Elif-Ba'dan Alfa-Beta'ya

TAHİR GÜROĞLU/Yazar
30.03.2013

Halifeliğin kaldırılmasıyla, Lâtin harflerinin şeriata aykırı olduğu yolunda fetva vermeğe kalkışabilecek bir makam ortadan kaldırılır. Kemalistler, İzmir suikast teşebbüsünü bahane ederek, İttihatçıların A takımını ve Terakkiperver Fırka ileri gelenlerini sahneden silerler. Bu şekilde, harf inkılâbına karşı çıkabilecek muhtemel tüm unsurlar etkisiz duruma getirilir.


Elif-Ba'dan Alfa-Beta'ya

Öyle zannedilmesine rağmen İsmet İnönü “Harf İnkılabı bir okuma yazma kolaylığına bağlanamaz” demektedir ve “Okuma yazma kolaylığı Enver Paşa’yı tahrik eden sebeptir. Ama Harf İnkılâbı’nın bizde tesiri ve büyük faydası, kültür değişmesini kolaylaştırmasıdır. İster istemez Arap kültüründen koptuk.”  

 

Harf inkılâbı ve öztürkçecilik, insanların tarih ve dil ve din ile bağlarını yeniden tanımlar, büyük ölçüde tahrip eder. Bu, Türkçe ibadet ve ezan ile tamamlanmak istenir, lakin bu teşebbüs, âkim kalır. Takvim ve saat inkılâbı, zaman ve mekân algısını değiştirir. Şapka ve kıyafet inkılâbı, giderek tektip bir hâl alan modern dünya ile uyumlu olmanın en görünür yoludur. Başkentin İstanbul’dan Ankara’ya taşınması, ayrıca önemlidir. Bizden başka başkenti değiştiren var mıdır? Buna iyi bakılmalıdır. Rus ve Çin sosyalist ihtilallerinde dahi, başkent değişmemiştir. Batı Almanya doğu Almanya ile birleşip, Berlin’i yeniden başkent yapmak için hiçbir fedakârlıktan kaçınmamıştır. İstanbul’un anlamı ve önemi, kadim şehir inşa anlayışı ile irtibatlı ele alınmalıdır.

Esasen tüm bunlar ‘Biz’e yeni bir format atılmasıdır. ‘Biz’im yeniden formatlanmamız, Osmanlı’nın sonunda başlayan tartışma ve arayışları bitirmeyi hedeflemiş olabilir. Lakin bu hedefe ulaşılamamıştır. Bilakis, ‘Biz’in tarifi, kimlik ve aidiyet meseleleri, hepten çetrefil bir hâl almıştır. Türk kavramı etrafında dönen tartışmalar da, bu bağlamdadır. Oldukça kapsamlı ve derinliği olan bu meselelerin harf inkılâbı ile olan irtibatı, şu şekilde izah edilebilir.

Harf inkılabının imkanları 

Harf İnkılâbı, kılık kıyafet devrimi ve diğer Cumhuriyet devrimleri Mustafa Kemal Paşa’nın tek başına ne şahsi karizması ve/veya ne diktatörlüğü ve/veya ne dehası ve/veya ne ceberutluğu ile izah olunabilecek bir husustur. Bizatihi Mustafa Kemal’in bu değişimi gerçekleştirebilmesinin tarihsel-toplumsal temelini yukarıda izaha çalıştığımız, konar-göçer toplumlar ve yerleşik toplumlar ayırımı oluşturur. Yani bu değişimin imkân dâhilinde oluşu Türklerin tarihi olarak göçebe bir toplum olması ile izah edilebilir. Böylelikle Türkler yaşadıkları son medeniyet bunalımı/dönüşümü ile beraber, Elif-Ba’dan Alfabe’ye (Alfa - Beta’ya) geçerler. Selçuklu ve Osmanlı ile tedricen yerleşik hayata geçildi ise de bu böyledir. Esasen Türklerin veya Türkiyelilerin halen dünyanın dört bir yanına göçüp, oralarda yaşayabilmeleri de bu çerçevede anlaşılabilir.Türklerin haricindeki Müslüman toplulukların da geçmişlerinde, kısmen de olsa, göçerliğin izlerini taşıdığı, dikkate alınmalıdır. Bedeviler ile hadarilerin sanatları da, onların göçebe veya yerleşik olmalarıyla irtibatlıdır. Bu mesele İbn-i Haldun’un bedeviler (göçerler)  hadariler (yerleşik olanlar) ayırımı ve izahı ile anlaşılabilir. Tüm bunların daha derindeki sebeplerini, Rene Guenon, “Niceliğin Egemenliği ve Çağın Alametleri” isimli eserinde, “Habil ve Kabil” başlığı altında inceler. “Göçebe topluluklarda, müzik gibi insan sesi ve/veya enstrüman ile icra edilen ve zaman ile irtibatlı sanatlar ağırlıklı olarak gelişmiştir. Buna mukabil yerleşik toplumlarda mekân ile irtibatlı olarak, resim mimari gibi sanatlar ağırlıklı olarak gelişmiştir.

Habil ve Kabil’den bugüne insanlık

“Gerçekten de, Kitab-ı Mukaddes’teki bu sembolizmde, Kabil her şeyden önce bir ziraatçı olarak, Habil ise bir çoban olarak sunulmaktadır; dolayısıyla bunlar, şu andaki insanlığın asıllarından itibaren ya da en azından insanlık içinde ilk farklılaşma meydana geldiği andan itibaren mevcut olan iki halk tipidir: Kendilerini toprak kültürüne bağlamış olan yerleşik insanlar ve kendilerini hayvan yetiştirmeye adamış olan göçebeler. Üstüne basa basa belirtelim ki, bu iki tip insanın temel ve asıl uğraşılan bunlardır; geriye kalan öteki tüm uğraşılar sadece rastlantı olarak bunlardan doğmuştur ya da sonradan ilave edilmiştir.”

Turanî kavimler tarih boyunca çeşitli alfabeleri benimserler. Orhun-Türk, Uygur-Sogd, Arap-İslam, Kiril-Slav ve Latin alfabelerinden başka Sogd, Mani, Brahmi, Süryani, Rum, Slav vs. gibi alfabelerini de kısmen kullanırlar. 

Turani kavimler ve konar göçerlik

Türk kavimlerinin böyle çeşitli alfabe kullanmalarının sebebi, esas itibarıyla konar-göçer topluluklar oluşudur. Bu sebepten göçer hayattan, yerleşik hayata geçen Turanî kavimler, yerleştikleri yörenin kültürünü medeniyetini benimserler. Daha doğrusu kendi gelenekleri -orta Asya Türk töresi - ve yerleştikleri yerin geleneği ile sentez oluştururlar. Yani Bulgarlar, Macarlar, Babürler, vd’nin, birilerinin yorumuna göre bir süre sonra Türklüğünü unutmaları, bu şekilde daha anlaşılır olabilir. İslam’ı benimsemeyen Türk toplulukları geçmişleriyle bağlarını neredeyse tamamen koparmışlardır. Ulusalcı-milliyetçi ve ama aynı zamanda laik olanların meselenin bu yönüne özellikle dikkat etmesi gerekir.      

 Latin alfabesine yönelmenin bir sebebi de, Osmanlının son döneminde ortaya çıkan, modern Batı hayranlığı ve Avrupa’nın üstünlüğüne olan inançtır. 1860’lar sonrası Osmanlı aydınlarının neredeyse hepsi Fransızca bilmektedir. 

İmparatorluğun kozmopolit şehirleri

Telgrafın yaygınlaşması, Türkçenin Latin alfabesi ve Fransız imlasına göre yazılamamasını beraberinde getirir. Beyoğlu, Selanik, İzmir,  gibi kozmopolit çevrelerde dükkân tabelaları ve ticari reklamlarda çoğu zaman bu yazı kullanılır. İkinci Meşrutiyet döneminde, Türkçülüğün yükselişi ve Türk kimliğini İslamiyet’ten ayrı olarak tanımlamaya çalışılır. Arap alfabesi İslam medeniyetinin ayrılmaz bir parçası olduğu için, alfabenin değiştirilmesi Türk kimliğinin laikleşmesi anlamına da gelir. 19. yüzyılın son çeyreğinde İstanbul ve Anadolu’da Rum ve Ermeni harfleriyle basılan gazete ve kitaplar önemli bir sayı tutmaya başlar. Bu yayınların popülerlik kazanması, Türkçenin Arap harflerinden başka yazıyla da yazılabileceği düşüncesinin benimsenmesinde etkili olur. 1908-1911’de Latin temelli Arnavut alfabesinin kabulü büyük ilgi görür. 

Arnavutlar ve harf devrimi fikri 

Yeni Arnavut yazısı o günlerde bir bakıma günün konusudur. Manastır, ilerde Arnavutların yazı kongresi için seçecekleri bir merkezdir. Burada idadi yıllarını geçiren uyanık bir öğrenci, elbet çevresinde olup bitenlerden haberlidir. Mustafa Kemal’in zihninde harf inkılâbı fikrinin o sıralarda yer etmiş olduğu söylenebilir. 25 yaşlarında bir gençken Mustafa Kemal, ilerde yazı devrimi yapmak gerekeceğini, Bulgar Türkoloğu Manolova söyler.

 İkinci Meşrutiyet’in duyurulmasından iki yıl kadar önce, 1906’larda, “Batı uygarlığına girebilmemize engel olan yazıyı atarak, kılık kıyafetimize kadar her şeyimizle Batılılara uymalıyız” der ve “Emin olunuz ki, bunların hepsi bir gün olacaktır” diye ekler.  Mustafa Kemal, İkinci Meşrutiyet döneminin yazı tartışmalarını, Arnavutların yazı kavgalarını, gazetelerde dergilerde yazılanları yakın ilgiyle izler. Fransız harfleriyle Türkçe mektuplar yazar. Savaş yıllarında çevriyazı kullanır. Birinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru, Nemeth’in,’Türkische Grammatik’ adlı kitabını ve bunda kullandığı çevriyazıyı görünce, ilgilenir. Erzurum Kongresi sırasında, 7/8 Temmuz 1919 gecesi, yanındaki Mazhar Müfit Kansu’ya ilerde yapacağı işleri not ettirirken, bu arada Lâtin yazısının alınacağını da bildirir. Kurtuluş Savaşı içinde, 1922’de, Halide Edip Adıvar’a da ilerde Lâtin harflerinin alınması olasılığından söz eder  

1922 Eylülü’nde, Lâtin yazısını almak için “daha zamanı gelmemiştir” demesinin sebebi, Mustafa Kemal’in zamanlamaya verdiği önemdir. Mustafa Kemal bu önemli hamlenin başarısını, rastlantıya bırakmak istememektedir. Halifeliğin kaldırılmasıyla, Lâtin harflerinin şeriata aykırı olduğu yolunda fetva vermeğe kalkışabilecek bir makam ortadan kaldırılır. Kemalistler, İzmir suikast teşebbüsünü bahane ederek, İttihatçıların A takımını ve Terakkiperver Fırka ileri gelenlerini, sahneden silerler. Bu şekilde, harf inkılâbına karşı çıkabilecek muhtemel tüm unsurlar, etkisiz duruma getirilir. Modern dünyanın yasaları, giysileri, şapkası, takvimi, saati ve rakamları alındıktan ve tarikatların ve tekkelerin kapatılmasından sonra, geriye Latin alfabesini benimsemek kalır. Kısacası, 1923-28 yıllarında, harf devrimi için elverişli ortam hazırlanmıştır, denebilir.

Gece yarısından sonra gelen inkılap

Bu arada, 1923 yılından başlanarak Türkiye’de alfabe tartışmaları sürüp gitmiştir. Şubat 1923’te İzmir’de toplanan Millî İktisat Kongresi’ne katılan işçi delegelerden İzmirli Nazmi ile iki arkadaşı, “Lâtin harflerinin kabulü” konusunda Kongreye bir önerge verirler. Kongre Başkanı Kâzım Karabekir Paşa, bu öneriyi tepkiyle karşılarve genel toplantıda okutmaz. Bu konuda basına 5 Mart 1923 günlü Hâkimiyet-i Milliye gazetesine, “Lâtin Harflerini Kabul Edemeyiz” başlığı altında yayımlanan bir demeç verir. Kazım Karabekir ve başkaları karşı çıktığı hatta İsmet İnönü mütereddit olduğu halde, M. Kemal kararlıdır ve bir gece Sarayburnu’nda harf inkılabı ilan edilir. Mustafa Kemal, 9/10 Ağustos 1928 gecesi, Ankara motoru ile Dolmabahçe sarayından Marmara’ya açılır. Dört saat kadar süren bir motor gezintisinden sonra, saat yirmi üçe doğru, Halk Partisi’nin düzenlediği eğlenceye katılmak üzere, Sarayburnu’na çıkar. Halk arasında kendisine ayrılan yere oturup bir süre eğlence gösterilerini izler. Gece yarısından sonra, saat 00:1’e doğru ayağa kalkar ve harf inkılâbına dair tarihi nutkunu okur: “Arkadaşlar, güzel dilimizi ifade etmek için yeni Türk harflerini kabul ediyoruz “ 

[email protected]