Emin Oktay tarihçiliği

Prof. Dr. Mustafa Öztürk / Mardin Artuklu Üniversitesi
29.10.2025

Emin Oktay tarihçiliğinde; hakkında yabancıların tuttuğu dosyalar dolusu bir heyet raporu olmasına rağmen Yunan mezalimi hakkında tek bir satır bile bulamaz, Yunan askerinin Anadolu'da yaptığı kıyım hakkında da hiçbir bilgiye ulaşamayız. Bu tarih kitaplarında, Rus subaylarının hakkında yazdıkları hatıralar bulunmasına rağmen Ermeni komitacıların Doğu vilâyetlerinde gerçekleştirdikleri katliamların esâmesi bile okunmaz.


Emin Oktay tarihçiliği

Prof. Dr. Mustafa Öztürk / Mardin Artuklu Üniversitesi

Son dönemlere kadar, yakın tarihimiz ile ilgili birtakım gerçeklikleri veya milletin içine maksatlı bir şekilde yerleştirilmiş bazı şahsiyetleri yalın bir açıklıkla dile getirmek, hâlâ bazı zorluklar taşımakla beraber, mayınlı araziye girmekten farksızdı. Söz konusu durum, Cumhuriyet'in kuruluşunda ve biraz öncesinde kendilerine alan açılan bazı aktörler için de geçerli. Moiz Kohen ve Agop Dilaçar bu bağlamda dikkat çeken iki örnek sadece. Cumhuriyet'in ilk elitlerinin belli amaçlar gözeterek imkân tanıdıkları ve işe koştukları bu tür şahsiyetler; on yıllarca Osmanlıyı öcü gibi gösterip küfretmişler, milletin mukaddesatını çiğneyip aşağılamışlar ve dahası milletin mazisiyle bağılarını koparmak için büyük bir çaba göstermişlerdir.

Osmanlıyı oluşturan müslim ve gayrimüslim unsurları ötekileştirdikten sonra bunların tamamını tek tipleştirmeye zorlayarak günümüzde bile cebelleştiğimiz büyük problemlere düçâr olmamıza neden olan katı ve tek ulusçu milliyetçiliğin yılmaz savunucularından sadece biri olan Moiz Kohen Türk değil, bir Yahudi idi. Kohen'in, adeta üstünü başını yırtarcasına savunuculuğunu yaptığı Türklük ile bir ilgisi yoktu. Kendini saklamak için Munis Tekinalp gibi isimler kullanıyordu. İslâm ve Müslüman düşmanı olan bu zat, Cumhuriyet döneminde Kemalizm'in kitabını yazacak kadar koyu bir Kemalist olarak sahne alır.

Buna benzer bir örnek de Türk Dil Kurumu'nda 45 yıl gibi uzun bir süre baş uzmanlık yapan ve Agop Dilaçar adıyla tanıdığımız Ermeni Hagop Vahan Martayan. Türk diline yaptığı katkılardan (!) olacak, 1934 yılında Dilaçar soyadını almıştır. Agop Dilaçar'ın alâmet-i farikası Türkçeyi yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarması olarak ifâde edilir. Oysa onun yaptığı şey Türkçeyi sadeleştirmekten çok, dili uyduruk bir kisveye sokarak Türk dilini alabildiğine sekülerleştirmek ve milli ve manevi çağrışıma sahip kelime ve dil yapılarını ortadan kaldırmaktı.

Yakın tarihimizde Moiz Kohen ve Agop Dilaçar gibi takma veya çakma isimlerle etkin rol üstlenmiş pek çok figürün varlığına rastlarız. Devşirilmiş veya mayası bu topraklara ait olmayan bu çoğu kripto tipler; bilim, kültür, siyaset ve sanat alanlarına maksatlı olarak sokuşturularak milletin maziye uzanan binlerce yıllık derin köklerini kesmeye memur edilmişlerdir. Bunlardan birisi de tarih ders kitaplarından ismine âşinâ olduğumuz Emin Oktay...

İsmi var, cismi yok bir âdem: Emin Oktay

Yaşı müsait olanların lise sıralarındayken tarih ders kitaplarından hatırlayabilecekleri bir isimdir Emin Oktay. Birkaç nesle okutulan tarih ders kitaplarının çoğunda hep onun ismi vardı. Emin Oktay ismi araştırıldığında biyografisiyle ilgili dişe dokunur bir şey bulmak mümkün değil. Onunla ilgili bilgiler, gerçekte böyle birisinin var olmadığı, tarihçi bile olmayan Ermeni veya Yahudi birisinin müsteâr isimi olduğu ve İnönü döneminde kurulan tarih ders kitabı komisyonuna verilen hayalî bir isim olduğu ekseninde dönenip durur.

Bilimsel çalışmalara bakıldığında da Emin Oktay ile ilgili bir şey bulunmaz. Ne tezlerde, ne makalelerde, ne de herhangi bilimsel bir çalışmada onunla ilgili bir veri yok. Varsa yoksa yazdığı tarih ders kitapları ve bu kitaplarla ilgili başkalarının kaleme aldığı bilimsel çalışmalar. Emin Oktay için, ismi var lakin cismi yok dense yeridir. Tıpkı masallardaki Kaf Dağı ve Zümrüt-i Anka Kuşu gibi. Herkesin ismini duyduğu ama kimsenin görmediği ...

Kimisine göre Emin Oktay, aslında Emanivus Octavius isimli bir Yahudinin müsteâr ismi. Daha fazla kişi de onun Yahudi değil Ermeni olduğundan çok emin. Kimisi ise Emin Oktay diye birisinin gerçekte de var olduğunu,inşaat mühendisliği veya devlet memurluğu yapan Ermeni bir Türk vatandaşı olduğunu söylüyor. Araştırma yaparken bir hatıra yazısında denk geldiğim bir anekdot meseleyi vuzûha kavuşturmak bakımından önemli:

Yıllar önceydi. Televizyonun birinde birkaç gazeteci aralarında tartışıyorlardı. Tarih yazımı başta olmak üzere, Türkiye'deki mevcut yanlışları konuşuyorlardı. Abdurrahman Dilipak, Emin Oktay'ın sahte bir tarihçi olduğu bağlamında sözler söyleyince Emin Oktay Amerika'dan telefonla canlı yayına bağlandı. Uzun uzadıya bir tartışmadan sonra Emin Oktay; Türkiye'de Ermenilere zulüm ve baskı uygulandığını, yaşam hakkı ve özgürlüklerinin kısıtlandığını söyleyince Dilipak daha fazla dayanamayarak; Ermeni bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak ve üstüne üstlük tarihçi bile olmadığı hâlde bu ülkenin çocuklarına okutulacak tarih kitaplarını nasıl oluyor da yazabildiğini, daha doğrusu nasıl yazdırılabildiğini söyleyerek sert bir tepki gösterdi. Emin Oktay'ın bu sert sözlere verdiği cevap her şeyi itiraf niteliğindeydi:

Evet, ben tarihçi değilim. Görev verdiler yaptım. Ermeni olmama gelince; elbette ben bir Ermeniyim. Baskı olduğu için ismimizi değiştirmek zorunda kaldık.

Peşkeş çekilmiş bir eğitim sistemi

1950 yılına değin liselerde Prof. Dr. Arif Müfit Mansel, Prof. Dr. Mehmet Cavit Baysun ve Prof. Dr. Enver Ziya Karal'ın birlikte kaleme aldıkları tarih kitapları okutuluyordu. Fakat bu tarihten itibaren görünmez bir el bir anda devreye girerek bütün müfredata müdahale etmeye başladı. Bu müdahaleden sonra özellikle lise tarih derslerinde çok sayıda yazarın müşterek imzalı tarih kitapları ile Emin Oktay, Enver Behnan Şapolyo ve Niyazi Akşit'in tek başlarına yazdıkları kitaplar öne çıkmaya başladı. Fullbright Eğitim Komisyonu'nun kurulması ve ABD İle Ortak Eğitim Anlaşması ile ilgili konunun da 1950 yılında imzalandığı düşünüldüğünde insanın aklınaister istemez şüpheli ve epeyce kötü şeyler geliyor.

Enver Behnan Şapolyo'nun 1960'larda kaleme aldığı bir eserinde yer verdiği bir anekdot, o dönemde kaleme alınan ders kitapları hakkında saç baş yolduran bir durumu ifşâediyor. Şapolyo'nun, kitabında yazdıkları aynen şu şekilde:

ABD'nin 1950 anlaşmasıyla Türk eğitim sistemine vurduğu darbeleri İsmet İnönü'ye anlattım ve buna bir son verilmesi gerektiğini söyledim. Yeniden milli bir eğitim müfredatı hazırlanması gerektiğini anlattım. İsmet İnönü bana, "Evet ben de farkındayım ama bakanlıklardaki bu Amerikalıları nasıl ikna edeceğiz." dedi.

Görüldüğü üzere, İsmet İnönü, Milli Eğitim sisteminin Amerikalılara bırakıldığını resmen kabul etmiş. Fakat bu durumdan gerçekten de rahatsızlık duyuyor muydu yoksa muhatabını geçiştirmeye mi çalışıyordu, bunu bilmemiz pek mümkün değil.

Bazı iddialara göre 1950'den sonra Amerika'dan eğitim sistemimizin içine 9 bin eğitim casusu dâhil edilmiş. Emin Oktay gibi inşaat mühendislerini bırakın, jinekologlara bile alakasız konularda kitap yazdırıldığı belirtiliyor. Tabii bu isimler görünen kişiler, onların arkasında belli bir plan ve sistem dâhilinde çalışan komisyonlar vardı.

Millete yutturulan Emin Oktay tarihçiliği

Yukarıda ifâde edilen bilgi ve düşüncelerden sonra Emin Oktay'ın; bir şahıs olarak değil, sinsi ve sistematik bir planın etiket ismi olarak ele alınması gerektiği gayet açıktır. 1950'li yıllardan itibaren tedâvüle sokulan Emin Oktay tarihçiliğinde ilk insan Hz. Adem değil,mağaralarda yaşayan hırpani kılıklı vahşi insanlardır. Cilalı, Yontma, Tunç, Demir gibi bilumum taşların ve madenlerin devirlerinden bahsedildiği kadar bizim kendi tarihimizden bahis açılmaz.

Bu tarih anlayışında Milli Mücadele ile ilgili gerçekleri değil, sansürlenmiş ve iyice kısıtlanmış bilgileri okur, asıl hâinleri asla öğrenemeyiz; hatta hâini kahraman kahramanı da hâin olarak algılarız. Emin Oktay tarihçiliğinde; hakkında yabancıların tuttuğu dosyalar dolusu bir heyet raporu olmasına rağmen Yunan mezalimi hakkında tek bir satır bile bulamaz, Yunan askerinin Anadolu'da yaptığı kıyım hakkında da hiçbir bilgiye ulaşamayız. Bu tarih kitaplarında, Rus subaylarının hakkında yazdıkları hatıralar bulunmasına rağmen Ermeni komitacıların Doğu vilâyetlerinde gerçekleştirdikleri katliamların esâmesi bile okunmaz. Anadolu'yu aralarında karış karış parselleyen İngiliz, İtalyan ve Fransızlar ile ilgili olumsuz ifâdelere de rastlayamayız bu kitaplarda.

O dönemde, Emin Oktay gibi görünürdeki isimlere yazdırılan ders kitaplarında fetih, gaza, fütuhat gibi İslâmî jargonu çağrıştıran sözler yerine daha basit ve tarihte çok şey başarmış bir millet için iddiasız sayılabilecek bir terminolojiye yer verilir. Abdülhamid ve Vahdeddin gibi padişahlar kesinlikle "zalim birer hâindirler" ve zevk u sefa içinde yaşamışlardır. Biri Kızıl Sultan, diğeri de hâin olarak sıfatlandırılır. Haçlılar anlatılırken günümüzdeki torunlarını incitecek düşüncelere yer verilmemesine özen gösterilir. Osmanlı yıkıldıktan sonra Avrupa, Balkanlar, Rusya, Kafkaslar ve Arap ülkelerinden Anadolu'ya sığınan halkın çektiği acılara da yer verilmez Emin Oktay tarihçiliğinde.

Emperyalist sömürü düzeninin Türkiye ayağının mümessili olan Emin Oktay tarihçiliğinin başka ayakları da var şüphesiz. Türkiye'de Araplar ile var olan koca bir mazi görmezden gelinip yok sayılırken Arap ülkelerindeki Emin Oktaylar da kendi tarih kitaplarında Türkleri ve Osmanlıyı kan emici sömürgeciler olarak işlemişlerdir. Balkanlardaki Emin Oktaylara ise Türkleri hangi kahramanlık ayaklanmalarıyla yurtlarından kovdukları yazdırılır. Ve ilâ âhir ...