de en temel bağımlılığımızı çözmüş olacağız. Kaldı ki petrol ve doğalgaz ithalatını çıkarttığınızda Türkiye'nin ithalat-ihracat dengesi tam olarak birebir. Yani ithalatımız kadar ihracat yapıyoruz, hatta bazı aylar ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 101-102 civarına çıkabiliyor. Tabii bu durum petrol ve doğalgaza olan cari ihtiyacımızı ve Rusya-Ukrayna Savaşı'ndan (yoksa Rusya-NATO Savaşı mı demeliydik?) dolayı yükselen emtia fiyatlarıyla hesap edildiğinde yaklaşık 90 milyar dolar dış ticaret açığı gerçeğini değiştirmiyor.

Türkiye bu makus talihini kırmaya çalışıyor. Rüzgar ve güneş enerjisine yatırımlar devam ediyor. Çölleşen Karapınar'da yapılan GES yatırımı 1 milyar doların üzerinde ve tamamlandığında Avrupa'nın en büyük, dünyanın ise en büyük kapasiteli 5'inci santrali olacak. Ama ithalatı hızlı kesecek çabaların başında Doğu Akdeniz ve Karadeniz'de yürütülen doğalgaz arama ve çıkartma projeleri geliyor. Karadeniz'de, Türkiye'ye ait Münhasır Ekonomik Bölgesi'nde (MEB) bulduğumuz 540 milyar metreküp gazın 2023 yılının ilk yarısında piyasalara akması planlanıyor. Bunun gerçekleşmesi için boruların döşenmesine başlandı, Filyos Limanı'nda da hummalı bir şekilde aktarım istasyonu inşa ediliyor. Piyasalarla buluşan her metreküp gaz dışarıya daha az para ödemek anlamına geliyor. Finansal anlamda birikimleri sınırlı bir ülke olan Türkiye için her tasarruf büyük bir kıymet barındırıyor.

Elektrik şart; kaldı ki refah seviyesini yükseltmeye çalışan her ülke gibi Türkiye de, örneğin kişi başına düşen yıllık gelir seviyesini 25 bin dolara çıktığında, kişi başına elektrik tüketimi yüzde 30-50 arasında artacak. Ne gariptir ki refah toplumları "refah seviyeleriyle övünürken" kişi başına elektrik ve ambalaj sarfiyatıyla konuşurlar. Oysa ikisinin de sürdürülebilirlik açısından dünyayı sıkıştırdığı, zorladığı ve bir maliyet dayattığı biliniyor. İşte belki de yenilenebilir kaynaklara yöneliş, Batı'nın yüzlerce yıl boyunca sanayileşme adı altında doğayı sömürmesine karşı bir arayıştan beslenmektedir. Hatta Batı, bu kartı yeni sanayileşen Türkiye, Meksika, Hindistan, Çin ve benzeri ülkelere karşı da sıklıkla kullanmaktadır. Caka satmak bir yana, çevrecilikte ders vermek başka bir yana, endüstri ve dış ticarette engel çıkartmak da apayrı bir yana not edilmeli.

Şimdi karşımızda işte öyle her daim şık, salon insanı, ayak oyunlarını iyi bilen ve oyunu istediği gibi kuran, kurduğu oyunla da dünyayı sömürmeye devam etmek isteyen Avrupa ve ABD varken bazen unutuyoruz tabii Allah'ın da sopası olduğunu. 2014'ten beri Rusya'ya karşı her türlü silahlanma çabasını gösteren, Ukrayna'da Rus karşıtı hükümeti başa geçiren, Rusya'yı bütün bir batı sınırı boyunca kuşatan ABD destekli NATO sandı ki Rusya bir şey yapmayacak. Tabii işin rengi öyle değil. Aslında bir şeylerin olacağı çok önceden belliydi, Rusya daha önce Gürcistan'a da, Kırım'a da müdahale etmiş, dişini göstermişti.

Pabuç pahalı

Ancak şimdi şu son 4-5 ay içerisinde öyle gelişmeler yaşanmaya başlandı ki insan hayret ediyor. ABD, Avrupa'yı gaza! getirdi, Ukrayna'yı ateşe attı; resmi kayıtlarda bir Rusya-Ukrayna Savaşı başladı ama emperyal ABD ve İngiltere'nin perdenin arkasında olduğu pekala biliniyor. Mücadelenin ana ekseni de enerji üzerinden yürüyor. Ambargolarla ve SWIFT sisteminden çıkartma tehdidiyle kuşatılan Rusya Avrupa'nın gazının en büyük tedarikçisi olduğunu hatırladı ve sağa sola da hatırlatacak manevralar yapmaya başladı. Burnu büyük Avrupa'nın savaşın başında yaptığı açıklamaları şimdilerde nedense pek duymuyoruz! Çünkü pabuç pahalı!

Rusya'nın hızla değer kaybeden Rublesi, gazını Ruble üzerinden satacağını açıklaması sonrası toparlanmaya başladı. O kadar ki dolar karşısında son 7-8 yılın en yüksek seviyesine ulaştı. Eee? Hani Rusya'ya ambargo vardı? Rusya NATO ile yaptığı savaşın finansmanını, yükselen Ruble ve hızla artan doğalgaz ve petrol fiyatları üzerinden yapıyor. Başta Avrupa'nın dinamosu olan Almanya panikte. Neredeyse bütün sanayisi doğalgaza bağımlı bir tedarik zincirinin üzerinde oturuyor. Her daim dış ticaret fazlası veren Alman ekonomisi son aylarda gerilere düşmeye başladı. Nükleer enerjiyi, hatta açık ara kömür santrallarını terk eden Avrupa bugünlerde bunları aklamaya çalışıyor.

Uluslararası ilişkiler girdabı

Elektrik hepimizin gıdası, vazgeçilmezi... Son 1-2 yıldır yaşadığımız fahiş fiyatlamanın arkasında sıradışı bir üretim gideri yok, sıradışı ve belirsiz bir uluslararası ilişkiler girdabı var. Batı dünyası siyasi cüceliğiyle halen darbelerden, kandan, savaştan beslenmek istiyor. Artık evdeki hesap çarşıya uymuyor. Batı dünyasının liderleri yozlaşmış bir durumda, pıtır pıtır dökülüyor. Boris çekilmek zorunda kaldı, Biden'ın oğluyla beraber ne kirli işlere bulaştığı dünya basınına düştü. Şinzo Abe öldürüldü. Türkiye ise enerji yatırımları, güçlenen savunma sanayisi ve girişimcilik ekosistemi ile yoluna devam ediyor, edecek. Akkuyu Nükleer Santralimizin ilk ünitesinin gelecek yıl açılmasını da, Karadeniz gazının piyasalaşmasını da sabırsızlıkla bekliyoruz. Kesintisiz elektrik arzı ve dışa bağımlılığın azaltılması önümüzdeki 5-6 yıl daha gündemimizde olacak dedikodulara, lüzumsuz çevreciliğe ve tu kakacılara itibar etmeyelim.

[email protected]